Millet İttifakı ve muhtemel bileşenleri, AK Parti iktidarına son verilmesiyle birlikte kısa bir ‘geçiş dönemi’ yaşanmasını ve yeni bir toplumsal sözleşmenin halkoyuna sunulmasının ardından, demokratik ve çoğulcu, güçlendirilmiş parlamenter sisteme dönülmesi hususunda hemfikir görünüyorlar.
Bu bakımdan, ağır tahribata uğrayan demokrasinin yeniden inşasını öngörüyor ve kendilerine de haklı olarak bu çerçevede kurucu rol biçiyorlar.
Bugüne kadarki söylemlerinin muhtevasına bakıldığında da, herhangi bir seçim döneminin öne çıkmış rastgele sorunlarına dair çözüm sunmaktan öte, bir tür rejimin yeniden kuruluşunun çerçevesini oluşturan kapsamlı görüşler ileri sürdükleri görülüyor.
Eğer önümüzdeki seçimler muhalefetin başarısıyla sonuçlanıp, vaatler yerine getirilecek olursa, ülkenin tepeden tırnağa ciddi bir değişim geçirmesiyle karşı karşıya kalacağız demektir.
DEVA’yı bekleyen rol
Ali Babacan’ın genel başkanı olduğu DEVA da önümüzdeki dönemin kurucu aktörlerinden biri olmaya aday görünüyor. Görünür bariz bir ideolojik angajmanı olmayan ve farklı kesimlerden gelen kadrolardan oluşan bu parti, siyaset çevrelerinde daha çok liberal bir parti olarak algılanıyor.
Gerek Eyüpsultan İlçe 1. Kongresi’nde yaptığı epey cesaretli konuşmasında, gerekse önceki bazı açıklama ve röportajlarında Genel Başkan Ali Babacan, ortaya koyduğu yaklaşımlarla, ülke ekonomisinin baştan sona düzeltilmesi ve demokratik rejimin yeniden inşasında, partisi DEVA’nın kurucu bir rol oynayacağını iddialı bir biçimde ifade etti.
Son 6-7 yılda yaşananlar da, muhalefet partilerinin böyle bir makro yaklaşımı benimsemelerinin haklı ve yerinde olduğuna işaret ediyor.
DEVA’yı ele almazdan evvel, sizi sıkmak pahasına memleket ahvalinden kısa bir özet vermek isterim.
Zayıf demokrasi yerle bir oldu
Bir zamanlar demokrasi, özgürlükler, kurumlar ve uygulamalarda Kuzey Avrupa ülkeleriyle yarıştığımızı söyleyemeyiz, ama AK Parti’nin son yılları da Türkiye için gerçekten çok yıkıcı oldu.
Hiç olmazsa demokrasinin ve hukukun kimi evrensel ilkeleri, anayasanın üstünlüğü, parlamentonun denetleyici rolü, yargı kurumlarının bağımsızlığı az çok dikkate alınıyor ve adalet ve hak arama mekanizmaları az çok çalışıyordu. İmkanları sınırlı, ama gelişmekte olan nitelikli üniversiteleri ve belli bir düzeyi tutturmuş eğitim kurumları söz konusuydu.
Artık bunlar da tarihe karıştı.
Bütün güç ve yetki, partisi devletle iç içe geçmiş; ne zaman cumhurbaşkanı, ne zaman parti genel başkanı olduğu anlaşılamayan tek kişide toplandı. Ülke demokrasiden uzak otoriter rejimlerin “parlak” örneklerinden biri haline geldi.
Ne devlete ne de onun adaletine güven kaldı. Düşünce özgürlüğü ve hak arama masallara konu oldu. Medya ve gazetecilik rejimi güdümüne sokuldu. Sosyal medyanın susturulması için de her yol deneniyor.
Cumhurbaşkanı yardımcısı, bakanlar, bağımsız kurum ve kurul yöneticileri tek kişi tarafından atanıyor ve görevden alınıyor. Denetleyici ve dengeleyici rolü sıfırlanan parlamento seyirci olmaktan öte bir şey yapamıyor.
Bozulma ve çürümenin panoraması
Ekonominin durumunu anlatmaya ise insanın dili varmıyor. Ağır dış borç yükü altında ezilmiş durumda. Tarım çöktü, sanayi geriye sardı. Enflasyon her ay ipi göğüslüyor. İktidarın beton aşkı ülkeyi teslim aldı. Güçlükle tahsil edilen vergiler, üç-beş müteahhitin devlet garantili “yap-işlet-devret” projelerine gitti. Yoksunluk, yoksulluk ve yolsuzluk bu dönemin temel tabiatı oldu. İşsizlik ve yüksek eğitimli işsizlik oranları bütün dönemleri geride bıraktı.
İktidarı dini odak ve tarikatlarla paylaşmanın ülkeye ağır bedel ödetmesinin örneği olan 15 Temmuz 2016 Darbesi’nden pek ders çıkarılmayıp, kimi kamu kurum ve imkanları bazı tarikatlara tahsis edilmeye devam edildi. Kamuda liyakat namına bir şey kalmadı, nepotizm olağan uygulama haline geldi. Diyanet İşleri Başkanlığı ve Başkanı Anayasa ve yasaları zorlayarak, ülkede hilafet varmış ve şeyhülislamlık makamı bulunuyormuş gibi davranmaya başladı.
Ülkenin en ağır sorunu olan Kürt sorununu araçsallaştıran iktidar, partizan amaçları için sonuç alamayınca, faturayı Kürt seçmene ve onların demokratik siyasetteki temsilcisi HDP’ye kesti.
Batı’ya meydan okurmuş gibi yapılarak, Ortadoğu ve Avrasya’nın dengelerinde yeni bir gelecek aranırken, ülkenin emperyal maceraların peşinde itibarı, enerjisi ve kaynakları tüketildi.
Mağdurlara değen güçlü fikirler
Memleketin hali böyle olunca, muhalefet partilerinin yumuşak bir geçiş dönemi ve sıkı bir değişim programı için kendilerini hazırlamaları da şüphesiz haklılık kazanıyor. DEVA Genel Başkanı Ali Babacan da geliştirdiği politika ve fikirlerle bu çabalara önemli bir katkı sağlıyor.
En güncel tartışma konusunu ele alırsak: Babacan, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ve Devlet Bahçeli’nin “Kürt Sorunu yoktur” şeklindeki inkarcı yaklaşımlarını şiddetle eleştirdi. Bu etkili konuşmasında, ”2021’de anadil tartışılıyorsa, yılda sadece birkaç Kürtçe öğretmeni atanıyorsa, bir takım projelerde beş yabancı dile yer verilip Türkiye’nin en çok konuşulan ikinci diline yer verilmiyorsa, çocukların oynayacağı meydanlarda panzerler dolaşıyorsa, Kürt Sorunu vardır. Çok merak ediyorsanız Kürtlere sorun. Çözüm adresi de demokratik, meşru siyasettir; başka yerde aramayın” dedi.
Babacan, altını çize çize, “Vatandaşlarımızın bütün haklarını amasız, fakatsız, derhal, koşulsuz, pazarlıksız ve müzakeresiz derhal tanımak zorundasınız. Eşit vatandaşlık ilkesinde, hedefinde ısrarlı olacağız” diyerek, Kürt Sorununun ‘eşit vatandaşlık’ çerçevesinde çözümünün takipçisi olacaklarına dikkat çekti. HDP dışında, muhalefet cephesinde bir partinin soruna bu netlikte bir çözüm önermesinin, hayati derecede önemi olduğu açıktır.
922 ilçe var, bir Alevi kaymakam yok!
Ayrımcılık, ötekileştirme, düşmanlaştırma ve kutuplaştırmanın siyaset hayatımızın en tehlikeli kronik hastalıklarından biri olduğunu çok sık yaşayarak görüyoruz. Cumhur İttifakı partilerinin politik tercihlerinde bunların özel bir yeri var. Ali Babacan, bu realiteden hareketle, lafı dolandırmadan ”Ayrımcı uygulamalarla mücadele edip, eşit vatandaşlık ilkesinde, hedefinde ısrarlı olacağız… Ayrışmayacağız ve ayrıştırmayacağız. Ülkeyi sizin ayrıştırıcı, ötekileştirici dilinizden korumaya kararlıyız. Her vatandaş birinci sınıftır. Ülkedeki beka sorunu bu ayrıştırıcı zihniyettir. Her hafta bir kesim düşman ilan ediliyor. Bu ülkenin 922 ilçesi var ama bir Alevi kaymakamı yok. Toplumsal barışı, her şeyi yapıp mutlaka sağlayacağız” dedi. Bu çıkışın, toplumsal ‘eşitlik ve barış umudu’ adına, bir tarafa kaydedilmesi gerekir.
Diğer önemli bir nokta ise geçen haftaki “Edremit Vakası” başlıklı yazımda değinmeye çalıştığım konuyla ilintili… Babacan, hem genel olarak dindarları, hem halen AK Parti’den kopamayan dindarları ve kopmakla beraber kararsızlar kümesinde toplanan dindarları gözeterek, uyarı mahiyetinde bir değerlendirme yaptı. Bazıları üslubun sertliğine takılıp, konunun önemini atladılar.
Halbuki olay önemli, gösterilen tepkiler yersiz ve haksızdı.
Ali Babacan şöyle diyordu: “Neredeyse her millî bayramımızda Türkiye’nin dindar insanları adeta bir sınava çekiliyor. Gözümüzden kaçmıyor. Laiklik ilkesini yıllarca çarpıtan zihniyet hak ve özgürlükler üzerinde kurduğu baskıyla, laiklik kavramını bir süre lekeledi. Temel hak ve özgürlükleri kısıtlayanlar, yanlış anladıkları laiklik kavramının arkasına yıllarca sığındılar. Aynı zihniyet, arada sırada inançlı vatandaşlarımıza da göndermeler yapıyor. Millî günlerimiz üzerinden, bu ülkenin dindar vatandaşlarına göndermeler yapılmasına izin vermeyiz. Bu zihniyete pabuç bırakmayız. Kimse boşuna heveslenmesin.
“Korkmayın ve unutmayın, Deva Partisi varken kimse sizin hakkınıza göz koyamaz. Helal tek bir lokmanızı kimse elinizden alamaz. Deva Partisi herkesin can, hak ve mal güvenliğinin garantisi olacaktır. Senelerdir mücadele ettiğimiz ve kazandığımız hakların da hepsinin teminatı biziz.”
Bu, İslamcı bir meydan okuma değil, özgürlükçü laiklik anlayışının somut bir ifadesiydi.
DEVA ve Ali Babacan, Türkiye’nin geleceği için yakından takip edilmesi gereken aktörler.