Kabine toplantısından sonra ABD Başkanı Joe Biden’ın 24 Nisan açıklamasında 1915 olayları için “soykırım” demesini değerlendiren Erdoğan “Ülkemizde ve dünyada bu konuda hala kafası karışık olanlar için meseleyi özetle anlatmak istiyorum” diyerek 1915 öncesi ve sonrasındaki tarihi olayları anlattı.
Erdoğan’ın konuşmasının geniş bir özeti şöyle:
“ABD Başkanı Biden, 24 Nisan günü yayımladığı bir mesajda coğrafyamızda bir asırdan daha uzun süre önce yaşanmış acı olaylarla ilgili mesnetsiz, haksız ve hakikatlere aykırı ifadeler kullanmıştır. Hiçbir tarihi ve hukuki temeli olmayan bu ifadeler, milletimizin her ferdi gibi bizi de ziyadesiyle üzmüştür.
Açıklamadaki ifadelere radikal Ermeni çevrelerin ve Türkiye karşıtı grupların baskısıyla yer verildiğini düşünüyoruz ancak bu durum, ortaya çıkan tablonun iki ülke ilişkileri üzerindeki yıkıcı etkilerini ortadan kaldırmıyor. Türkiye olarak tarihte yaşanan acıların yarıştırılması gibi bir anlayışı kesinlikle insani bulmuyoruz ama şayet böyle bir yola girilecekse bu yarıştan alnı ak, vicdanı müsterih, kalbi mutmain çıkacak tek millet ve devletin biz olduğunu da hatırlatmak isteriz.
Amerika ve Avrupa başta olmak üzere bize ‘soykırım’ ithamını yönelten çevrelerin hepsi de böyle bir mukayese sonrasında insan içine çıkamayacak hale gelecektir. Esasen son 2 asırda en büyük sivil can kayıpları ve buna bağlı nüfus hareketleri Osmanlı coğrafyasında, yani bizim vatanımızda olmuştur.
Osmanlı’nın Balkanlar’dan Kafkaslar’a uzanan topraklarındaki nüfusunun neredeyse yarıya yakınını oluşturan 10 milyon insanın yarısının ölüm, yarısının ise sürgün acısı yaşadı. Bunu biz söylemiyoruz, bizzat Batılı tarihçiler ifade ediyor. Dikkat ederseniz bu 10 milyon insanla ilgili ne silahlı bir çete fotoğrafı ne geride bıraktıkları kanlı izler ne utanç verici başka hangi bir hikaye göremezsiniz, bulamazsınız. Bu insanlarla ilgili anıtlara, lobilere, meclis kararlarına ve haklarının aranması anlamına gelecek bir faaliyete de rastlayamazsınız. Sadece dedelerin torunlarına yürekleri burkularak, gözlerinden akan yaşlara engel olamayarak anlattıkları acı hatıraları vardır. Çünkü bu insanlar Türk’tür, çünkü bu insanlar Müslüman’dır. Dolayısıyla Batılının gözünde istismara müsait malzeme değildir.
Millet olarak bugüne kadar kendi acılarımızı istismar aracı haline getirme gibi bir zihniyetle hareket etmedik. Bizim acılarımızı kalbimize gömüp sadece ileriye bakma erdemimizi, sanıyoruz bazıları yanlış anlıyor. Buna göre bizim de Batı’da Balkanlar’ın kaybından, Doğu’da uğradığımız işgallerin hesabına, güneyimizde bize verilip tutulmayan sözlere kadar kapsamlı bir muhasebe yapıp ortaya çıkan faturayı da muhataplarımızın önüne koymamız gerekiyor. Hiç sınırlarımız dışına çıkmaya bile gerek yok, Adana’dan Antep ve Maraş’a, İzmir’den Afyon’a, İstanbul’dan Çanakkale’ye, Kars’tan Artvin’e kadar her şehrimiz kendi kayıplarının peşine düşse bile yeter. Aynı yaklaşımı tüm mazlum toplumların, coğrafyaların da göstermesi halinde ortaya nasıl bir sonuç çıkacağını kim bilebilir. Batı’nın Ermeni meselesindeki tutumu ve terör örgütlerine karşı sergiledikleri riyakar tavrın sonu işte bu yola çıkıyor.
Tarihteki olayların araştırılması ve hakikatlerin ortaya çıkartılması bu işin erbabına yani tarihçilere bırakılmalıdır, siyasetçilere değil. Yıllardır dile getirilen Ermeni iddiaları konusunda ortak bir tarih komisyonu kurulması teklifimize hala bir cevap alamadık.
Biz kendimize bu kadar güvenirken karşı tarafın iddia sahibi olarak gerçeklerin peşinde koşmak yerine meseleyi ısrarla siyasi zemine taşıması işin aslını göstermeye zaten tek başına yeterlidir.
Ülkemizde ve dünyada bu konuda hala kafası karışık olanlar için meseleyi özetle anlatmak istiyorum.
Osmanlı’nın son döneminde ülkedeki pek çok kesimin batılılar tarafından tahrik edilerek, cesaretlendirilerek ve silahlandırılarak ayaklandırıldı. Bugün üzerinde çok sayıda devletin yer aldığı Balkan toprakları işte bu şekilde başlatılan asimetrik savaşlarla ülkeden koparılmıştır. Doğuda da aynı senaryo Çarlık Rusya’sının da iştirakiyle Ermeniler üzerinden oynanmıştır.
I. Dünya Savaşı’na kadar 40 civarında isyan çıkartan Ermeni çetelerin bu dönemde kontrolden çıkarak büyük katliamlara yöneldiler. Batılıların siyasi ve ekonomik, Rusların da askeri desteğiyle palazlanan Ermeni örgütleri köyleri ve şehirleri basıp önlerine gelen herkesi kadın çocuk ihtiyar demeden öldürmüşlerdir. Mensuplarının toplamı 150 bin ile 300 bin arasında ifade edilen bu çeteler topraklarımıza saldıran Rus ordusunun saflarında da aktif olarak bize karşı savaşmışlardır. Van’dan Kars’a, Erzurum’dan Anadolu içlerine kadar pek çok yerde sayıları milyonla ifade edilen, tamamı sivil Türk ve Kürt nüfus Ermeni çeteler tarafından katledilmişlerdir.
“Peki 24 Nisan’da ne olmuştur? Aslında 24 Nisan’da insani trajedi anlamında hiçbir şey olmamıştır. 24 Nisan 1915 tarihi sadece Osmanlı devletinin savaş halinde bulunduğu ülkelerle bir olup aleyhine faaliyet yürüten Taşnak, Hınçak ve Ramgavar gibi örgütleri kapatıp 235 yöneticisini tutukladığı gündür. Daha ortada ne Sevk ve İskan Kanunu ne de bunun uygulaması olmadığı için yaşanan herhangi bir can kaybı da söz konusu değildir. Ülkemizdeki Ermeni toplumu dünyadaki genel uygulamaya paralel şekilde bu tarihi kendi acılarını anma günü olarak kabul etmiştir. Biz de gerçekte bu tarihte ne olduğunu bilmemize rağmen Ermeni toplumunun tercihine saygı duyarak kendilerine bir süredir acılarını paylaşan mesaj gönderiyoruz. Osmanlı devletinin 24 Nisan’da yaptığı bu tutuklamaların ardından 27 Mayıs’ta Sevk ve İskan Kanunu çıkartılmış, 1 Haziran’da da uygulamasına geçilmiştir. Yapılan işlem muhtemel bir tehdide veya tehlikeye değil, bilfiil yürüyen bir isyana ve artarak süren katliamlara karşı alınmış bir tedbirdir.
Genel seferberlik sebebiyle eli silah tutan erkeklerin hemen tamamı cephede olduğu için geride sadece savunmasız kadınlar, çocuklar, yaşlılar kalmıştır. Ermeni çeteleri Türk ordusuyla veya şehirlerini koruyan silahlı Türk milisleriyle çatışmamış, sadece masum ve savunmasız insanları katletmişlerdir. Van’ın Zeve Köyü’nde yaşayan 2 bin 500 sivilin tamamının tek bir fert hayatta bırakılmaksızın Ermeni çeteciler tarafından şehit edilmişti. Sadece Muş’ta 1 yıl içinde 20 bin vatandaşın katliama maruz kaldı.
Hızlarını alamayan Ermeni çeteciler Trabzon civarındaki Rum ve Hakkari’deki Musevi Osmanlı vatandaşlarını da topluca öldürmekten çekinmediler. Şayet ortada tarafların karşılıklı savaşmış olmalarından kaynaklanan bir kayıp olsa, bu da bir yere kadar anlaşılabilir. Ama tekrar ediyorum Ermeni çeteleri sadece Anadolu’da savunmasız sivil Türkleri ve Kürtleri, Kafkasya tarafında da Çerkezleri katletmişlerdir. Ermeni çeteciler yaptıkları katliamları ve yüz binlerce insanı göçe zorladıklarını övünerek anlatmışlardır. Bununla ilgili pek çok belge bölge ülkelerinin arşivlerinde mevcuttur. Osmanlı devleti, çıkardığı Sevk ve İskan Kanunu’yla bu katliamları gerçekleştiren çetelerin dayandığı Ermeni nüfusu geçici olarak başka bölgelere gönderme kararı almıştır. Üstelik bu karar ülkedeki tüm Ermenileri değil, sadece çete saldırılarının yoğun olduğu yerlerdeki Ermeni nüfusu kapsamaktadır.”
Çıkarılan kanunla yeri değiştirilen Ermeni nüfusun sayısı konusunda da pek çok tezviratın ortada dolaşıyor. 1. Dünya Savaşı öncesi Osmanlı topraklarında Ermeni nüfusun toplamı 1 milyon 300 bin olarak kayıtlarda yer alıyor. Şu anda ben belgeyle konuşuyorum, Sayın Biden gibi konuşmuyorum. Biden neye dayanarak, nasıl konuşuyor bilmiyorum. 1 milyonun üzerinde şu anda arşivlerimizde belge var. Buyursunlar, gelsinler, belgeleri incelesinler. Acaba Amerika’nın arşivlerinde ne kadar bu konuda belge var veya varsa bu belgeleri açabiliyor mu? Avrupa’da var mı, varsa açabiliyor mu? Biz ‘hodri meydan’ diyoruz ama bugüne kadar bizim bu çağrılarımıza cevap veremediler. Şu anda bu nüfusun yaklaşık 350 bini savaş döneminde Rus topraklarına geçmiştir. İran’a gidenlerle birlikte bu rakam 500 bine ulaşmaktadır. Dolayısıyla sevk ve iskana tabi tutulanların sayısı Amerika’nın kendi raporlarında bile en fazla 600 bin olarak belirtilmektedir ki gerçek rakam daha da azdır. Osmanlı’nın Ermeni nüfusu yer değiştirme işlemi sırasında salgın hastalıktan, asayiş sorunlarından veya güvenlik güçleriyle çatışırken hayatını kaybedenlerin sayısı ise 150 bini ancak bulmaktadır. Elbette bu 150 bin kişinin her biri bir candır ve önemli bir rakamdır. Gerçek rakamların bir sıfır ilaveyle abartıldığını bizzat Ermeni tarihçilerin ve siyasetçilerin kendileri de itiraf ediyor. Yine Ermeni tarihçiler, kayıpların çoğunun cephedeki savaşlarda yaşandığını da belirtirler.
Osmanlı Devleti, Ermeni nüfusunu başka bir yere göndermedi. Kendi toprakları içinde yer değiştirtti. Bu kanuna tabi kişilere hazırlık için bir hafta süre verilmiş, mazereti olanlar da sevkten muaf tutulmuşlardır. Sevk işlemleri sırasında gereken idari tedbirler alınmış, bunun için gereken tahsisat da yerel birimlere gönderilmiştir. Bu dönemde kimsesiz kalmış olan Ermeni çocuklara sahip çıkılarak kendileri için yetimhaneler kurulmuştur Sayın Biden. Mağdur durumda olan Ermeni nüfusa dışarıdan yardım gönderilmesine de hiçbir zaman engel çıkartılmamıştır.
Türklere ait toplu mezarlar vardır ama hiçbir yerde Ermenilere ait toplu mezara rastlayamazsınız. Çünkü böyle bir hadise yaşanmamıştır. Savaş döneminde ülkemiz topraklarında çoğu, İstanbul ve batı şehirlerimizde olmak üzere 300 bin Ermeni yaşamayı sürdürmüştür.
Şu anda İstanbul’da 100 bin Ermeni nüfus bulunuyor. Biz bu konularda hiçbir zaman dışlayan olmadık. Savaş sonrası geri dönenler ile bu rakam bir ara 650 bine yaklaşmıştır. Herhalde insanlar katledildikleri, soykırıma uğratıldıkları bir yere gönüllü olarak geri dönmezler Sayın Biden. İngilizler tarafından 1921’de yapılan bir nüfus istatistiğinde, eski Osmanlı coğrafyasındaki toplam Ermeni nüfus 1,2 milyona yakın olarak belirtilmektedir. Bu rakam savaş öncesi nüfusla ve savaş sırasındaki gerçek kayıplarla uyumludur. Bilhassa Suriye, Ürdün ve Lübnan gibi yerlere gönderilen Ermenilerden önemli bir kısmı zamanla Amerika kıtasına ve Avrupa’ya göç etmişlerdir. Ermeni tezlerini destekleyenler, o dönemde evlerinden ayrılan herkesi öldürülmüş gibi göstererek soykırım yalanlarını desteklemeye çalışmaktadır.
Eğer Osmanlı, Sevk ve İskan Kanunu ile iç karışıklık yaşanan bölgelerdeki Ermeni nüfusu başka yerlere göndermeseydi, cephelerdeki askerlerini çekmek mecburiyetinde kalacaktı. Daha açık bir ifade ile mesela, Çanakkale’de veya Kudüs’te savaşan askerlerimizi karışıklık yaşanan bölgeleri güvenli hale getirmek için oraya göndermemiz gerekecekti. Böylece Osmanlı, cephede düşmanla değil sınırları içindeki çetecilerle mücadele ederken savaşı kaybetmiş olacaktı. Allah göstermesin bu tehlikeli süreç, bizi ağır bir esaretle yüz yüze bırakarak, İstiklal Harbi’mizi dahi tehlikeye atacak boyuta ulaşabilirdi. Zaten o günlerde savaştığımız düşmanların istediği de buydu. Ermenileri bu sinsi senaryoda acımasızca kullanmışlar, amaçlarına ulaşamayınca da ölülerini dahi istismar etmekten çekinmemişlerdir. Halbuki diğer tarafta şöyle bir gerçek var. Çok değil, bir asır önce bugünkü Ermenistan devletinin bulunduğu coğrafyadaki nüfusun yüzde 80’inden fazlası Müslümanlardan oluşuyordu, burası çok önemli. Oysa bugün aynı coğrafyada Türk ve Çerkez nüfustan oluşan Müslümanlardan neredeyse kimse kalmamıştır.
Kızılderilileri zaten söylememe gerek yok, onlar her şeyiyle ortada. Bütün bu gerçekler ortadayken sizler kalkıp da Türk’e, Türk milletine ‘soykırım’ yaftasını yakıştıramazsınız. Bakın buralarda on binlerce sivil insan katledilirken 1,5 milyon Azerbaycanlı kardeşimiz evlerini terk etmek mecburiyetinde bırakılmıştır.
En başından beri Ermeni çevrelerin soykırım yalanı üzerine bu derece abanmalarının sebeplerinden biri de yaklaşık 1,5 asırdır yaptıkları kıyımlardan ve ihlallerden sorumlu tutulma korkularıdır. Büyük vaatlerle kandırılan Ermenilerin, hem Ruslar hem de Avrupa ve Amerika tarafından aldatılmış olmanın utancı ve öfkesini bu yalanla örtmeye çalıştıkları anlaşılıyor. Ermeni yalanlarını destekleyen çevreler de kendi tarihlerindeki utançların üzerini örtme telaşı içindeler.
Toplamda 17 milyon insanın öldüğü 1. Dünya Savaşı döneminde yaşanan sivil kayıplar üzerinden bir değerlendirme yapacaksak, şunları da hatırlatmamız gerekiyor: Aynı dönemde Çarlık Rusyası topraklarında yaşayan yüz binlerce Alman ve Musevi kökenli vatandaşını Alman ordusuyla iş birliği yapma ihtimalleri olduğu iddiasıyla Sibirya tarafına sürmüştür. Daha doğrusu sürgün adı altında bu insanların çok büyük bir bölümü açlık, hastalık ve soğuk altında ölüme terk edilmiştir.
Avusturya-Macaristan İmparatorluğu kendi vatandaşı olan yüz binlerce Rus asıllı insanı kurşuna dizerek, asarak veya toplama kamplarında ölüme yollayarak ortadan kaldırmıştı. Balkanlarda ve Kafkaslar’da bizim uğradığımız, 5 milyonu ölümle 5 milyonu yerinden edilmeyle sonuçlanan kayıtları tekrar hatırlatmak istiyorum. Osmanlı’nın 1915’te gerçekleştirdiği Ermeni Sevk ve İskanı sırasında yaşanan kayıpları işte bu iklimde değerlendirmek gerekiyor.
Şayet Ermenilerin kayıtları ‘soykırım’ olarak nitelendirilecekse, verdiğimiz bu örnekler başta olmak üzere aynı dönemde yaşanan tüm olaylar da aynı paranteze alınmalıdır. Hatta öncesine ve sonrasına gidecek olursak Amerika ve Avrupa tarihinde soykırım diye nitelendirilebilecek nice hadiseye rastlayabiliriz. Kızılderililer’den siyahilere, Almanya’nın Dresden kentinde yapılanlardan Japon şehirlerine atılan atom bombalarına, özellikle Vietnam’dan Irak’a kadar pek çok başlıkta bu konular tartışmaya açılabilir. Güney Amerika’dan Afrika Kıtası’na ve Doğu Asya’ya kadar dünyanın dört bir yanındaki nice toplumlar yaşadıkları zulümleri yüreklerinde hala bir yara olarak taşıyor. 1. Dünya Savaşı’nda bizim topraklarımızda ortaya çıkan acı görüntüler ise aynı dönemde istisnasız herkesin yaşadığı sorunların bir kesitini teşkil ediyor.”
Amerika Birleşik Devletleri’nin, bu gerçekler ışığında attığı yanlış adımdan bir an önce dönmesini umut ediyoruz. Soykırım gibi ithamlar, siyasetin konusu olamayacak kadar hassas konulardır. Tarih ilmi bir kenara bırakılarak, ülke başkanlarının, parlamentolarının bu tür konularda ahkam kesmesi, işleri içinden çıkılmaz bir hale getirmekten başka işe yaramaz. Biz tarihe, husumet çıkarmak ve yeni kavgalar üretmek değil, daha güzel bir geleceği inşa ederken ders almak için bakılması gerektiğine inanıyoruz.
Uzun yıllar boyunca Amerika ile ‘güvenilir müttefiklik’ üzerine kurulu yakın ilişkilerimiz olmuştu. Türkiye’nin kırmızı çizgisi olan FETÖ ve PKK-PYD’ye verilen destek ile uyguladıkları ambargoyla müsebbibi kendileri olan S-400 krizi gibi hadiseler ‘model ortaklık’ seviyesindeki ilişkilerimize zarar verdi. Son gelişmelerin üzerine adeta tuz-biber olan 24 Nisan açıklamasıyla artık Türk-Amerikan ilişkileri bu seviyesinin de çok gerisine düşmüştür. Biz, milli birlik ve beraberliğimizden, tarihi mirasımızdan, coğrafi avantajlarımızdan ve eşsiz potansiyelimizden aldığımız güçle, şartlar ne olursa olsun kendi hedeflerimize doğru ilerlemeyi sürdüreceğiz. Haklı olduğumuzun gayet iyi bilindiği konularda bize ısrarla geri adım attırılmaya çalışılmasından artık yorulduk. Bu şekilde bizi yolumuzdan döndürebileceklerini sananlar, yanıldıklarını anlamış olmalıdır. Türkiye olarak tüm samimiyetimizle, Amerika Birleşik Devletleri ile de Avrupa Birliği ile de eşit ve adil şartlarda birlikte çalışmak, beraber yol yürümek istiyoruz. Küresel siyasi ve ekonomik sistemin yeniden şekillenme sürecinde bu iş birliğinin çok daha önemli ve herkesin faydasına olduğuna inanıyoruz.
ABD Başkanı Biden ile haziranda düzenlenecek NATO Zirvesi’nde kararlaştırdığımız görüşmede, bu konuları yüz yüze değerlendirerek, yeni bir dönemin kapılarını aralayacağımıza inanıyorum. Tabii ben sayın Biden’a şunu hatırlatmak istiyorum. Biz birbirimize yabancı değiliz. Aramızda farklı ilişkiler var. Sağolsun evimize kadar gelip rahatsızlığımızda biz ziyaret etme nezaketini de göstermiştir. Fakat NATO’nun iki müttefik ülkesi olarak, nasıl oluyor da NATO ile yakından uzaktan alakası olmayan bir Ermeni lobisine Türkiye’yi değişiyorsunuz. Mutabamızla iki ülke ilişkilerini zehirleyen konuları bir kenara bırakarak artık bundan sonrasında yönelik nasıl adımlar atacağız ona bakmamız gerekiyor. Aksi takdirde, ilişkilerimizin 24 Nisan açıklamasıyla düştüğü yeni seviyenin gerektirdiği pratikleri hayata geçirmeye başlamaktan başka çaremiz kalmayacaktır.