Modern zamanların en başarılı toplumsal hareketi olan kadın hareketi bir yandan sivil toplum örgütleriyle birlikte kurumsallaşarak, öte yandan kadınların yeni teknolojilere katılımıyla hızlanan çok sayıdaki bağımsız kadın projeleriyle hiçbir dönemde görülmedik ölçüde bir tematik çeşitliliğe ulaştı. Artık temsili kuruluşlar yok, dev büyüklükte gruplaşmalar yok. Hiçbir program, hiçbir metin sürekli değişim geçiren kadın hareketini temsil etmiyor.
Siyahi kadınların başlattığı #MeToo hareketi bu hızlı gelişmeye çok çarpıcı bir örnek. Hareket başlangıçta Hollywood yıldızlarının sesi değildi. Marjinal topluluklarda yaşayan cinsel tacize uğramış genç kızların varoluşsal sorunlarını, sefaletini ve sömürülmesini bertaraf etmeye çalışan kitlesel bir hareketti. #MeToo, 2017’de üst, orta sınıftan iyi eğitimli, saygın, kibar kadınların da sesi oldu ve tweet hızıyla küresel bir harekete dönüştü. Bundan on yıl önce başlayan hareketin kurucusu Trana Burke, “Taciz için şimdi çok daha fazla kanıtımız var. Artık sistemler hakkında konuşmalıyız, Hollywood’da da aynı sistem var ve bunun ne kadar yaygın olduğunu, orada da ataerkilliğin gerçekten cinsel şiddetin yerleşmesine izin verdiğini görüyoruz” diyor.
Hareket siyahlardan Hollywood artistlerine, Batı’da iş kadınlarından siyasetçilere ve Haç sırasında yaşananlarla Mısır’daki Müslüman kadınlara kadar sıçradı. Bizde ise fırtınanın kopması geçtiğimiz aralık ayında oldu, Twitter’da edebiyat ve kültür dünyasından gelen ifşaatın kadınların sinirini ayağa kaldırmasıyla “susma bitsin” paylaşımları altında çığ gibi büyüyen hareket her tür inanç ve görüşteki kadından destek gördü.
Erkekler çoğunlukla dişlerini sıkıp bir an önce fırtınanın dinmesini beklediler. Sosyal medya paylaşımlarında yaşananlara sıcak empati gösterenlerin sayısı çok azdı. Tepki gösterenlerin ezici çoğunluğu soğukkanlı bir stilistik ahlaki duruşla desteklerini esirgemeyenlerdi. Liste dışardan bakışta hiç tahmin edilmeyecek isimlerle uzamaya başladığında erkek dünyasından tacize karşı çıkan olumlu tepkiler de yerini hızla sözde tepkilere bıraktı, ardından kadın hakları konusunda mansplaining yapan “iyi niyetliler” de büyük bir suskunluğa gömüldüler.
Yerleşik ataerkil toplumsal değerlerin kanırtılmasından korkan muhafazakâr kesim açıkça kadınlara hareketten uzak durma çağrısı yaptı. Özellikle mahallenin ablaları “iftiraya uğrayan” erkeklere kol kanat gerdiler. Cinsel saldırı ve cinsel tacizin öyle fiziksel bulgu, görgü tanığı ve delil olmadan gerçekleşen suçlar olduğunu göz ardı eden yalnızca muhafazakâr kesim değildi, adaletin olmadığını söyleyen modern kesimden de ifşada bulunan kadınlara benzer suçlama geldi: Kesin kanıt var mıydı, yargısız infaz yapılıyordu, o da yüz vermiş olamaz mıydı, peki neden yanına gitmişti, belki sadece bir flörttü, ne kadınlar vardı kariyer yapmak için erkekleri baştan çıkarıyorlardı.
Günümüzde kadınlara yönelik cinsel taciz ya da açık ayrımcılığın kabul edilmez olduğu konusunda görünürde geniş bir mutabakat olmasına karşın iş ifşa hareketine geldiğinde durum değişti. Muhafazakâr kesim tacizin bireysel bir suç olduğu için yargı yoluyla halledilmesi gerektiğini, ailenin kutsallığına, geleneksel değerlerimize saldırı olduğunu iddia etti. Olaya “analitik” bakan modernler #MeToo’nun gerçek cinsiyetçilikle mücadele etmediğini, bu eylemin karşı cinsle ilişkilere zarar verdiğini, erkeklerin artık korkmaya başladığı ikazında bulundu.
2018’in ocak ayında #MeToo hareketinin en önemli gecelerinden biri olan Altın Küre’de Hollywood’un büyük yıldızlarının siyahlar giyerek tacizi protesto etmesinin ardından Batı dünyasında karşı ataklar başlamıştı. Fransız oyuncu Catherine Deneuve’ün de aralarında olduğu yüze yakın ünlü kadının ”Le Monde”da yayınlanan açık mektubunda #MeToo’ya bizdekilere benzer eleştiriler vardı. Ancak bu ”karalama kampanyası” için yapılan “Tecavüz bir suçtur, ancak ısrarcı bir biçimde de olsa birini baştan çıkarmaya çalışmak suç değildir” saptaması daha sonra çok tartışıldı.
Peki bu ısrarcılık, baştan çıkarma cinsiyetçi olamaz mı? Kadınlara karşı neden bu kadar çok iltifat ve “pozitif peşin hükümler” var?
Bu sorulara yanıt veren geniş bir araştırma yazısı psikoloji alanında haftalık dergi “in Mind’da” yayınlandı. Osnabrück Üniversitesi’nden sosyal psikoloji profesörü Julia C.Bercer ile konu üstüne doktora çalışması yapan Lea Hartwich imzasını taşıyan yazı çok geniş bir kaynak taramasına dayanıyor.
Yazı, cinsiyetçiliği kadınlara karşı yalnızca olumsuz tutumlar ya da sosyal normlar olarak anlamanın onu açıklamaya yetmediğini söylüyor. Erkekler sosyal hiyerarşilerini sürdürebilmek için sosyal barışı korumak ve dezavantajlı kadınlarla statü farklılıklarını gizleyen pozitif ilişkiler kurmak zorundalar. Kadınların da bu düzenin onların lehine olabileceğine inandırılmaları gerekiyor. Bu dominant olanla ona bağımlı arasındaki eski ve bilindik ilişki artık günümüzde daha rafine bir şekilde romantize ediliyor. Erkekler kendi yakın ilişkilerinde dominantlıklarını sürdürürken sorun çıksın istemiyorlar. Aslında “Hostile/düşmanca cinsiyetçilik” ile “benevolent/hayırsever cinsiyetçilik” birbirleriyle çok yakından ilişkili. Tek farkla, ikinci gruptaki kararsızlara göre düşmanca cinsiyetçilik açık ve nispeten kolay tanınabiliyor. Hayırsever cinsiyetçilik ise kendini olumlu tutumlarla gizlediği için çoğu kez fark edilmeden geçiliyor. “Hayırsever” olanlar genellikle kendilerini cinsiyetçi olarak görmüyorlar. Bu erkeklere beyefendi ve koruyucu rolü biçilmiş. Bu rolde sallanan büyük bir güç dengesizliğini de çoğu kadın görmüyor. Hatta onlardan yararlanan kadınmış gibi yorumlanıyor.
Yazıda eleman alımında cinsiyetçi şefle, hayırsever şef arasında yapılan karşılaştırmayla olumlu klişelerin üstü kapalı cinsiyetçiliğe nasıl hizmet ettiği anlatılıyor. Düşmanca cinsiyetçi olan şef sektörde kadına yönelik ayrımcılığın, kadına avantaj sağlamak için feministler tarafından abartıldığını söylüyor ve “zayıf cinsiyet” kadınları işe alması için kendine yapılan baskıdan şikâyet ediyor. Hayırsever şef ise, şirkette güzel zevkinden ve nezaket duygusundan yararlanılabilecek bir kadın çalışanın alınması konusunda öteki çalışanların da onunla hemfikir olduğunu ifade ediyor. Bu ifadeyi duyan kadın adaylar testte daha kötü bir performans gösteriyorlar. Konsantrasyonları kendi yeterlilikleriyle ilgili şüpheler nedeniyle engelleniyor. Kadınlar daha sonra düşmanca olanı cinsiyetçi olarak gördüklerini, hayırsever cinsiyetçilik karşısında öfke yerine kendinden şüphe duyduklarını söylüyorlar. Çünkü kadınların daha yüksek sosyal yeterliliği ve duygusal zekâsı olduğu klişesi kural olarak kişisel ilişkiler için de geçerlidir. Bu özellikler sanayi sonrası beyaz yakalıların sayısının mavi yakalıları geçtiği işyerleri için öne alınmaya başladı ama kural olarak güç ve başarı ile ilişkilendirilen özellikler kadınlardan çok erkeklere uygun görülür. Sıcak, şefkatli olma atfı onların otomatik olarak daha az yetkin olarak algılandığı anlamına gelir. Yani bu tür iltifatların kendiliğinden olumsuz olduğu anlamına gelmiyor. Gerçekten de günümüzde kadınlar uyumlu ve empatik oldukları için tercih edilebiliyorlar. Olumsuz etki, yalnızca iltifatlar klişeleşmiş biçimiyle ifade edildiğinde ortaya çıkıyor. Bunun yerine örneğin, kadınları yalnızca görünüşleri veya empatileri için değil, aynı zamanda mesleki başarıları ya da yetenekleri için de kabul gördükleri söylense bu sonuçtan kaçınılabiliyor.
Kimse Catherine Deneuve’e, yiğitlik şovenist bir saldırganlık değildir demesine itiraz edemez. Ancak hata “yiğitliğin” kadın ve erkek arasındaki eşitsizliği sürdürmeye yardımcı olamayacağı varsayımında yatıyor. Aksine, şövalyelik gibi yardımsever cinsiyetçi davranışlar, erkeklerin geleneksel cinsiyet rollerini kendileri ya da başkaları tarafından cinsiyetçi olarak algılanmadan incelikli bir şekilde pekiştirmelerine izin veriyor.
Sosyal psikolojik araştırmalar hâlâ geleneksel cinsiyet rollerinin üstesinden gelemediğimizi gösteriyor. #MeToo gibi hareketlerde yeni yaklaşımlara ihtiyaç olabilir, belki bu hareket çok daha olgunlaşmış başka eylemlere gebe. Ancak şu çok net ki kadınların farkındalık düzeyini yükseltiyor, dayanışma bağlarını pekiştiriyor. Ve bu kadar kısa bir sürede küresel olarak yaygınlaşma hızı, tamamen yeni bir şeyin ortaya çıkacağının ve erkeklerin baskın rollerini uzun vadede sürdüremeyeceklerinin işaretini veriyor.