Ana SayfaManşetKürtlerin niyeti ve devletin direnci örtüşmüyor

Kürtlerin niyeti ve devletin direnci örtüşmüyor

Herkesten çok devlet Kürt meselesinin bir bölünme meselesi olmadığını çok iyi biliyor. Kürt meselesi, askeri ve hukuki bakımdan hiç kontrol dışına çıkmadı ve ciddi bir tehdide dönüşmedi. Peki o halde çok daha güçlü ve elverişli konumda olan devlet, neden hala bölünme siyasetinin arkasına saklanmaya devam ediyor? Devlet, neden hala defalarca kapatılmasına rağmen ısrarla varlığını sürdüren yasal ve meşru bir Kürt partisini kapatmanın planlarını yapıyor?

HEP, ÖZEP, ÖZDEP, DEP, HADEP, DEHAP, DTP, BDP, HDP, DBP​

Yukarıda alfabetik kodlar ile temsil edilen Kürt partilerin sekizi ya Anayasa Mahkemesi kararıyla kapatıldı ya da haklarında kapatılma davası açılırken mecburen kendisini feshetti.

Sekiz partiyi, partiler mezarlığına göndermek büyük bir direncin varlığını anlatır. Direncin ilgi alanı çözüm değil, kontrol etmektir; çünkü Kürt meselesi, Türk siyasetinin bir parçası değil, kontrol ihtiyacının özü de siyasete dayanmaz.

Devletin devamlılığında Kürt meselesi iktidar bloklarının stratejik malzemesidir. Devlet aygıtını ele geçiren, siyasi irade, iktidarı realize ederken, iktidar terkibi için, bu sorunu merkeze alır. İktidar blokları için Kürt meselesi asla ciddi bir tehdit olmadı ama aynı iktidar blokları için Kürt meselesi en elverişli malzeme olma niteliğini korudu.​

1970’li yıllardan sonra askeri vesayet, iktidar ortaklığını ve siyasetteki ağırlığını Kürt meselesi üstünden tahkim etti. “Düşük yoğunluklu savaş” kavramı kamuoyu ile paylaşılan, bu ihtiyacın rasyonel hale getirilmesinin adıydı.

İşler bütünüyle kontrolden çıktığında, yapılan askeri darbelerin de öncelikli argümanlarından biriydi. Aslında bütün askeri darbeler, çıplak bir biçimde, devletin Kürt meselesini nasıl araç sallaştırdığının trajik hikayesidir. Askeri darbeler bu bahiste iki olguyu tescil etti.

Birincisi, devlet, askeri bakımdan bütün Kürt potansiyelinden daha güçlü ve daha baskındır. Dolayısıyla askeri varlığıyla, Kürt potansiyeli, hiç bir zaman ciddi bir tehdit boyutuna ulaşmadı.

İkincisi, yine Kürt potansiyelinin devlet yargısını aşma imkânı hiç oluşmadı. Devlet istediği partiyi istediği zaman kapattı, istediği siyasetçiyi yine istediği zaman da mahkum etmekte hiç beis görmedi.​

Bunun anlamı şudur; Kürt meselesi, askeri ve hukuki bakımdan hiç kontrol dışına çıkmadı ve bir tehdide dönüşmedi.

PKK tehdit ve terörü bile, her zaman bir kontrol altında oldu. Durum bugün bile değişmiş değildir.​

Açılım ve İmralı görüşmeleri, devlet için bir çözüm arayışı değildi. Her iki süreç de, iktidarın blok mevzilenmesi ihtiyacına karşılık gelir.​

Açıkça söylemek gerekirse, Kürt meselesinin çözümü için, Türkiye Cumhuriyeti’nin genlerinde bir reformist damar yoktur. Aynı nedene bağlı olarak, Türk siyaset sınıfı da bu bahiste, devleti aşabilecek bir perspektife hiç sahip olmadı. Devletin üç halinden biri olan bürokrasi, özellikle de güvenlik bürokrasisi, Kürt meselesinin varlığından beslenir.​

Herkesten daha çok devlet, Kürt meselesinin bir bölünme meselesi olmadığını çok iyi biliyor. Bölünme bu stratejinin demir eldiveni. Esasen Türkiye Cumhuriyeti, devlet yönetimini Kürtlerle paylaşmak istemiyor. Bu mana da Kürt meselesi, bu isteksizliğin resmi mazereti oluyor.​

Türkiye Cumhuriyeti çok iyi biliyor ki, Dünya da Kürtler için bir devlet kurma peşinde değildir. Kürt meselesi dünya için bir siyasi mesele değildir. Dünya Kürt meselesini hala insan haklarına dair bir demokrasi meselesi olarak görüyor.

Kerkük ve Afrin hadiseleri bunun açık kanıtlarıdır. Dünya dört tarafı düşman devletlerle çevrelenmiş bir Kürdistan’ın büyük bir maliyeti olduğunu biliyor. İsrail tecrübesi bunun somut örneği.

Şimdi asıl soru şudur; Ekonomik, siyasal, askeri ve hukuki olarak, çok daha güçlü ve elverişli konumda olan devlet, neden hala bölünme siyasetinin arkasına saklanmaya devam ediyor?​

Devlet, neden hala kendi egemenlik alanında varlığını sürdüren yasal ve meşru bir Kürt partisini kapatmanın planlarını yapar?​

Galiba artık Kürt meselesi, Türk siyasetinin bir parçası olma niteliği kazanmaya başlıyor.

Kürtler sürekli kapatılma tehditliyle karşılaşmalarına rağmen, yasal süreçlerden kopmama iradesi gösterdi. Bu bile kendi başına Kürtlerin demokrasi ile olan ilişki ve niyetlerini açıkça ortaya koyuyor. Kürtler demokrasi istiyor. Kürtler siyasi partiler aracılığıyla siyasetin bir parçası olmak istiyor.​ Devlet de çözüm sürecinde bunu istemiyor muydu?

Ee o halde?

- Advertisment -