Ana SayfaYazarlar“İlmi Siyasi” ve Kaşıkçı cinayeti

“İlmi Siyasi” ve Kaşıkçı cinayeti

 

Önce, orijinali Kürtçe olan bir hikâye ile başlayıp, şu Kaşıkçı cinayetine ilişkin bir iki söz etmeye çalışalım. Adamın biri, çok sıkı bir medrese eğitiminden geçip kendi alanında yetkin bir müderris olmaya karar verir ve yörenin en kadim, en sıkı medresesine kaydolur. Derslerinde oldukça disiplinli davranan ve medresenin meşhur şeyhinin dizinin dibinden ayrılmayan öğrenci, yıllar içinde dinî eğitimini üstün başarıyla, bizzat medrese şeyhinin övgülerine mazhar larak tamamlar. Resmî eğitimini bitirir bitirmez, bir an önce hayata atılmak ister. Bütün cesaretini toplayarak şeyhin huzuruna çıkar ve şöyle der:

“Efendim, ben hizmetkârınız, sizin de vâkıf olduğunuz üzere dini eğitimimi tamamladım ve eğer izniniz olursa, ben de bir an önce hayata atılmak ve yüce dinimize hizmet etmek isterim.”

Şeyh, bir an için suskun durduktan ve derin bir nefes aldıktan sonra, şöyle konuşur:

“Evlâdım, dini bilgiler hususunda benim ve medresemizin diğer hocalarından öğrenebileceğin pek bir şey kalmadı. Maşallah buradaki zamanını çok iyi kullandın ve eğitimini üstün başarı ile tamamladın. Lâkin bizim İlmi Siyasi diye zorunlu olmayan bir dersimiz daha var.  Öyle herkesin alması için ısrar etmeyiz, ancak senin gibi istikbal vâdeden gençlere de öneririz.  Sözün kısası, eğer bir sene daha tahammül edip kalırsan, o zaman İlmi Siyasi dersini tamamlar ve gidersin. Yok, acelem var, bir an önce hayata atılmak istiyorum diyorsan, o zaman yolun açık olsun, Allah yâr ve yardımcın olsun derim.”

 

Öğrenci, şayet şeyhi izin verir ve uygun görürse gitmek istediğini söyler. Şeyh “hakkım helal ü hoş olsun” diyerek öğrencisini yolcu eder. Öğrenci yıllarca eğitim aldığı medresesi,  öğretmenleri ve arkadaşlarına veda ederek yola koyulur. Arabanın olmadığı, ulaşımın binek hayvanlarıyla sağlandığı bir dönemde, yayan olarak yola vurur. Birkaç gün dağ köylerinden geçtikten sonra, bir Cuma günü, tam da Cuma namazı vaktinde camisi olan bir köye varır. Derhal abdest alarak camiye koşar. Amacı hem namazını kılıp ibadet etmek, hem de namazdan sonra köydeki bir hayırseverin evinde yemek yiyip biraz dinlenmektir.  Öğrenci camiye girdiğinde, caminin imamı vaaz vermeye başlamıştır.

 

Hâşâ! Estağfurullah! Estağfurullah!

 

İmam vaaz verdikçe, namazda ön sırda duran öğrenci yerinden “Hâşâ! Estağfurullah! Hâşâ! Estağfurullah!” diye söylenir. Derken bir müddet sonra bu “Hâşâ! Estağfurullah! Hâşâ! Estağfurullah!” sesleri herkesi rahatsız etmeye başlar. İş öyle bir noktaya varır ki, kendini tutamayan öğrenci yerinden fırlayıp cemaate dönerek şöyle söyler: “Ey cemaati Müslimin, hocanız denilen bu adam yüce dinimizin bütün âyetlerini yanlış okuyor ve size yanlış anlatıyor. Vallahi bu cahil adamın ardından namaz kılınmaz ve kılınan namazlar kabul edilmez!”

 

Bu sözler üzerine cami imamı cemaate dönüp “Ey dini bütün Müslümanlar, bu zındık, bu şeytanı tanıyanınız var mı?” diye sorar. Ancak şaşkın şaşkın bakan cemaatten tek kelime çıkmaz. Bunu üzerine şöyle devam eder: “Ey müminler, şimdi şu şeytanı eşek sudan gelinceye kadar dövün ve leşini de aşağı çöplüğe atın gitsin. De haydi, Allah gazanızı kabul etsin!” İmamın sözleri üzerine bütün cemaat adamın üstüne çullanır, birkaç dakika içerisinde kan revan içinde bırakılarak, çürük bir patates torbası gibi çöplüğün üzerine fırlatılır.

 

Uzunca bir süre baygın yatan öğrenci, bir süre sonra kendisine gelir. Artık cami dağılmış ve herkes evine gitmiştir. Derken tüm gücünü toplayarak, günlerce sürüne sürüne medresenin olduğu köye döner. Arkadaşları onu korumaya alır, yaraları sarılır ve birkaç gün dinlendikten sonra şeyhin divanına çıkar. Bu arada şeyhi de onun nasıl perişan bir halde medreseye geri döndüğünü öğrenmiştir.

 

İlmi Siyasî dersi

 

Öğrenci şeyhten özür dileyerek şöyle der: “Efendim, çok büyük bir hatâ ettim. Sizi dinlemeli ve şu İlmi Siyasi dersini mutlaka almalıydım. Bundan gayrı, siz beni bu dergâhtan kovmadıkça, kaç seneye de mal olsa ben buradan ayrılmayacağım.” Şeyh durumu anlamıştır. “Peki evladım, eyvallah” der.

 

Öğrenci bir sene boyunca tüm gücüyle şeyhinden Âdâbı Muaşeret ve İlmi Siyasi inceliklerini öğrenmeye çalışır. Bir gün şeyhi onu çağırır ve şöyle der:  “Görüyorum ki sen artık İlmi Siyasi’nin de tüm inceliklerini kapmış bulunmaktasın. Bundan sonra benim sana verebileceğim herhangi bir şey kalmadı. Şahadetnameni al ve yoluna düş. Allah yâr ve yardımcın olsun.”

 

Öğrenci, tekrar şeyhinin elini öptükten sonra bu kez sevinç ve gururla yola koyulur. Tekrar aynı güzergâhı takip ederek, yine bir Cuma günü, aynı saatte, aynı köye varır ve namazda en ön sırada oturur. Bu kez saç-sakal bırakmış, tebdili kıyafet ile hiç kimsenin onu tanımayacağı bir kılığa girmiştir. Ve namaz başlar; aynı cami imamı, aynı hatâları işleyerek Cuma namazını kıldırır. Cami imamı yanlış okuyup hatâ işledikçe, bizim öğrenci yerinden fırlayarak görülmemiş bir heyecanla “Maşallah, Maşallah!” der. Bütün cemaat bu “Maşallah, maşallah, Sadak Allah, Suphanallah!” nidaları karşısında şaşırıp kalmış, cami imamı ise coşkudan mest olmuştur. Namazın sonunda adam ayağa kalkarak yüksek sesle şöyle der: “Ey cemaati İslâm, ey yüce dinimizin iman edenleri, bu hocanız, bu zâtı muhterem, öyle büyük bir âlim, öyle büyük bir Müslümandır ki, şu güzelim nur saçan mübarek sakallarını görüyorsunuz ya! Her kim ki bu mübarek adamın saçı, sakalı veya vücudunun muhtelif bir yerinden, sadece bir kıl koparır ve yanında bulundurursa, işte o adam sırat köprüsüne takılmadan doğruca cennete gider!”

 

Cami imamı bir anda tavuk gibi yolunur

 

Bu sözler üzerine, bütün cemaat bir anda cami imamının üzerine üşüşür. Henüz birkaç dakika geçmeden, cami imamı yolunmuş bir tavuk gibi kan revan içinde kalır. İmam yerde acılar içinden inlerken, öğrenci şöyle bağırmaya devam eder: “Tek bir kılını kime verirseniz, ister ailenizden biri, ister akraba veya tanıdığınız olsun, tamamı cennete gidecektir! Sonra demedi demeyin!”

 

Böylece bizim öğrenci, almış olduğu İlmi Siyasi dersleri sayesinde cami imamından intikamını fena halde almış olur.

 

                                                               *          *          *

 

Gelelim, Suudi Arabistan ve Cemal Kaşıkçı cinayetine. Efendim, devletler de cinayet işler. Max Weber devleti, “Belirli bir toprak parçası (ülke) üzerinde yasal olarak fiziki güç kullanma tekelini elinde tutan örgüt (veya insan topluluğu)” şeklinde tanımlar. Devletler güç kullanma (meşru şiddet) “hakkını” kendi tekellerine alır; kişileri “yasal” olarak en ağır cezalara çarptırabilir — ve maalesef kimi zamanlar hukuk dışına çıkarak cinayet de işler. Lâkin cinayet işlemenin de bir âdâbı, amiyâne deyimle bir raconu vardır. Dünya siyasi cinayetler tarihinde, herhalde böyle kaba, çiğ ve acemice cinayet örneği az bulunur.

 

Evlilik belgesi almak üzere Suudi Arabistan’ın İstanbul’daki başkonsolosluğuna girip de bir daha çıkamayan Kaşıkçı için Suudi yetkilileri defalarca çelişkili açıklamalarda bulunduktan sonra, Kaşıkçının bina içinde infaz edildiğini kabul etmek durumunda kaldı. Tabii Suudi yetkililer henüz bu itirafta bulunmadan, dünya basını cinayet için uçakla İstanbul’a gelmiş olan 15 kişilik ekibi tek tek açıkladı. Ekipte, generalinden adli tıp doktoruna kadar bir cinayetin delillerini tamamen ortadan kaldırabilecek “sağlam” bir kadro vardı.

 

Şimdi yanıt bekleyen birkaç ciddi soru var. Suudi Arabistan, muhalif bildiği Kaşıkçı’yı öldürmek için neden böyle bir yol izledi? Kaşıkçı, en basitinden bir kiralık katil eliyle veya çok daha farklı bir yolla da öldürülebilirdi. Ama Suudi Arabistan bunu yapmadı. Belki birkaç bin dolara bitirebileceği bir cinayet suçu, daha şimdiden kendisine yüz milyonlarca dolara mal oldu. Dahası, bir muhalifi elçilik binasında öldürmek, evine dâvet etmiş olduğun misafiri kalleşçe öldürmeye benzer.  Ortadoğu’daki halklar geleneğinde bundan daha gayri ahlâkî bir eylem olamaz. Örneğin Kürtlerde, babasını öldürdüğünüz bir adamın evine sığındığınızda, artık onun bahtına sığınmış kabul edilirsiniz; size el kaldırmaz, kem bir söz söyleyemez. Can güvenliğiniz ondan sorulur. Bir Kürt atasözü “Bext nadim bi tac û bi text” (Bahtı tâca ve tahta değişmem) der. Bu gidişle Veliaht Prens tahtından bile olabilir. İyi ama Suudi Arabistan neden böyle davrandı?

 

(1) Suudi Arabistan, ben hiç kimseyi ve arkasındaki hiçbir gücü takmam mesajını muhaliflerine iletmek amacıyla, bilerek, taammüden cinayeti bu şekilde işledi.

 

(2) Suudi Arabistan, bu cinayeti Türkiye’de işleyerek, Türkiye’yi başta ABD olmak üzere uluslararası toplum nezdinde zor durumda bırakmak istedi. Eğer Türkiye Kaşıkçı’nın konsolosluğa girişini kamera ile tespit etmemiş olsaydı, bu plan tutabilirdi. Ancak Türkiye gibi 600 yıllık devlet geleneğine sahip bir ülkenin istihbaratı, yabancı elçilik ve konsolosluk sokaklarını bir an bile “boş” bırakacak kadar saf olamaz.

 

(3) Suudi yetkililer İlmi Siyasi bilmeden ve dünyayı iyi okumadan, dünya tarihinde en basiretsizce işlenmiş cinayetlerden birinin altına imza attı.

 

Şimdi ne olacak?

 

Başta Türkiye olmak üzere bütün dünya, bu planlı cinayetin arkasındaki siyasi karar mekanizmasını öğrenmek istiyor.  Kimbilir, belki de Suudi yönetimi böyle bir cinayetin Suudi Arabistan ve Batılı ülkelerin ilişkilerini bu kadar derinden sarsacağını hiç tahmin etmemişti. Görünen o ki bu cinayet en çok da ABD-Suudi ilişkilerini çıkmaza sürüklemekte. ABD Kongresi ve Senato, Amerikan silah sanayiinin bir numaralı müşterisine yaptırımlar uygulamak istiyor. Suudi Arabistan, Silikon Vadisindeki teknolojik yatırımların yanı sıra, ABD’de ticari geliri yüksek pek çok projeye de ortaklık etmekte.

 

Trump yönetimi, Suudi Arabistan’a silah satışını durdurdurursa, Suudi Arabistan Rusya’ya dönebilir. Böyle bir yönelim ABD’nin Ortadoğu’da İran’ı kuşatma politikasını ciddi anlamda sarsar ve Rusya giderek bölgede çok daha etkin bir aktör halini alır.

 

Demek ki neymiş? İlmi Siyasi, parası olanların da muhtaç olacağı bir sihir ve kudrete sahiptir.

 

- Advertisment -