Ana SayfaYazarlarCicero ve dinmeyen siyasi hırsı

Cicero ve dinmeyen siyasi hırsı

 

Kimi insanlar vardır ki kabına sığamaz;  amaç ve idealleri için her türlü riski göze alarak yaşar. Onlar hedefe yollanmış bir kurşuna benzer. Beyinlerinde kurgusunu yapmış oldukları o hedefe doğru yol alırlar. Yolda karşılaşacakları zorluklar, yapmak zorunda kalacakları fedakârlıklar kendilerini menzilden saptırmaz. Aksine,  her zorluk, her sıkıntı, neredeyse her engel onları biraz daha çevikleştirir ve kararlı olmalarını sağlar. Tarihte iz bırakmak, geçmiş ve gelecek arasında bir köprü olmak için didinip dururlar. Ancak tamamı hedefe ulaşamaz. Kimi yolun başında, kimi yarısında, kimi sonuna doğru düşer. Lâkin pek nadir olanı da menzile varır ve zaferinin meyvesinden tadar.

 

Marcus Tullius Cicero, (MÖ106-43), kısa adıyla Cicero [Türkçede Çiçero], zorlu hayat mücadelesinde zirveye çıkmayı başarmış o nadir insanlardan biridir.  Cicero iyi bir hukukçu, iyi bir hatip, iyi bir felsefeci ve oldukça iyi bir siyasetçiydi.  Roma devlet sisteminde, MÖ 76’da quaestor (finansal işleri denetleyen sorumlu müfettiş), 69’da aedilis (imar ödeneklerinden sorumlu kişi), 66’da praetor (uyuşmazlıklara bakan yargıç) görevlerine; MÖ 64 yılında da,  cumhuriyet yönetiminde en üst idari makam kabul edilen konsül’lüğe seçildi. Cicero için (çoğunlukla mahkemede bir dâvânın hukuki esaslar temelinde savunulması şeklinde vuku bulan) hitabet, siyaset ve felsefe baş başa yürüyen üç şeydi. Siyasi hayatında, zaman zaman inzivaya çekilip kendini tamamen felsefeye vereceğini söyler, ancak nedense siyasi olandan da bir türlü kopmaz, kopamazdı. İnzivaya çekildim dediği anlarda bile siyaseti yakından takip etme huyundan vazgeçemiyor — veya içindeki o siyaset damarı peşini bırakmıyordu. Onun hayat felsefesine göre, devlet işlerinde yararlı olabilecek bilge insanların, herhangi bir dâvet beklemeden ve zorluklara aldırmadan siyasal yaşamda yer almaları bir görev, hattâ şarttı.

 

Önce hatip veya sözün ustası olmak

 

Cicero, başarı basamaklarını tırmanmak için önce dil ve hitabet konusunda yetkin olmayı aklına koymuştu.  Kendisini dinletmeyi başaran iyi bir hatip, insanları ve kitleleri sözleriyle cezbedip arkasından sürükleyebilirdi. Atina’da, Askalonitesli Antiokhos’un düşüncelerine katılmasa da, dile olan hakimiyetine hayran kaldı. Burada Stoacılarla bir yakınlık kuran Cicero, özellikle hitabet sanatını ilerletmek için dönemin seçkin kişilerinden dersler aldı. Hitabeti daha ileriye taşımak için önce Asya’ya (İyonya’ya), sonra Rodos’a gitti. Asya’daki hatiplerden Adramyttesli [Edremitli] Ksenokles’i, Magnessialı [Manisalı] Dionysios’u ve Karalı Menippos’u, Rodos’tan da hatip Apollonios Molon’un yanı sıra filozof Poseidonios’u öğretmen seçti.

 

Öğrenimi sona erdiğinde, Cicero Yunanca bir konuşma yaparak herkesi hayran bıraktı. Dinleyiciler onu tebrik etmek için yarışa girerken, öğretmeni Appollonios uzun bir süre sessiz kalır. Bu duruma üzülen Cicero, suskunluğunun sebebini sorunca Appollonios, “Sana büyük bir hayranlık duyuyorum Cicero ve tebrik ediyorum, ancak Yunanlılar için üzülüyorum. Şimdiye kadar elimizde kalan tek sermaye eğitim ve söz hâkimiyetiydi. Ne var ki senin sayende bunlar da Romalıların eline geçecek” diye cevap verdi (Plutarkhos, Paralel Hayatlar: Demosthenes ve Cicero, s. 36).

 

Cicero ve kamu hizmeti

 

Cicero bilge insanın dâvet beklemeden kamu işlerinde görev almasını toplumsal bir yükümlülük olarak görüyordu  Ona göre devlete hizmet, âlimlerin en görkemli işi, iyi bir insan olmanın başlıca işareti ve ödevleri arasındaydı. Devlette görev almak, mevki tutkusu veya kamu kaynaklarını kullanarak zengin olma arzusu şeklinde algılanmamalıydı. Cicero’ya göre bu tür işler zavallıca şeylerdi.  Roma’da yüksek makamlara, patrici’lerin yanısıra, avam halkın sadece nobiles denen en üst kesiminden gelenler çıkardı. Oysa Cicero bu sınıfa mensup olmamasına karşın  en yüksek makama gelebilmiş nadir kişilerden biriydi. Cicero konsüllük makamına ulaşmış olmayı bilgisi ve dinmek bilmez azmiyle açıklıyordu.

 

Cicero, bilge kişinin devlette görev almasını kendi örneği üzerinden şöyle anlatıyordu: “Benim karşılaştığımdan daha büyük bir zorlamaya hiç kimse uğramamıştır. Ama ben de olağanüstü durumda konsül olmasaydım, ne yapabilirdim? Ya, ilk gençliğimden beri, yalnızca [equites denen] atlı tabakadan doğmuş olmakla birlikte devletin en üstün makamına ulaşmamı sağlayan o yaşama yolunda ısrar etmeseydim, nasıl konsül olabilirdim?” (Kamu Devleti ve Yasalar’dan Seçme Parçalar, çev. Mete Tunçay).

 

Konsüllük yarışı

 

MÖ 64’te (63 yılının konsüllüğü için) yapılan seçimde Cicero, soylu ve kent kökenli olmasına karşın toprak reformu yapacağı ve halkın borçlarını bağışlayacağını ileri süren Catilina’ya karşı aday oldu ve kazandı. Rakibi Lucius Catilina, hem bakire kızıyla cinsel ilişkiye girmiş olmak gibi “yüz kızartıcı” bir “fiille, hem de kardeşini öldürmekle suçlanıyordu. Ayrıca Catilina, gençlerin ahlâkını içki ve kadınlarla yozlaştırma ve onları çirkin bir hayat anlayışına sürüklemekle de itham edilmekteydi. Cicero konsüllük yarışında özel mülkiyetin kutsallığını ve Roma’yı ayakta tutan geleneklerin önemini vurguladı. Roma tarihinin belki en güçlü hatibi olan Cicero, zengin ve soylu tabakanın desteğiyle konsül seçildi. Konsüllük süresi tamamlandıktan sonra, Roma anayasası gereği bu kez de senatör olarak senatoda hizmet vermeye başlayacaktı.

 

MÖ 63 yılındaki konsüllüğünün sonlarına doğru Cicero, senatoda Catilina’ya karşı dört büyük konuşma yaptı ve Roma’dan sürülmesini sağladı. Bunun üzerine Catilina (dışarıdan) ve adamları (içeriden) bu kez bir darbe hazırlığına girişti.  Sura lakabıyla tanınan Cornelius Lentulus, (köleler ve sahiplerinin bir arada eğlendiği) Kronia şenlikleri akşamında, aralarında senatörlerin de olduğu pek çok yöneticiyi öldürmeyi planlıyordu.  Ayrıca Lentulus, en az bir Galya kabilesinin (Allobroges kabilesinin) desteğini sağlamak için onlara bağımsızlık ve kölelerin azat edileceği vaadinde bulunmuştu. Komplocuların planlarının farkında olan Cicero,  Kortonlu Titus’u pusuya düşürüp elindeki belgelerle yakalattı. Bu belgelerden biri, Gaius Cornelius Cethegus’un Galyalılara kendi imzasıyla yazdığı mektuptu. Cicero’nun müttefikleri, Cethegus ile o sırada praetor’lardan biri olan Caius Sulpicius’un evlerini basıp, çok sayıda yeni bilenmiş kılıç ve hançer buldu. Kortonlu Titus, sorgusunda verdiği bilgiler ve samimi itirafları üzerine affedildi; ancak senato diğer beş komplocunun yargılanmaksızın idamının doğru olacağına hükmetti. Roma vatandaşlarının yargısız idamı çok tehlikeli ve gelecekte vahim sonuçlar doğurabilecek bir adım olduğu halde, Cicero yürürlükteki “örfî idare”nin kendisine tanıdığını iddia ettiği yetkilere dayanarak, beş önde gelen komplocuyu teker teker Tullianum zindanına naklettirip orada boğdurttu. Kuzeye kaçmış olan Catilina’nın etrafından toplananlar, Lentulus, Cethegus ve diğerlerinin başına gelenleri işitince dağılmaya başladı. Sonunda Catilina geride kalan kuvvetleriyle Marcus Antonius’a karşı savaşta yenildi ve hayatını kaybetti (Plutarkhos:46-50).

 

Cicero’nun sürgüne gönderilişi

 

Olup bitenler Cicero’yu da yıpratmıştı. O dönem praetor olan Gaius Iulius Caesar [Jül Sezar] ve iki tribunus olan Metellus ile Bestia, Cicero’nun konsüllüğünün son döneminde artık bir şekilde ondan kurtulmak istiyorlardı.

 

Daha önce Cicero ile mahkemede karşı karşıya gelip kaybetmiş olan Clodius, Roma vatandaşlarının yargısız infazına başvuranları cezalandırmaya yönelik (açıkça Cicero’yu hedef alan) bir kanunu geçirmeyi başardı. Cicero idamlar sırasında yürürlükteki “olağanüstü hal” hükümlerine dayanarak kendisi savunmaya çalıştıysa da tutturamadı. MÖ 60’ta Cicero için sürgün kararı aldırtan Clodius, Cicero’nun konağı ve çiftliğini müsadere ettrdi ve bır kısmını şahsen ele geçirdi. Gene bu arazi üzerinde bir Özgürlük Tapınağı inşa etti. Cicero’nun geri kalan servetini açık artırmayla satışa çıkarttı, ancak satın almak isteyen olmadı. Gene Clodius, yayınladığı bir yönergeyle Cicero’nun geçtiği yerlerde kimsenin ona su ve ateş vermemesini, İtalya sınırları dâhilinde barındırmamasını istedi. Buna rağmen Cicero’ya saygı duyan pek çok kimse bu kurallara uymadı. Yunan şehirleri, elçiler göndererek onu ağırlamak için birbirleriyle yarışa girdi.

 

Cicero’nun sürgün hayatı on altı ay sürdü. Senato, halkın baskısına dayanamadı ve Cicero’yu geri çağırdı. Hattâ, sürgün döneminde Cicero’ya yardım etmiş olan şehirlerin onurlandırılacağı kararını aldı. Clodius’un müsadere ettirdiği konağı ve malikânesinin iadesini onayladı.

 

Son mücadele: Birinci ve ikinci triumvir’likler

 

Bundan sonrası başka bir kargaşa ve giderek talihsizleşen yanlış taktik kararlar dönemidir. Cicero MÖ 57’de Roma’ya döndüğünde, bu kez Caesar [Sezar] ile Pompeius [Pompey] arasında bir iktidar savaşı başlamıştı. Cicero bu mücadelede, çok açık olmasa da Pompeius’tan yana tavır aldı. Buna rağmen iktidar mücadelesinde galip gelen Caesar, Cicero’ya kin beslemeyerek onu bağışladı ve siyasetten çekilerek “elçilik” yapmasını önerdi. Ancak Cicero bu barış teklifini kabul etmedi. Caesar Roma anayasasını bir tarafa bırakıp kişisel iktidarını kurmaya kalktığı gerekçesiyle muhafazakâr bir grup tarafından öldürüldüğünde, Cicero şahsen dahil olmadığı bu komplo ve suikasti haklı bularak onayladı. Marcus Antonius’a karşı (Demosthenes’e nazire yoluyla “Phillipic’ler” adını verdiği) çok sert ve sivri polemikler kaleme aldı. Daha sonra meydana gelen iç savaşta, Marcus Antonius önderliğindeki Caesar yanlıları galip gelerek, daha önceleri Caesar’a karşı tavır almış muhafazakâr üst tabaka mensuplarını hedef almaya başladı. Cicero son bir umutla, Caesar’ın manevî oğlu ve vârisi Octavianus’u (geleceğin İmparator Augustus’unu) desteklemeyi ve Marcus Antonius’a karşı öne sürmeyi denedi. Ama başarısız oldu. ÖM 43’te Octavianus ile Antonius anlaştı. Yanlarına Lepidus’u da alıp İkinci Triumvirliği (üçlü yönetimi) kurdular.

 

Bu, Cicero’nun sonu demekti. Nitekim yeni diktatörler, derhal Caesar’ın düşmanlarını hedef alan 2000 kişilik bir idam listesi hazırlamaya koyuldu. Octavianus Cicero’yu bu listeden çıkarmaya çalıştı; çeşitli anlatılara göre iki gün boyunca itiraz etti, ama sonunda Marcus Antonius’un ısrarına boyun eğdi. MÖ 45 yılında nihayet aktif siyasetten çekilip Formiae’deki malikânesinde kendisini yazmaya ve felsefeye adamış olan Cicero,  bir tahtırevanla kıyıya inip İtalya’dan kaçmaya çalışırken, daha yola çıkmadan askerlerce basıldı ve MÖ 7 Aralık 43’te öldürüldü. Hem kafası, hem (Marcus Antonius’un talimatıyla) kendisine saldıran yazıları yazmış olan elleri kesilip Rostra’ya çivilenmek suretiyle Forum Romanum’da halka teşhir edildi. Yetmedi; Marcus Antonius’un karısı Fulvia gelip ağzını zorla açtı, dilini dışarı çekti ve saç firketeleriyle şişledi.

 

Acaba Cicero, sürgün deneyimi sonrasında siyasi ihtiraslarını bir tarafa bırakıp daha MÖ 57’de tamamen inzivaya çekilse ve felsefeyle uğraşsaydı, âmiyane deyimle “kelleyi kurtarır” mıydı? İnanın bilemiyorum. Ancak siyasette, yeri ve zamanı geldiğinde, kişinin erdemli bir şekilde köşesine çekilmenin, Cicero örneğinde görüldüğü gibi çok zor olduğunu anlıyorum.

 

 

 

- Advertisment -