En sonda soracağımı baştan sorarak başlamak istiyorum; bundan sonraki proje konularıyla ilgili aklında neler var?
Akademide, araştırmalarda çalışılıyor ama daha kapsayıcı bir şekilde Türkiye’de özellikle AK Parti dönemindeki sekülerleşme ve dindarlaşmayı çalışmak isterim. Çünkü sekülerleşme deyince daha çok başörtüsü ve sadece Müslüman kadınlar ele alınıyor. Ama bu işin içinde erkeklerde var. Sesi az duyulan ve karşı cephede görülen transfeminizm de bence daha kapsamlı işlenmesi gereken konulardan biri. Onun dışında başörtüsü meselesinin gerçekten, düzgün bir şekilde dizilerde ya da sinemada işlendiğini düşünmüyorum, bir çocuğun hayatı ve kendi deneyimlerim üzerinden anlatacağım bir dizi çalışması için de bir imkân yaratmaya çalışacağım.
Belgesel fikri nasıl oluştu; az önce dediğin gibi itirazlardan mı çıktın yola?
Dört-beş yıldır gazetecilikte çalışıyorum. Sıcak gündemi takip etmek birçok şeyi geri planda bırakıyor gibi geliyordu ve sıcak gündemi takip etmenin kendisi de -en azından benim için- çok yorucu bir iş. Her gazeteci böyledir demiyorum, hakkını veren insanlar var. Ama benim odaklandığım genelde insan hikâyeleri oluyor. İşte o sıcak gündem arasında insan hikâyeleri geri atıl kalıyor ama ben de bu hikâyeleri öne çıkarmayı seviyorum. O sebeple de bu temada iş yapmak istiyordum zaten, Müslüman feministler hayat hikâyemle de yakın irtibatlı ama kendi hikâyemi herhangi belgesele koymak istemedim. Gazetecilik refleksleri gereği biraz mesafeli durmak istedim. Tanıdığım, bildiğim, uzaktan gördüğüm; belki hepsini bir arada değil ama ayrı ayrı dinlediklerimi ortak bir mücadele hikâyesi haline getirmeye çalıştım.
Gösterim sırasında belki sen de görmüşsündür, hikâyeyi eksik bulanlar vardı. Daha önceki kuşağın hikâyesinin tam anlatılmadığına dair yorumlar yapıldı. Doğru, daha çok İslami feminizm kavramına odaklandığım için onun özelinde bir iş yapmaya çalıştım; Yıldız Ramazanoğlu, Cihan Aktaş’ların kuşağına dair çok bir şey işlemedim. Çünkü onlar aslında İslami Feminizm başlığı altında ele almak doğru olmaz diye düşündüm. Ama hikâyenin bir kısmında onlar da var. Onun için eğer mümkün olursa meselâ Türkiye’de Müslüman Kadın Hareketi diye, aslında belgeselin öncesini anlatan bir şey yapmak istiyorum.
Çok güzel olur. Ben bir eksiklik görmedim, kuşaklararasındaki kurguyu çok güzel düzenlemişsin.
Yavaş yavaş bir yere oturmaya başladı. Meselâ neden itirazlara cevap vermek ister gibi bir belgesel yapıldı diye soranlar da oldu. Ben de belgeselin zaten itirazlar etrafında şekillenen bir şey olduğunu anlatmaya çalıştım. Belki bundan sonra; şimdi de var bazı ayrılıklar ama kendi arasında üzerinde konuşulmuş, teoriler oluşturulmuş, tartışmalı bir durum yok. Daha yeni yeni oturan bir hareket, bu açıdan belgeselin başlangıç için iyi bir iş olduğunu düşünüyorum. Yoksa dünyada ayrımlar var, daha seküler feministler, dindar Müslüman feministler biraz daha ayrılmışlar ama burada henüz o tartışmaları geçirmiyorlar, çünkü bir varoluş mücadelesi var. Belki hiç kabul etmeyecekler de olacaktır bir şekilde ama kendi içinde de yeni oluşma süreci gibi bir durum olduğu için zor tabii…
Belgeseli yapma sebeplerimden biri de kafasında soru işaretleri olan, eşitlik arzusu olan, daha farklı bir din yorumu-anlayışı görmek isteyen genç Müslüman feministlerin hikâyelerini, tecrübelerini, başkalarından, “Müslüman feminist olmaz.” diyenlerden değil de kendilerinden dinlemek, başka insanlara da göstermek istedim. Belgeselin çıkış hikâyesi bu ama tabii herhangi bir gazetede, televizyonda bunu yapmak kolay değil. Çünkü bu tarz işleri çok desteklemiyor böyle kurumlar. O sırada Project Zoom’un hem gazeteciler hem de hikâye anlatıcıları için açtığı fon benim için bir fırsat oldu. Açıkçası beni kabul edip etmeyeceklerinden emin değildim ama onlar da beğendiler, sevdiler. En azından ne anlatmak istediğimi gördüler, o açıdan benim için gayet memnun edici bir sonuç oldu.
Biraz da pandeminin getirdiği çekim zorlukları vardı. Belgeselde konuşan kafalar istemiyordum ama sonuç olarak geldiği yer orası oldu. Çünkü insanların evine gidelim, üç beş gün geçirelim, diyecek bir durumumuz yoktu. Nerede çekim yapılacağını kadınlar seçsin istedim. Biz yanlarına gittik, onların rahat ettiği alanları kullanmaya çalıştık. Benim de hoşuma gitti kimisi kendi semtindeki Kuzguncuk bostanını tercih etti, kimisi başka bir yeri… Diyarbakır’da arka planda Hevsel Bahçeleri, zaten muhteşem bir manzarası vardı. Çekimleri telefonla değil de daha profesyonel kameralarla yapsaydık büyük ihtimal belgeselin içinde daha farklı görüntüler olabilirdi ama böyle oldu.
Telefonla biraz daha zor oluyor zoom yapmak ya da daha derin görüntüler çekmek, ışık sorunları yaşıyoruz. Bu yüzden belgeselin görüntü kalitesi biraz farklı oldu.
İzleyicinin telefonla çekildiğini fark ettiğini sanmam, daha çok içeriğe dikkat kesildiler bence.
Açıkçası yeni medya araçlarını kullanarak yapmak istedik, haberleri de telefonla çekebiliyorsun ama daha kısa olduğu için anlaşılmıyor. Ama telefon belgesel için çok da uygun değilmiş, bunu da öğrendik. Ben de etrafımdakilere “Biz çektik, siz çekmeyin.” Diyorum. Ama belki daha kaliteli bir telefonla daha iyi görüntüler de alınabilirdi. Fakat aldığımız fon belli zaten, belli sınırlar içerisinde yapabileceğinizi yaptık. Bu da mazeret mi bilmiyorum ama böyle eleştiriler de geldiği için açıklamak istedim.
Kadınlarla konuşmak, bir şeyleri aktarabilmek nasıldı; çekim sürecinde ve sonrasında neler hissettin?
Az önce dediğim sıcak gündem var ya, insanı demoralize eden bir şey; Türkiye gündemi de öyle sürekli seni aşağıya çeken, duygu durumunda olumsuzluklar yaratan bir şey. Ama belgeseli çekerken ne kadar stresli olsa da en sonunda kurguya oturduğunda; çok güzel bir şey çıkardığını fark ediyorsun. O sana bir mücadele gücü veriyor çünkü kadınların mücadelesini dinlemek senin için de bir direnç unsuruna dönüşüyor. Bir yandan benim de bir önceki kuşakla ilgili söylediğim bazı şeyler vardı; işte radikal olmamaları, bizim kuşağa oranla erkeklere karşı daha yumuşak olmaları…
Mesela Konca Kuriş’in öldürülmesinin eski kuşağın üzerindeki etkisini hiç hesaplamadığımı fark ettim. O için de kurguda konuşmaları karşılıklı hale getirdim; gençlerin söylediklerine eski kuşak cevap veriyor. O kadınların nasıl bir süreçten geçtiklerini anladım. Onların bir sonraki kuşağın yolunu açan kadınlar olduğunu hep söylüyordum zaten. Belgesel sürecinde kadınları dinlerken neden o mücadele tarzını seçtiklerini ya da seçmek zorunda kaldıklarını öğrenmiş oldum. Bir yandan da bir sürü şehre gittik. Konuşmacıların dışında da görüştüğümüz -belgeselde yer almayan- Müslüman feministler oldu, onlarla buluşmak, konuşmak, herkesin böyle bir belgesel çekildiği için heyecan duyması bu işi yapmanın mutluluğunu getirdi. Benim için 2020’nin her şeyi kötü geldi ama bu belgeseli yapmanın mutluluğu da var.
Konuşmak isteyip de konuşamadığın, olumsuz karşılandığın ya da baskı hissettiğin oldu mu?
Üç kadın vardı çekmek isteyip çekemediğim Zehra Keleş, Zeynep Duygu, bir de Hidayet Şefkatli Tuksal… Onlarla da planların uymamasından yapamadık, zaman da kısıtlıydı iki buçuk, üç ayda çekimleri bitirmem gerekiyordu. Hidayet Abla’yı aradım ulaşamadım, o beni aradı ulaşamadı derken, böyle birkaç erteleme olunca bir türlü buluşamadık.
Başta belgeselin sonuna Kadem’den ya da iktidara yakın AK Partili kadınlar da olsun diye düşünmüştüm. Sorum şöyle olacaktı İslami feminist olduğunu söyleyen kadınlar var, bir yandan da sizin kitleniz de size Müslüman feminist diyor “Siz ne diyorsunuz bu konular hakkında?” diye soracaktım. Bir yandan, on iki kadınla görüştüm bunların yedisiyle derinlemesine görüşme yaptık. Zaten bu hikâye kendi başına çok yeterliydi; bir yandan da o kadınlar belgeselin sonunda belki renk olsun diye yapılmış olacaktı, bunun da yanlış olduğunu düşünüp koymamaya karar verdim.
İlk başta sorduğun tepki aldın mı sorusuna gelince: Açıkçası röportaj yapmaya çalıştım kişilerden çok tepki almadım; sadece konuşmak istediğim bir arkadaşım “Ben böyle şeyleri biraz dışarıdan buluyorum, bakış açısından çok hoşlanmıyorum” gibi bir şeyler söyledi ama nereye tekabül ettiğini tam bilmiyorum. Bir başkası da ABD fonu var diyerek istemedi. Halbuki ABD Başkonsolosluğu ile bir irtibatım bile yok, aracı kurumlarla çalıştım.
Meselâ gösterimlerden birinde arkadaşın biri “Amerika’dan fon alıyorsunuz ama onların öldürdüğü çocuklar var.” yorumunu yaptı. Ben de dedim ki “Bana belgeselde ‘Bu içerik ABD İstanbul Başkonsolosluğu ve Project Zoom tarafından finanse ediliyor ama içeriğe dair sorumlu değillerdir.’ ifadesini koydurdular. Onlar sorumluluktan kaçarken fon veren kurumların yaptıklarından sorumlu tutulmam gibi bir durum oldu. Bu arada belgeseli çalışırken asla içeriğe herhangi bir şekilde karışmadılar, bundan da çok memnunum. Sadece zamanlamasını, planlamasını nasıl kullanıldığını denetlediler. Bir de fon alabileceğim, bağımsız neresi var bilmiyorum açıkçası. İngilizcem yeterli olsaydı belki sadece belgesellere fon veren kurumlar olabilirdi ama zaten onlara da fon veren kurumlara gidersek yine itiraz edecek bir şeyler bulunur.
Bana doğrudan saldırı olmadı sadece sosyal medyada belgesel hesabını linçlediler. Muhtemelen birisi işaret etti: Troll hesaplar, kadınlar-erkekler hepsi vardı. Daha fragman bile yayınlanmamıştı, belgeselin tanınırlığı artsın diye önceden küçük küçük çektiğim -belgesele koyup koymayacağım belli olmayan- görüntüleri, kadınların konuşmalarını kısa kısa paylaşıyordum. O konuşmalardan birini paylaştıktan sonra bir furya olarak linç kampanyası geldi; hakaretler emniyeti etiketlemeler, sizde akıl yok Müslüman feminist olmaz çıkışları, Allah’tan bir şey olmadı. Ama bu kampanyanın da şöyle bir etkisi oldu; hesabın çok az takipçisi vardı, hesabın saldırı altında olduğunu söylediğimde kadınlar, insanlar duyarlılık gösterdi ve bir sürü kişiye ulaşmasını sağladı. Böylelikle de aslında yapılan saldırı geri tepti ve daha çok kişiye ulaşmasını sağladılar.
Gösterimler devam edecek mi, festivallere katılma planın var mı?
Bu cumartesi (26 Aralık) günü üçüncü gösterimi yapacağım. Sanırım ondan sonra yakın zamanda gösterim olmaz. Önceki iki gösterime kayıt sayısı birinde beş yüzü, birinde altı yüzü geçti. Her ikisinde de kayıt yapanların en az yarısının geldiğini gördüm, bu da al yüz kişiye yakın izlendi belgesel. Arada ben şifreyi değiştirene kadar belgeselin bağlantısının paylaşıldığını da görüyorum çünkü izlenme oranı bini geçti. Aslında ben de hemen herkese açmak isterdim ama belgeselin başarısına dair bir işaret gerekiyor, bir yandan da festival planları nedeniyle bir süre mümkün görünmüyor.
Bunu göstermek için de ne kadar teknik kusurları da olsa hikâyesi çok sağlam olduğu için festivallere göndermek istiyorum. Şimdilik Kadın Yönetmenler Film Festivali dışında başvuru yapmadım. Açıkçası dil yetersizliği bir de bütçe kısmı başvurular konusunda beni biraz yavaşlatıyor. O yüzden desteklemek isteyenler için Patreon hesabı açtım, insanlar belgesele destek olursa daha çok festivale başvurabilirim. Ama olmazsa da bir noktada Vimeo üzerinden herkese açarım. Son olarak alt yazı çalışmaları tamamlandığında bir de İngilizce gösterim yapacağız.
Diğer kadın hareketlerinden ayrıştıran Müslüman feminist tanımına neden ihtiyaç duyuldu?
Belgeselde benim sorularından birisiydi bu zaten. Çünkü böyle bir şey var. Seküler feministlerden -hepsinden ya da örgütlerden demiyorum- bireysel de olsa karşı çıkanlar “Neden ayrıca bir tanıma ihtiyaç duyuyorsunuz, feminizm yetmiyor mu?” diyenler var. Ama kadınlar zaten kendilerini feminizm içerisinden kuruyor; birkaç kimliği bir arada bulunduran kesişimsel feminizm dedikleri… Konuştuğum bazı kadınlar hem Müslüman hem feministler. Öte yandan Müslüman feminist kavramını kimlik olarak taşımayanlar, sadece feministim diyenler var. Bir yandan başörtülü kadınlara Müslüman feminist olmaz diyenler var o yüzden de kadınlar, bir şekilde Müslüman Feminist tanımını kullanmak zorunda kalıyor. Aslında görüşmecilerimden çoğu bir ihtiyaç gereği bu tanımın doğduğunu söylüyor. Meselâ konuşmacılardan Selma Şirin (Havle Derneği kurucularından) şunu söylemişti: “Ben camideki imamla feminizmin içinden konuşursam ‘eril dil, ataerkillik’ gibi lâflar dersem, adam da bana ‘Bunlar bana yabancı şeyler, ben zaten bunun içinde değilim.’ diyecek. Benim Müslümanlık dili içerisinden bir şeyler söylemem lâzım diyor.”
Mesela Rumeysa Çamdereli (yine Havle kurucularından) de bunu “Türkiye’de feminist hareket sol hareketi bölerek ortaya çıkmakla suçlanıyor ama belli ihtiyaçlar vardı ve sol hareket içerisinde kadınlık üzerinden o söylemi de kuramıyordu, bir ihtiyaç sonrası böyle bir ayrılma doğdu. Müslüman kadınlar da aradıkları ihtiyacın karşılığını tam bulamadıkları için böyle bir adlandırmaya ihtiyaç duyuyorlarsa ve bunu yaparken feminizmin dışına çıkmadan kavramı kabullenerek yapıyorlarsa bu bir kazanım.” diye anlatıyor. Buradan bakarsak bu kavrama neden ihtiyaç duyulduğu Müslüman kadınları dinleyerek anlaşılabilir.
Hepsinin başta söylediği şey bunun bir ihtiyaç olduğu çünkü genelde Allah adına konuşarak Müslüman kadınlara din içinden bir şey söyleniyor. Belgeselde de kadınlar bunu söylüyor “Biz de hayır öyle değil, ben böylesine inanıyorum. Burada tek bir gerçeği de üretmiyoruz ama biz kendi yolumuzdan yürüyoruz ve bu yoldan yürümek isteyenler için de bu kavramı yaygınlaştırıyoruz” diyorlar.
Ortak bir arkadaşımızın sorusunu da ileteyim: “Neden herhangi bir partide siyaset yapan Müslüman kadınlardan kimse yoktu?”
Açıkçası hiç öyle parti odaklı bir şey kurmadım hikâyenin herhangi bir yerinde. Zaten kadınlar kendileri anlatmak istediyse siyasi durumlarla ilgili şeylerden bahsettiler. Biraz da belgesele gölge düşürürdü öyle bir şey. Daha bağımsız kadınlar üzerinden anlatmayı tercih ederim. Ama belgeselde Hüda Kaya’nın da Cumartesi Anneleri’nde Gonca Kuriş ile ilgili yaptığı bir konuşma var. Sonuçta herhangi bir şekilde parti propagandası da yapmak istemem.
İslami Feminizm, Müslüman Feministler nasıl ilerleyecek bir öngörün var mı?
Bunu başka röportajlarda da söyledim, biraz fazla söyledim belki ama belgesel için oluşturduğum kayıt formunda belli sorular var, küçük de olsa o sorulardan rakamlara erişiyorum. Sorulardan biri “Kendinizi nasıl tanımlarsınız?” seçenekler arasında “Müslüman Feministim” şıkkı da var. Bu şıkkı işaretleyenler iki gösterimin de üçte biri oranında. Benim burada gördüğüm, gözlemlediğim şey Müslüman Feministlerin sayısının arttığı. Çünkü artık kadınlar din içerisinden kendilerine farklı bir yorum, farklı cevap arıyorlar. Var olanla ya da işte televizyondaki hocaların ya da o kürsülerden konuşan erkeklerin söyledikleri yerine farklı şeyler arıyorlar.
Açıkçası bunda dijitalleşmenin de çok etkisi var. Sosyal medyada insanların birbirini görmesi, itirazlar, konuşmalar da bir etkileşim sağlıyor. Bir yandan da artık her şeyi “Google”lıyorsun. İnsanlar aradığı her soruya bir cevap buluyor ve alternatif cevapları da görüyor. Bu bir yandan sorgulamaya, soru işaretlerine de sebep olabiliyor.
Bundan sonra nasıl olacağını çok kestiremiyorum ama tartışmaların büyüyeceğini tahmin edebiliyorum. Nasıl feminist hareket Türkiye’de kendini bir şekilde kabul ettirdi; büyüdü ve büyümeye devam ediyorsa Müslümanlar feministler için de aynısı olacak. İçeride belki farklı tartışmalar olacak, ayrışmaları olacak; meselâ şu an LGBT+ bireyler bir şeyler yapacak bence, o da buralardan çıkacak. Çünkü orada bir alan açılmış durumda farklı bir alan. Belki yorumlamalar da farklılaşmalar, ayrışmalar olacak ama bu ayrışmaların hepsi hareketi zayıflatacak değil de büyütecek ayrışmalar. Birlikte hareket edebilen ama farklılıklarını da gözeten gruplar oluşacaktır. Havle ilk feminist dernek, zamanla onun yanında başka dernekler, hareketler çıkacaktır, diye düşünüyorum.
Yeri mi çok emin değilim ama bazı röportajlarında bir yerde “başörtüsü yorgunluğu” ile “başörtüsü kırılması”ndan bahsediyorsun. Biraz açmak ister misin?
Belgeselin içinde de bu konuyu işledim alâkasız bir konu değil; çünkü 80’ler 2000 arası Müslüman kadın hareketi için başörtüsü sorunu bir önceki kuşak için çok belirleyici bir şeydi. Hatta feminist seküler feminist gruplarla ayrışma sebepleri de o. Çünkü orada bir varlık mücadelesi vardı. Kadın sorunu olarak görülüp görülmemesi ve hareketin kendi içinde de başörtüsünü kadın sorunu olarak görenler vardı. Bir yandan da sadece Müslümanların, ümmetin sorunu olarak görenler vardı. Bunun için başörtüsü sorunu belirleyici bir şey. Ama başörtüsü sorununun çözülmesi ile de günümüzdeki başörtülü Müslüman Feministler -2000’ler sonrasındaki kuşak- kadınlık meseleleri üzerinden daha çok şey üretmeye başladı. Belgeselde de konuşmacılarım bundan bahsediyorlar bir yandan da tabii kadınlar başörtüsü sorunu çözülmesi ile bir sürü alanda var oldular. O var oluş belli sorunları da ortaya çıkardı. Başörtülü kadınlar ne kadar başarılı olursa olsunlar cam tavanla orada da karşılaştılar ya da işte Müslüman erkeklerle aynı ortamlarda bulundukları için yine kadınların yaşadığı ayrımcılıklara maruz kaldılar. Başörtüsü kırılması buradan ileri geliyor.
Konuyu dağıtmadan söyleyeyim başörtüsünü çıkaran kadınlar da bir mevzuydu, işte bu yılların mücadelesinin verdiği yorgunluk birçok kadında var. Başörtüsü hâlâ başörtülü Müslüman kadınların hayatında çok belirleyici çünkü muhalif de olsan önce başörtüsüne bakılıyor, iktidar yanlısı da olsan önce başörtüsüne bakılıyor. Türkiye’deki kutuplaşmanın bedelini yine en çok kadınlar başörtülü, başörtüsüz kadınlar yaşıyor. Başörtüsü meselesi hâlâ Türkiye’de hem yorgunluk sebebi hem kırılma sebebi; hem pek çok şeyin değişim sebebi oluyor pek çok sorunun da kaynağı olarak devam ediyor. Onun için bu mevzuyla ilgili bir şey söylemeden Türkiye’deki Müslüman Feministleri ya da Müslüman kadın hareketini anlatmak zor olur. Umarım bunların çok da mevzu olmadığı günler de gelir, diye bir temenniyle bitirelim.
Nebiye Arı Kimdir
1988, Bilecik doğumlu. Daha önce edebiyat dergilerinde ve farklı web sitelerinde gönüllü editör olarak çalıştı. Sivil Sayfalar, Yeşil Gazete, Artı Gerçek sitelerinde haberleri yayımlandı. Artı TV’de iki buçuk yıl sosyal medya editörü olarak çalıştı. VidyoLog isimli bir oluşumda yazılı ve video haber içerikleri üretti. Nişantaşı Üniversitesi İİBF Yeni Medya bölümü öğrencisi. Şu an bağımsız olarak yazılı, sesli ve video haberler üretmeye devam ediyor. Nebiye, Project Zoom programında İslami Feminizm adlı çalışmasını, gazeteci Agit Akgöl ve sanat yönetmeni asistanı Mevlüde Ecem Öksüz ile birlikte yürütüyor.