Kürşat Bumin hakkındaki bu üçüncü ve son yazıda, muhafazakâr medyanın nereden nereye geldiğini göstermek üzere, Yeni Şafak’ta onunla birlikte hazırladığımız Kronik Medya sayfasından söz edeceğim.
Kürşat Bumin, Ümit Kıvanç ve benim birlikte kurduğumuz (2000) Medyakronik, zaman içinde, başta gazete yöneticileri olmak üzere her seviyeden gazetecinin mutlaka göz attığı bir mecra haline gelmiş, “tehlikeli” olmaya başladığı andan itibaren de Türk basınının “amiral gemisi”nin ağır baskılarına maruz kalarak kapanmıştı.
Kapanış duyurusunu siteye koymamızdan sonra Yeni Şafak’ın o dönemdeki yayın yönetmeni Selahattin Sadıkoğlu bize Medyakronik’i Yeni Şafak’ta sürdürmemizi teklif etti. Sadıkoğlu, Medyakronik’in Türkiye’de gazetecilik açısından çok önemli bir işlev gördüğünü, yok olup gitmesini istemediklerini, şayet kabul edersek her gün gazetenin bir tam sayfasını bizlere ayırmaya hazır olduklarını söyledi.
Konuyu Kürşat Bumin’le aramızda müzakere ettikten sonra (Ümit Kıvanç daha önce aramızdan ayrılmıştı), Yeni Şafak yönetimine özetle şöyle bir cevap verdik: Medyakronik gibi bir medya eleştirisi sitesi için ideal format, o âna kadar olduğu gibi yayının bir üniversite bünyesinde sürdürülmesiydi. Fakat böyle bir imkân tümüyle ortadan kalktığına göre, Yeni Şafak’ın bizim için “ideal format” olmayan teklifini kabul etmeye hazırdık.
Ne var ki bir de uyarımız vardı Yeni Şafak yönetimine: Türk basınını, onun parçası olan bir gazetenin sayfalarını kullanarak eleştirmenin, ancak öncelikle o gazeteyi (de) eleştirmekle, hatta gerektiğinde hepsinden daha sert bir biçimde eleştirmekle mümkün olduğunun farkında mıydılar?
“Elbette” dediler, “böyle bir şey teklif edince başka nasıl olabilir ki?”
Böylece Kürşat Bumin’le ben Kronik Medya adını verdiğimiz sayfamızda, Medyakronik’te ne yapıyorsak, Yeni Şafak’ı da kesinlikle esirgemeksizin aynısını yapmaya başladık.
Dönemin Yeni Şafak’ı ve eleştiriye tahammül
Hiç unutmuyorum, bir defasında, Yeni Şafak’ın dış haberler sayfasında Irak’ı işgal eden Amerikan askerlerinin Felluce’de çocuk yaştaki kız çocuklarına tecavüz ettiğine dair bir haber çıkmıştı. Olmayacak şey değildi tabii, fakat haber yeteri kadar ikna edici değildi, sorunluydu ve biz Kronik Medya’da bu haberi eleştirdik. Konu son derece hassastı ve haberde anlatılanların gerçeği yansıtmıyor olabileceğine dair bizzat gazetenin içinden bir eleştiri gelmesi, gerek Yeni Şafak yönetimini gerekse de gazetenin okurlarını sinirlendirebilirdi. Muhtemelen sinirlendiler de, fakat ne yönetimden ne de okurlardan “siz ne yapıyorsunuz kardeşim” yollu bir tepki geldi. Dış Haberler Servisi Şefi İbrahim Karagül (şimdi genel yayın yönetmeni) haberlerinin doğru olduğunu savundu, mesele kapandı.
Bir örnek daha: Gazetenin “kızıl terör” manşeti
Haziran 2004’te, solcu bir örgüte mal edilen ve dört yurttaşın ölümüyle sonuçlanan bir terör saldırısı olmuştu. Yeni Şafak, bu olayı “kızıl terör” başlığıyla manşetten görmüştü. Manşeti, Kronik Medya’da şöyle eleştirmiştik:
“(…) Bu sayfada ve bu gazetenin köşelerinde, ille de ‘İslami terör’ diyenlerin amacının ‘üzüm yemek değil, bağcı dövmek’ olduğu; bunun altında, teröre bulaşmış müslümanlar üzerinden bütün bir inanç sistemiyle hesaplaşma saikinin yattığı boşuna mı savunuldu? Peki şimdi bu manşet ne? Ne oluyoruz? Gazetemizin, kendilerini ‘sol, sosyalist’ olarak ilan eden ama terörü bir siyaset aracı olarak kullananları lanetlemesine tabii ki bir itirazımız yok. Fakat bu başlıkla bu sınırın epeyce ötesine geçilmiş olmuyor mu? Soğuk Savaş günlerinin Tercüman gazetesinin manşetlerini andıran bu başlık, terörün her türlüsünü lanetleyen solcuları, sosyalistleri (‘kızıl’ları) de lanetlemiş olmuyor mu? Yoksa eski günlere mi döndük, ‘ister terörü savunsun ister karşı çıksın, fark etmez, kızıl kızıldır’ mı diyoruz?
“Yeni Şafak'ın manşeti, haber dili açısından da çok problemli… Türk basınının sıkça başvurduğu, bol ‘belirtildi’li ama sıfır kaynaklı haber dilinin tipik bir örneği… Tamamı altı uzun cümleden oluşan haberin ilk dört cümlesi, başka hiçbir gazetede görmediğimiz ayrıntılı bilgileri şu yüklemlerle iletiyor okurlara: ‘Belirtiliyor’, ‘ifade ediliyor’, ‘iddia ediliyor’, ‘tahmin ediliyor…’ Haberin son iki cümlesi ise ‘uzmanlar’ diye ifade edilen bir ‘kaynağa’ dayandırılıyor.
“Gelin, vakit geçmeden hep birlikte bir daha düşünelim şu ‘Kızıl terör’ manşetinin üzerinde… Düşünelim ve hiç değilse ‘İslami terör’ diyenlere karşı itiraz etme hakkımız baki kalsın diye bir daha bu tür Soğuk Savaş artığı manşetleri atmayalım.”
İşte Yeni Şafak, bir zamanlar böyle eleştirilerin yapılabildiği ve bunda sorun görülmeyen bir gazeteydi… Sadece gazetenin kendisine değil, Kronik Medya’da doğrudan iktidarın yapıp ettiklerine dair eleştiriler de özgürce dile getirilebiliyordu (bunu yapan başka yazarlar da vardı).
Peki, bu nasıl mümkün olabilmişti o zamanlar? Mümkün olabilmişti, çünkü muhafazakâr dünya, siyasetiyle medyasıyla o zamanlar eleştiriye açık, hatta Yeni Şafak örneğinde olduğu gibi yer yer eleştiriyi nimet olarak gören bir dünya idi. Çünkü muhafazakârlık iktidarda değildi ya da hâlâ öncelikli talebinin demokrasi olduğu ilk evrelerindeydi.
Kürşat Bumin Yeni Şafak’tan nasıl gönderilmişti?
Kürşat Bumin, Yeni Şafak’ta 16 yıl süren yazı macerasının nasıl sona erdirildiğini şöyle anlatmıştı:
“Aşağıdaki yazı -büyük ihtimal- yarınki Yeni Şafak’ta yer almayacak. Çünkü gazetenin ‘İnsan Kaynakları Şefi’ olduğunu söyleyen (Ruhi Bey’di sanki!) bir görevli telefonla gazete ile ilişkimin kesildiğini bildirdi. İbrahim Bey’in (Karagül) talimatıymış. (…) Bu durumda ben de, madem yazı yazılıp gönderildi, ziyan olmasın diyerek T24’e postaladım. Görüldüğü gibi yazının ilk bölümü yıllardır hakkında yazıp çizdiğim ‘başörtülülere getirilen yasaklar’ konusunda. Yazının ikinci bölümü olan ‘not’ta ise Yeni Şafak’ta köşe tutmuş bir kalemin (Salih Tuna) geçenlerde yayımladığım bir yazıma ilişkin iler tutar tarafı olmayan ‘eleştirisi’ni değerlendiriyorum. Yazının bu faslı –özellikle- asap bozucu olarak algılanmış olacak.
“Her ne ise de, 16 yıldır sırasında (Alper Görmüş ile hazırladığımız ‘Kronik Medya’ sayfasını da sayacak olursak) haftada 10 yazı ile yer aldığım Yeni Şafak’tan (hem de bir ‘İnsan Kaynakları Şefi’nin telefonuyla!) ihraç edilmiş bulunuyorum.
“Aşağıdaki yazının sonunda da söylediğim gibi, Yeni Şafak gibi bir zamanların muteber bir gazetesinin bu hallere düşmüş olması, az emeğim geçmediği için beni gerçekten üzüyor.
“Yolları açık olsun diyelim mi, demeyelim mi siz karar verin… Ancak tuttukları yolun iyi bir yol olmadığını (ben de) hatırlatırım.”
Yeni Şafak, Kürşat Bumin’e neden tahammül edemedi?
Kronik Medya’nın biletinin kesilmesinden sonra, Kürşat Bumin, Kronik Medya sayfasından önceye tarihlenen köşe yazılarına devam etti. “İnsan Kaynakları Şefi Ruhi Bey” genel yayın yönetmeninin talimatını ona 4 Temmuz 2013’te ilettiğine göre Yeni Şafak’taki macerası sekiz yıl daha sürmüştü.
Yazılarına son verilme gerekçesinin, aynı gazeteden bir köşe yazarına verdiği cevap olduğuna kimsenin inandığını sanmıyorum. Kürşat’ın, Yeni Şafak yönetiminin bunu “asap bozucu” bulmuş olabileceğine dair cümlesi de bence onun çok iyi bildiğimiz ironi tarzının minik bir örneğiydi.
Yeni Şafak yöneticilerinin asabı çoktan bozulmuştu. Çünkü artık, Kronik Medya dönemindeki “bizimki dahil kimsenin hakları ve özgürlükleri çiğnenmesin” çizgisinden, “bizimki hariç herkesin hakları ve özgürlükleri çiğnenebilir” noktasına gelmişlerdi. Eh, bu durumda, haksızlığa karşı çıkmanın ‘bölünemezliğini’, ‘göreliliği kaldıramazlığını’ hayata bakışının temel düsturu haline getirmiş bir adama tahammül edemezlerdi, etmediler de.
Bunu yaptılar ve böylece girdikleri kötü yolda yürümeye devam ettiler. Gelinen noktada Kürşat’ın uyarısının da hiçbir işe yaramadığı apaçık ortada:
“Yolları açık olsun diyelim mi, demeyelim mi siz karar verin… Ancak tuttukları yolun iyi bir yol olmadığını (ben de) hatırlatırım.”