“Yetmez ama evet” nefreti bir türlü seyrelmeyenlerin, ağırlığını CHP ve İYİ Parti’nin oluşturacağı bir koalisyonu ‘iyi’ buldukları bir sır değil. Bu partiler, evet, mevcut siyasi hedefleriyle böyle bir desteği hak ediyor. Peki, yarın ne yapacakları hususunda elimizde bir garanti var mı? Biri tek parti geleneğinden geliyor, öbürü milliyetçilikten… Akşener’in içişleri bakanlığı performansı da bu arkadaşların hayırla anacağı bir performans olmamıştı.
Peki, ya bugünkü ‘iyi’ çizgileri yarın tersine dönerse? Ülkeyi yönetmekte zorlanmaları durumunda, tıpkı Erdoğan gibi otoriter bir çizgiye yönelirlerse?
Bugün “Bunların ileride ne yapacağı belli olmaz, ikisinin de geçmişinde otoriterlik var, ben bu riski almayayım” diyerek siyaset yapılabilir mi? Kendi gücün ortadayken, bunun meydanı mevcut otoriterliğe terk etmek anlamına geleceği açık değil mi?
“Yetmez ama evet”i defterden silerek siyaset yapılamayacağını “kahrolsun YAE” öforileri yılda en az birkaç kez depreşen zevat da görüyor, anlıyor. Nitekim muhalefetin vaat ettiklerini kendi siyasi hedeflerinin çok gerisinde bulmalarına rağmen muhalefete destek veriyorlar.
Bunun adı ‘yetmez ama evet’ değil mi?
Yargıda Birlik Platormu: ‘Kahrolsun YAE’ciler AK Parti’ye YAE diyor
Fakat bugün muhalefete verilen ‘yetmez ama evet’ desteği, 2017’de içinde AK Parti’nin de bulunduğu bir ‘platform’a verilen koşulsuz destekle kıyaslandığında çok masum kalıyor. O platformun adı Yargıda Birlik.
2010’da başlayan ve bir türlü bitmeyen referandum linçinin asıl kaynağının Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun (HSYK) yapısında gerçekleştirilen değişiklikler olduğunu biliyoruz. Yıldıray Oğur 10 Ekim’de Serbestiyet’te yayımlanan arşivlik yazısında, çıkan sonucun bir Gülenci dalavere artı CHP aymazlığı ürünü olduğunu çok güzel anlatmıştı.
2010 referandumuyla oluşan Gülenci HSK varlığını 2014’e kadar devam ettirdi. O yıl yapılan HSK seçimlerinde Gülencilere karşı örgütlenen muhafazakâr-milliyetçi-sosyal demokrat hâkim ve savcı ittifakı çoğunluğu elde etti ve Gülencilerin HSK’daki iktidarına son verdi.
Tamı tamına böyle oldu ama, AK Parti ağırlığı bariz olan bu platform, YAE nefretiyle dolu bu kişilerde hiçbir rahatsızlık yaratmadı. Platformu desteklediler ve elde edilen sonucu alkışladılar. Kimse sormadı ama sorulsaydı herhalde “yargıyı Gülenci tekçilikten temizlemek için başka çare yoktu, bunu yapmasaydık Gülenci tahakküm devam edecekti” derlerdi.
Haklı bir gerekçe ve haklı bir tutum… Peki 2010’da “yetmez ama evet” diyenler de tekçi, darbeci bir vesayet rejimine, demokrasiyi cumhuriyetin önünde engel olarak gören otoriter bir anlayışa son vermede bir adım olsun diye “evet” dememişler miydi? (Demek ki mesele AK Parti’yi desteklemekten çok, AK Parti’nin yıkmaya talip olduğu yapılarmış. Askeri vesayeti yıkmaya çalışırken onu destekleyenlere nefret kusanların dört yıl sonra AK Parti’yi desteklemiş olmaları bunu göstermiyor mu?)
Bu “anlayış”ın yargıdaki görünümünü, 2003 yılandan bir Cumhuriyet gazetesi haberiyle hatırlayalım:
2003 yılının ortalarında, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun (HSYK) 1738 kişilik hâkim-savcı kararnamesini yayımlayacağı günlerde kuruldan çok ilginç sesler gelmeye başlamıştı.
Cumhuriyet gazetesi, 30 Mayıs 2003 tarihinde HSYK Başkanvekili Fehmi Ulusoy’un sözlerini haberleştirdi. Ama ne haber…
Cumhuriyet’in “İrticai kadrolaşmaya geçit yok” ve “irticaya geçit yok” başlıklarıyla sunduğu haber, spotlarla özetlenmişti:
“Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Başkanvekili Ulusoy ‘Cumhuriyetin bekçisiyiz’ dedi…”
“Bizim dediğimiz olur…”
”’Bakan da müsteşar da kurulda azınlıkta. Etkileri hemen hemen değil, hiç olmaz. Oylamaya katılacaklar, ancak ikisinin oyu yetmez. İkisi muhalif olabilir. İkiye karşı beş oyla bizim dediğimiz olur’ diyen Fehmi Ulusoy, ‘Vicdanen müsterih olunsun. İsimleri tek tek, inceden inceye irdeliyoruz’ dedi.”
(Tam bu noktada şunu da hatırlamak lâzım: Birinci YAE’nin tarihi 2010, öbürünün tarihi 2014… Yani 2014’te Yargıda Birlik Platformu üzerinden AK Parti’ye “yetmez ama evet” diyenler, 17-25 Aralık’ta büyük yolsuzlukları ortaya çıkmış, Gezi’yi şiddetle bastırmış bir AK Parti’ye “evet” demişlerdi.)
Muharrem İnce YAE’si
‘Kahrolsun YAE’ ekibi 2018’deki Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Muharrem İnce’yi destekledi. Hayır, sevdiklerinden ve onayladıklarından değil, karşısındaki rakip Recep Tayyip Erdoğan olduğundan…
Olmadı, yenildi. Seçimden bir süre sonra İnce’ye desteğin de bir ‘YAE’ olduğunu hatırlatarak şöyle yazmıştım:
“‘CHP dışı sol’, bir anlamda ‘yetmez ama evet’ diyerek onu destekledi. Ne var ki İnce hızla ‘söyleminin adamı’ olmaktan çıkıyor ve bu da bu kesimi zor durumda bırakıyor. Oysa utanacak bir şey yok; demokratik siyaset demokrasiyi geliştirme sözünü verenleri desteklemeyi ve teşvik etmeyi gerektirir. Söz veren sözünde durmazsa, sen de onun arkasında durmazsın. Ne var ki, İnce’yi destekleyen ‘CHP dışı sol’ bir zamanlar AK Parti’nin demokratik adımlarını destekleyenlere kan kusturduğu için kendi kendilerini böyle bir savunma yapma hakkından mahrum etmiş durumdalar.”
İnce’ye 2018’de YAE diyenler, onun bugünkü performansını görünce “elimiz kırılsaydı da” diyorlardır ama, yukarıda da söylediğim gibi hiç gerek yok buna. Yaptıkları doğruydu. Çünkü siyaset, bir amaç belirleyip o düz çizgide -başka kimin ne deyip ne yaptığına bakmaksızın- yürümek biçiminde bir mutlaklık değildir… Ya da aynı anlama gelmek üzere, siyaset çok sayıdaki nispîlikler arasından tercihte bulunma eylemidir.
Bugüne gelirsek…
Dünün “kahrolsun YAE’ciler”inin bugün belki bir-iki istisna dışında muhalefet blokunu desteklediğini biliyoruz.
Bu yazının girişinde izah etmeye çalıştım; ana omurgasını, hiç de hoş çağrışımlar uyandırmayan iki gelenekten gelen iki partinin oluşturacağı bir koalisyonu desteklemek de bir YAE değil mi?
DEVA’yı, Gelecek Partisi’ni saflara kabul etmek YAE değil mi?
Fakat YAE demeden siyaset yapılamayacağını içine sindiremeden YAE’cilik yapılınca iş ister istemez oportünizm kılığına bürünür. Böyleleri, Mesela -Ali Babacan’ın başına gelende olduğu gibi- gûya birlikte mücadele ettiğinin bir cümlesinin üzerine abanıp ona dünyayı dar edebilir.
Yani ancak dürüstçe ve içtenlikle YAE diyebilenler, ortak bir siyasi hedef için birlikte mücadele ettiğinin farklılığını içine sindirebilirler, onun farklılığını kendi bünyesinde eritme gayretinin içine girmezler.
Öbürleri YAE’cilik yaparlar ama bunu asla telaffuz etmezler.