Geçenlerde Serbestiyet Amerikalı ekonomist Stieglitz’in aşı karşıtlığını hedef alan bir makalesini yayımladı. Yazar “nasıl oluyor da bu kadar çok insan kendi çıkarları, bilim ve tarihten alınması gereken dersler karşısında bu kadar mantık dışı bir tavır sergileyebiliyor” diye soruyor ve bunun iki ayaklı bir yanıtı olduğunu öne sürüyor: Bir, Amerikan toplumu yeterince eğitimli değil; iki, bireysel özgürlük kavramı çok yanlış yorumlanıyor… (ki bunu da eğitime bağlayarak bizdeki Kemalistlerin yüzeyselliğine ulaşılabilir; bu adım atıldığında geriye liberallikten ne kalır ayrı bir soru tabii.)
Stieglitz şöyle diyor: (ben cümleleri numaralıyorum) (1) “Maske takmayı veya sosyal mesafe kurallarına uymayı reddedenlerin önemli bir bölümü, bu davranışlarını, özgürlüklerinin ihlal edildiği gerekçesiyle meşrulaştırmaya çalışıyor. (2) Ancak bir kişinin özgürlüğü, başkasının özgürlüğünün başladığı yerde biter. (3) Eğer bazı insanların maske takmayı veya aşı olmayı reddetmesi, diğerlerinin COVID-19 kapmasına neden oluyorsa, ilk grubun davranışları, diğerlerinin temel bir yaşam hakkını ihlal ediyor demektir.”
Şimdi (2) numaralı cümleyi çıkaralım… Paragraf hiçbir güç kaybına uğramıyor. Çünkü Stieglitz’in de kabullendiği üzere hiçbir özgürlük anlayışı başkalarının temel yaşam hakkından daha değerli değil. Diğer deyişle bir toplum sözleşmesinin temeli (çağın gerektirdiği tüm koşullarıyla) ‘temel yaşam hakkı’ olmalı, ‘özgürlük’ değil.
(Eğer demokrat zihniyet içinde bakıyorsanız ‘temel birlikte yaşam hakkı’… Ama mesele bir nüans eklenmesi değil. Çünkü o dört kelimede kritik ve vazgeçilmez olan ne temel ne yaşam ne de hak. Demokratlığın ‘kurucu unsuru’ birlikte kavramında, ucu açık bir ilişki tasavvurunda gizli).
Ancak Stieglitz o (2) numaralı cümleyi araya sokarak kendi tutumunun liberalizmin gereği olduğunu ima ediyor. Aksi halde belki de (3) numaralı önermeyi neye dayanarak söyleyeceğini bilmiyor. Oysa o (2) numaralı cümle derinlikli bir sorgulamaya konu edilmeden liberalizmin mottosu haline getirilen ‘entelektüel bir cehalet’.
Çünkü herkes kendi özgürlüğünü tanımlarken (“benim bedenim benim kararım”) iki kişinin özgürlüğü arasındaki sınırın çizilmesi son derece sıkıntılı. İnsan bir sosyal varlık… Sizin kendinizle aldığınız her karar bir başkasının kültürel kabullerine (pandemi koşullarında doğrudan fiziksel varlığına) bir müdahale olarak işlev görebiliyor. Bu durumda söz konusu ikinci kişi kendi kültürel kabulleri doğrultusunda bir özgürlük tanımı yaptığında (dolayısıyla bazı yönlerden bu tanımı genişletip, başka yönlerden daralttığında) ne oluyor? İlk kişi de kendi özgürlük anlayışını ‘kültürleştiriyor’…
Kısacası liberalizmin ‘bir ortak yanılgı’ olarak sorunsuz (kültürleşmeden) yaşanabilmesi için herkesin zımnen aynı kültürde olması lazım. Batı dünyası bunu tarihsel bir süreç içinde, karmaşık yerel geleneklerin sentezleşmesi ve sekülerleşme üzerinden yaptı. ‘Birinin özgürlük alanı diğerinin özgürlüğünün başladığı yerde bitiyor’ gibi gözüktü çünkü herkes aynı kültürel zemin üzerindeydi ve herhangi birinin özgürlük adına benimsediği davranış bir başkasının kültürüne müdahale olarak algılanmıyordu.
Ne var ki küreselleşme ve onunla gelen demografik değişim Batı’yı ‘zorunlu çokkültürleşme’ evresine taşıdı ve bunun (otoriterliğe yaslanılarak durdurulması dışında) geri dönüşü yok.
Liberaller kendilerini otoriterlikle savaşmaya adamış kişiler olarak görmeye yatkındır. Ancak bireyi özgürlüğün, ahlakın, giderek kamusallığın ‘kutsal’ öznesi haline getirdiğinizde aşı karşıtlarına söyleyecek sözünüz kalmayabilir ve kendinizi otoriter zihniyetin kucağında bulabilirsiniz.
(Nitekim aşı karşıtları liberal kamu düzeninin ‘gerçekte’ otoriter olmasına itiraz ediyor. Ancak onlar da iki çeşit: ‘Beyazlar’ aşı konusunda otoriterlikten hoşlanmazken aynı tutumun göçmenlere karşı sergilenmesini destekliyor. ‘Siyahlar’ (Müslümanlar) ise bu iki otoriterliği birleştirdikleri ölçüde ‘ideolojik’ olarak aşı karşıtı oluyor).
Stieglitz (3) numaralı cümleyi eklerken sanki o cümle (2) numaralı olandan çıkarsamaymış gibi sunuyor. Liberaller bir süre daha kendilerini kandırabilirler. Aradaki cümleye ihtiyaç olmadığını anladıklarında belki bir ‘aydınlanma’ yaşar ve insan topluluklarının inşasında kurucu unsurun ‘birey’ değil ‘ilişki’ olduğunu anlarlar. Ama bunlar kısa zamanda olacak işler değil…