Yıllardır fıkra olarak anlatılır; “Rize yüzölçümü bakımından Türkiye’nin en küçük şehirlerindendir ama dağlarını ütülerseniz Konya’dan büyük olur” derler.
İkizdere’deki taş ocağı meselesine bu gözle bakalım. 2014’ten itibaren Çamlıhemşin ve Derepazarı hariç Rize’nin Fındıklı’dan İkizdere’ye kadar bütün ilçeleri ile il merkezinde tam 53 adet taş ocağı ruhsatı verilmiş. 2014 öncesi açılan onlarcasıyla birlikte Rize’de irili ufaklı 100’den fazla taş/kum ocağı, kırma-eleme-yıkama tesisi faaliyet gösteriyor.
Rize’de deniz doldurup kara parçası kazanma işi 1960’lı yıllarda başladı. Dönemin belediye başkanı Ekrem Orhon ilk dolguyu başlatan kişi olarak şehrin hafızasına kazındı. Ekrem Orhon “Denizi kara, karayı para yapan adam” diye anılmakta, efsane belediye başkanı olarak bilinmektedir. Şehir merkezi deniz dolgusu üzerine inşa edilmiştir. Bugün Valilik, Belediye ve diğer kamu kurumları ile şehrin bütün ticaretinin döndüğü iki caddeden biri, dolgu üzerindedir. Yani Rize deniz dolgusuyla 60 yıl önce tanıştı ve bunu çok sevdi, hiç vazgeçmedi. Karadeniz Sahil Yolu yine deniz doldurularak yapıldı. İnşaata dayalı kalkınma modelini benimseyen, iktidarını, oluşturduğu yeni kent rantlarını paylaştırarak güçlendiren AK Parti, denizi karaya karayı paraya çevirme işini abarttıkça abarttı. Dağları ütüleyip Konya’yı geçmeye ant içilmiş bir kere; bunun adı sahil yolu, havalimanı, lojistik liman, şehir hastanesi olmuş, çok fark etmiyor. Denizi karaya çevirmek bunların hepsinden daha önemlidir. Dolgudan murad edilen yeni imar alanları ortaya çıkarmak, yeni kent rantları oluşturmaktır. Bunların paylaşılması, Ekrem Orhon’dan bu yana şehrin siyasetini ve ticaretini elinde tutanlar arasında hiç sorun olmuyor, kimse kimsenin kuyruğuna basmıyor. Rize mutlu mesut yoluna devam ediyor! İyidere’de lojistik liman yapılmasaydı da İkizdere’deki Eskencidere Vadisi’ne başka bir proje adı altında kepçeleri sokmak Rize için işten bile değildi.
Dereler de dolduruluyor
Rize’de doldurulan sadece deniz değil, dereler de yıllardır daraldıkça daraldı, dere ıslahı adı altında beton kanallara dönüştürüldü her biri. Şehir merkezindeki birçoğunun ise üzeri kapatılıp imara açıldı. Rize, dereleri daraltmayı da çok sevdi. Öyle ki, şehrin büyük tüccarları dere yataklarının daraltılması ile etrafında kazanılan alanlarda iş yerlerini, depolarını kurdu. Güneysu havzasından denize ulaşan Taşlıdere’den içeriye doğru giderken iş yerlerini, depoları, toplu konutları sağdan soldan daraltılmış olan dere yatağında görmek mümkün.
Sel ve heyelanlarda kaybolan canlar
Rize’yi bu şekilde bir sanayi şehri yapmakla büyük şehirlere göçü engellemek mümkün olmuyor, gençler kendilerine bu şehirde bir gelecek göremediği için çareyi ya büyük şehirlere yahut yurt dışına göçmekte görüyor ama şehrin büyük tüccarları işlerini büyütüp geliştiriyor. Üstelik, geleceği turizmde olduğu bütün ilgili kuruluşların raporlarında yer aldığı halde Doğu Karadeniz’in en değerli hazineleri olan dağlarını, yaylalarını, derelerini yok etme pahasına herkese ait alanlar özel mülkiyete dönüştürülüyor. Adına kâh taş ocağı deniyor kâh dere ıslahı… Yeni hazırlanan imar planlarında dereleri biraz daha daraltmakta ise hiçbir sakınca görülmüyor!
Bunun faturası, her yıl Temmuz-Ağustos aylarında yaşanan sel ve heyelanlarda kaybolan canlarla ödeniyor. Ve büyük bir yalan her yıl tekrarlanıyor: “Rekor yağış oldu.” Her felaket sonrası tekrarlanan bu yalanla suç yağmura atılıyor, belki vicdan rahatlatılıyor. İşte bir iki ay sonra muhtemelen yine aynı teraneyi dinleyeceğiz; “Rekor miktarda yağmur yağdı, Allah’ın işi ne yapalım, ölenlere rahmet, kalanlara sabır…” Hayır, bu Allah’ın işi değil, şeytana uyanların işi sayın seyirciler.
Elbette sadece Rize değil bu durumda olan; bütün sahil şehirleri böyle böyle yağmalanıyor, kimliksiz, karaktersiz şehirlere dönüştürülüyor. Buraları sanayi şehri yapacağız diye turizm değerlerini, doğal güzelliklerini yok edip turizm şehri haline de getiremiyoruz. Bu kimliksizlik; Artvin’de, Rize’de, Trabzon’da, Giresun’da daha fazla hasar bırakıyor.