Tayfur Cinemre’nin ölüm haberini aldığımda, geçmiş bir film şeridi gibi gözlerimin önünden geçti. 12 Mart 1971 askeri müdahalesi… Mamak Askeri Cezaevi… İşkenceler, idamlar… Hayat devam etti.
68 kuşağının önde gelen isimleri, 12 Mart 1971 askeri müdahalesinin hedefindeydi. Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan, Yusuf Aslan asılırken, Mahir Çayan, Cihan Alptekin, Sinan Cemgil ve daha birçok arkadaşımız 20’li yaşlarının başında ölüme gittiler. Hangi eylemi yaparsa yapsın, hangi örgütün içinde olursa olsun, hatalarıyla sevaplarıyla onlar bizim kuşağın “isyancı çocukları”ydı.
1974 Affıyla, ayakta kalanlar yollarına devam ettiler. Kimisi örgütlerini yeniden canlandırırken, kimisi hayata tutunmaya çalıştı. Şimdi artık 70’li yaşlarındalar.
Tayfur, bizim kuşağın özellikli isimlerindendi. ODTÜ Makina Mühendisliği öğrencisiydi. Onu o dönemleri yaşayanlar, Cihan Alptekin'le birlikte Tekirdağ'da motosiklette yakalanan genç olarak hatırlar. İşkenceden, kan revan içinde kalmış halleri gazetelerin birinci sayfalarında yayınlamıştı. Tayfur, Cihan’ı Nurhak dağlarına, Sinan Cemgiller'in yanına götürürken yakalanmışlardı.
Sinan’ı motosikletiyle Nurhak’a götüren de oydu. Sinan, Kadir Manga ve Alparslan Özdoğan o dağlarda vuruldular.
Yıllar sonra karşılaşma
68'de birlikte öğrenci gösterileri düzenlediğimiz arkadaşlarımız, değişik eylem biçimlerini benimseyerek, değişik örgütlerin kurucuları oldular. Bizim kuşak, soldaki değişik örgütlenmelerin başlatıcısı, bir başka deyişle kurucu kuşağıdır. Dağıldık yani… Ardından 12 Mart darbesi…Hayatta kalanlarımız askeri cezaevlerine kapatıldık. Tayfur’la Dev- Genç koğuşunda birlikte kaldık. Koğuşun en dayanaklı isimleri arasındaydı. Mamak’ın karında havlandırmada Ercan isimli bir başka arkadaşımızla üstü çıplak yürüyüş yaparlardı.
Onları uyarırdık, “Yapmayın hasta olacaksınız” derdik. Nitekim sonunda hastlandılar, yataklara düştüler. Ne oldu diye sorduğumuzda “Hafif üşütme var” cevabını vermişlerdi. “Hafif üşütme var” bir slogana dönüştü. Birisine laf atmak isteyen, “Hafif üşütme var” diye söze başlıyor ve hep birlikte kahkahayı basıyorduk.
1992’de Hamburg’da Tayfur’un 68 kuşağından ablası doktor Ümit’le karşılaştık. Türkiye’ye dönüyordum. Tayfur’un telefonunu aldım. Bir büyük otelin teknik müdürlüğünü yapıyordu. Buluştuk. Emekli olduğunda fotoğrafçılığa merak sardı. Çektiği fotoğrafları hepimize gönderiyordu.