Neredeyse iki sene olacak… Yüzümüzde bir bez parçasıyla dolaşmaya alıştık, yeni bir kimlik numarası ezberledik: HES kodu. Mesleğimize dair en önemli şeyleri ekran denen küçük bir kutuya bakarak öğrendik. Sevdiklerimizi kaybetmekten her zamankinden fazla korktuk, özgürce sokakta dolaşabilmenin zevkinin her zamankinden fazla farkında olduk. Bununla beraber hayatımıza değer katan birçok şeyin de farkında olduk.
Ben Oğuz. Doktor bir baba ve diş hekimi bir annenin oğluyum. Aşı bulunana kadar acaba annem veya babam virüsü kaparsa ne yaşar diye sorgulamış biriyim. Bununla birlikte gerçekten bunu yaşamak zorundalar mı diye de sorguladım. Ne için, kim için bu riski aldılar? Birinde KOAH başlangıcı var, diğeri kalp hastası… Düşündükçe cevabım kafamda oturdu. Biz işimizi ne için yapıyoruz? Karnımız doysun, cebimize para girsin diye mi? Öyle olmadığını, havadan gelen paranın mutlu etmediğini şanslıyım ki genç yaşta öğrendim. Bizler keyifle yaşadığımız bu hayat için işlerimizi yapıyoruz. Bizler her yaptığımız işte farkında bile olmadan bizden öte bir şeyin bir parçası olmaktan, o şeye bir katkı sunmaktan keyif alıyoruz. Bizler ısınmak için bir arada duran ve en dışarıdakilerin sürekli değiştiği bir penguen sürüsünden farksızız. Tek başımıza, işlemeden huzur bulamayız.
Ben Oğuz. Boğaziçi Üniversitesi Bilgisayar Mühendisliği bölümünde 4. sınıf öğrencisiyim. Türlü zorluklarla ve korkunç bir zihinsel emekle girdiğim okuluma iki senedir “açık öğretim” tadında devam ediyorum. Geçenlerde okulumun bu dönemki eğitimi online ders-yüz yüze sınav yöntemiyle gerçekleştirmeyi düşündüğünü öğrendim. Hocalarımız karşılıklı alacağımız önlemlere rağmen yüz yüze eğitimin riskini almak istemiyorlarmış. İlginçtir ki öğrencilerin 3-5 sınava girmek için şehirlerinden İstanbul’a gelip kaldıklarında yaşayacakları maddi tahribatın ve kapabilecekleri; eve, ailelerine taşıyabilecekleri virüsün yaratabileceği stres ve sıkıntıların farkında değiller. Ki, öğrencilerin çoğu sadece sınava girmek için olmasa bile yüz yüze eğitim alabilmek için bunu yaşamayı göze almış vaziyette.
Neden mi?
Çünkü yüz yüze eğitim almak bizim hakkımız. Çünkü türlü zorluklarla girdiğimiz okulların akademik imkanlarını sonuna kadar kullanmak, laboratuvarlarında bulunmak bizim hakkımız. Yüz yüze etkileşimde bulunarak eğitim almak bizim hakkımız, hocalarımızı haftada iki saat ekrandaki sürekli donan bir kutucuk içinde değil kampüs içerisinde görmek, gerektiğinde yanına gidip sorularımızı sormak bizim hakkımız. Çünkü düzgün bir eğitim almak için stabil bir internet bağlantısının, kameranın, mikrofonun gerek olmaması bizim hakkımız. Çünkü kampüste olmak, birbirimizle etkileşmek, sosyalleşmek bizim hakkımız. Çünkü çift aşı, maske, sosyal mesafe ve her şeye rağmen derslere gelemeyecek öğrencilere online yayın yapılması gibi şartları içinde bulunduran olası yüz yüze eğitim ihtimallerinde akademisyenlerin yaşayacağı riskin çok daha fazlasını yaşamış ve yaşayan anne babaların evlatları olarak, aynı özveriyi hayatımızın en başında, bizi hayata hazırlayan bir noktada beklemek, bizim en doğal hakkımız.
Çünkü annem ve babamla ilgili, kendimle ilgili yaşadığım bu stresi herkes yaşamış ve benzer bir sonuca varmış: Devam etmek zorundayız. Elimizden geleni yapmak, konforumuzdan taviz vermek zorundayız. Hele ki aşı bulunmuşken, anketlerde öğrencilerin %97’si çift aşılı çıkıyorken, hocalarını görebilmek için çeşitli sorumluluklar almaya hazırken bu riski almak zorundayız. Çünkü biz bu on binde birle ifade edilecek riskleri bile almazsak, niteliksiz eğitim almış bu nesil, ülkeyi düştüğü karanlıktan kurtarmak için yeterli gelmeyecek.
Biz yeri geldiğinde o dışarıdaki penguenler olmazsak, neden bazıları bizi sıcak tutmak için uğraşsın?
Bunları da geçtim, kimse kimseyi yakasından tutup da şu an yüz yüze faaliyet gösteren birçok meslek grubuna göre çok ufak da olsa belli bir riski almaya zorlayamıyor… Ama madem hocalarımız bu on binde birlik riski almak istememelerine rağmen öğrencilerin sokakta yattığı, barınamadığı şartlarda sırf gönül rahatlığıyla harf notu verebilmek, kopya riskini minimuma indirgeyebilmek için yığınla öğrenciyi sadece sınava girmeleri amacıyla İstanbul’a, kendilerinin konforlu bir şekilde yaşayabildiği bu vahşi şehre bekliyorlar… Buna en yüksek sesle karşı çıkmak da bizim hakkımız.
Farkında olduk… Toplum olmak ne demek bunu fark ettik. En azından bazılarımız. Ben Oğuz. Ben bazı şeyleri erken fark etmek zorunda bırakılmış Türkiye gençliğinin bir bireyiyim. Biz birlikteyiz, aynı sayfadayız ve neler olacağının hep birlikte takipçisi olacağız.
- R. Oğuz Pançuk: Boğaziçi Üniversitesi Bilgisayar Mühendisliği son sınıf öğrencisi.