Yıl 1962… Amerika Birleşik Devletleri’nin Başkanı John F. Kennedy… Gençlik, Ray Charles’ın “Hit the Road Jack”iyle dans etmekle meşgul… “West Side Story” müzikali Oscar ödüllerini süpürmüş, sonbahardan beri kapalı gişe oynuyor sinemalarda… Amerika’nın kuzeyinde kış sert geçiyor. Boston, New York, Philadelphia gibi Atlantik yakası şehirleri karlar altında… NBA’de iptal olan maç yok ama seyirci sayısında düşüş hissediliyor.
Mart ayının hemen başında, 2 Mart 1962’de Philadelphia Warriors ile New York Knicks’i buluşturacak karşılaşma, o zamanlar sıkça yapılan bir uygulama çerçevesinde bir taşra kasabasına alınmış. Philadelphia kentini bugün NBA potalarında temsil eden Sixers organizasyonu doğmamış henüz… Takımın adı Warriors (onlar da bir yıl sonra satılıp California’ya taşınacak). Ligdeki her maç televizyondan naklen yayınlanmadığı için, yöneticilerin bulmuş olduğu bir formül var: Bazı maçlarını kendi eyaletlerinde daha küçük bir kente gidip, orada oynuyorlar. Bu daha geniş kitlelere ulaşmak ve yeni taraftarlar kazanabilmek adına olumlu bir girişim. Philadelphia’dan yaklaşık 100 mil uzaklıkta, Pensilvanya eyaletinin ortalarındaki Hershey kasabası, Warriors’un bazen sezon öncesi kamplar için kullandığı, bazen de bu tip “tarafsız saha” maçlarını oynadığı tanıdık bir köşe…
Soğuk ve rüzgârlı o kış gecesinde, adını kasabadan alan ve bütün dünyada meşhur olan çikolatalar sayesinde havada asılı muhteşem bir koku var Hershey sokaklarında… NBA’de normal sezonun bitmesine yalnızca beş maç kalmış. Haftalar önce havlu atan Atlantik grubu sonuncusu New York Knicks’in iddiası yok. Philadelphia Warriors ise Doğu’da Boston’un ardından ikinci ve play-off’u garantilemiş durumda.
Tahmin edersiniz ki, o yıllarda sportif organizasyonlar çok daha mütevazı. Kulüplerde sporcular ve antrenörler dışında çalışan profesyonellerin sayısı, bir elin parmaklarını geçmiyor ve bu çalışkan insanlar, hep birden fazla alandan sorumlu. Kartvizitinde “Halkla İlişkiler” yazan Harvey Pollack da Warriors maçlarında istatistik tutmaktan malzemeleri taşımaya yardıma kadar her işe koşuyor.
O gece Hershey’deki maça, New York gazetelerinin hiçbiri muhabir gönderme zahmetine katlanmamış. Philadelphia’nın tek günlük yazılı haber kaynağı The Philadelphia Inquirer da Harvey Pollack’tan rica etmiş: “Maç yazısını bizim için yazar mısın?”
Zavallı Pollack, istatistik tutacak, sonra bu istatistiği teleksle New York’taki Associated Press ofisine geçecek. Ardından oturup maçı Philadelphia’lı gazeteci dostları için yazıp, telefonda okuyacak. “Hiç değilse istatistik tutmamı biraz kolaylaştırır” diyerek maça giderken oğlunu da yanına alıyor. O gece baba-oğul Pollack’lar dahil, salondaki toplam seyirci sayısı 4124 (Gerçi sonraki yıllarda, “ben o gece oradaydım” diyenlerin yüz binleri aştığı söylenir ama neyse… Biz resmi kayıtlara bakalım)
Maçtan önce Harlem Globetrotters’ın futbolculardan kurulu bir takıma karşı gösterisi var. Tribünler yavaş yavaş doluyor. Ellerinde patlamış mısırlarıyla gelmiş çocuklar, büyülenmişçesine Harlem’in akıl almaz şovunu izliyor.
Sonrasında saha Warriors ve Knicks oyuncularının… Warriors oyuncuları deyince, şöyle bir durmak lazım. Çünkü biri, diğerlerinden çok farklı. Çok uzun, çok iri, nasıl demeli; devasa… Wilt Chamberlain bu adamın adı. O gün itibariyle 26 yaşında. 2.16 boyunda, 122 kilo ağırlığında ve kulaç genişliği 2.34’ü buluyor. Canının istediği her şeyi yapabiliyor basketbol sahasında… 30’lu, 40’lı sayılar atmak, 20’den fazla ribaund almak, 7-8 şutu bloklamak, onun için çocuk oyuncağı. Doğup büyüdüğü Philadelphia’nın takımı Warriors’un pivotu, skoreri, yıldızı, her şeyi Wilt… Ama onun tek kişilik gösterisine Celtics, takım oyunuyla cevap verdiği için şampiyonluklar hep Boston’a gidiyor. Wilt ve Philadelphia şehri her sezon hayal kırıklığı yaşıyor.
1961 yazında Warriors patronu Eddie Gottlieb, takımın başına yeni bir koç getiriyor: Frank McGuire. Yeni koç McGuire’in ilk ağızda sayılıveren özellikleri; İrlanda asıllı bir New Yorklu olması, çalışkanlığı, ama en önemlisi, daha önce hiç ismi duyulmamış North Carolina Üniversitesi’ni NCAA finaline taşıyıp, orada da Chamberlain’li Kansas’ı yenerek şampiyon olması… Çoğu kişinin “eğer vurulması imkansız bir vahşi at” olarak tanımladığı Chamberlain’i daha verimli oynamaya motive edecek, ondan bir “winner” çıkaracak, böylece Warriors’u da şampiyonluğa taşıyabilecek tek adam Frank McGuire… Chamberlain, olağanüstü bir yıldız olduğunun farkında ama yine de Celtics’i geçip şampiyon olabileceklerine inanmıyor: “Onlarda yetenekli oyuncu sayısı daha fazla” diyor koçuna. McGuire’ın cevabı basit: “Bak Wilt, şu anda maç başına kaç sayı atıyorsun? 37, 38… Bunu 50’ye çıkarmamız lazım. Sen ortalama 50 sayı atarsan, bizi kimse yenemez.”
Wilt “Bu adam çıldırmış olmalı” diye düşünüyor, “Bu ligde kimse 50 sayı ortalamaya ulaşamaz.” Ama haklı çıkan, McGuire oluyor. Hershey’deki o maça gelmeden önce Wilt’in 60, 70, hatta daha fazlasını attığı maçlar var. Meraklısı için söyleyelim; o yıl normal sezonu 50.4 sayı ortalamayla tamamlıyor!
Dönelim 2 Mart 1962’ye…
Wilt Chamberlain yorgun. Önceki geceyi Manhattan’daki dairesinde bir kadınla geçirmiş. Sabahın ilk ışıklarında Philadelphia trenine atlamış ve arkadaşlarıyla buluşmuş. Uyumak için ilk fırsatı, takım otobüsü Hershey’e hareket ettiğinde bulabilmiş. Maç öncesi soyunma odasında koç McGuire, o günkü New York gazetelerinden birkaç satır okuyor. Wilt’in ve Warriors’un son dönemde düşüşte olduğundan dem vuruyorlar. “Hadi bakalım” diyor koç, “Bu akşam biraz koşalım da, görsünler ne oluyor!”
Knicks’te her zaman ilk beş başlayan pivot Phil Jordon hasta olduğu için, o akşam kadroda yok. New York ekibinin koçu Eddie Donovan, genç yedek Darrall Imhoff’a “Sakın faul problemine girme” diyor, “Senden başka pivotumuz yok.” Ligde henüz ikinci senesini yaşayan Imhoff için, Wilt ile karşı karşıya gelecek olmak zaten başlı başına heyecan sebebi. Bu sözler, gerginliği ikiye katlıyor.
İlk çeyrek 42-26 Warriors üstünlüğüyle geçiliyor. Wilt takımının sayılarından 23’ünü atmış. İkinci çeyrekle birlikte, sayı makinesi tıkır tıkır çalışmaya devam ediyor. Imhoff’a yıllar sonra o maç sorulduğunda, “Tamam, ben çok tecrübesizdim. Onu tek başıma durduramazdım. Ama sanırım, salondaki çemberler de çok yumuşaktı. Wilt nereden atsa, çemberin üzerinde bir kere seken top, içeri düşüveriyordu” diye cevap vermiş.
Imhoff’un savunmadaki çaresizliği peş peşe faul düdüklerine dönüşünce, Knicks’in genç pivotu daha devre bitmeden oyun dışı kalıp, bench’in yolunu tutuyor. Devrede, Warriors soyunma odasında işler yolunda. Skorbordda Chamberlain adının karşısında 41 yazıyor. Üçüncü çeyrekte, Wilt bir canavara dönüşüyor. Dip çizgide alıp smaç yapıyor… Orta mesafeden attığı bütün şutlar isabetli… Ondan neredeyse 20 santim kısa olduğu halde, onu savunmakla görevli Cleveland Buckner çaresiz.
Bitime 10 dakika 10 saniye kala, Wilt yine bir hücum ribaundu alıp, topu adeta çemberin içine tıkıyor. Bu onun maçtaki 75. sayısı… Kişisel skor rekorunu kırmış durumda ve daha son düdüğe çok var.
O andan itibaren seyirciler, o gece tarihi bir şeye tanıklık edeceklerinin farkına varıyor. Herkes ön sıralara hareketlenip, dikkatini oyuna vermeye başlıyor. Artık Chamberlain’in her basketi salonda bir patlamaya yol açıyor. Hatta tribünler, Wilt’ten başka bir Philadelphia’lı oyuncu top kullanırsa onu yuhalıyor. Chamberlain de savunmayı bırakarak tamamen hücuma konsantre oluyor. Öyle ki, onun -sözümona- tuttuğu, oyuna sonradan giren Buckner, geceyi 33 sayıyla bitirecek!
Bitime beş dakika kala, Chamberlain 89 sayıya erişince, New York mola alıyor. Koç Donovan, oyunculara eğer bir oyuncudan 100 sayı yerlerse, bunu kimsenin unutmayacağını anlatma derdinde… Ama önlem almak için biraz geç. Tek çare, Wilt’in kötü bir serbest atışçı (kariyeri boyunca yüzde 51) olmasına güvenerek, ona faul yapmak. İşin ilginç tarafı, Wilt çizgide hayatının en iyi yüzdelerinden birini tutturuyor ve o geceyi 28/32 serbest atış isabetiyle noktalıyor.
Son birkaç dakikada skor çoktan unutulmuş, herkes Chamberlain’in 100’e ulaşıp ulaşamayacağını merak ediyor. Donovan bir mola daha alıyor ve bu defa oyuncularına, top diğer Warriors oyuncularının elindeyken onlara faul yapmalarını söylüyor. Hiç değilse böylece top Wilt’e geçmeden, diğer oyuncu serbest atış çizgisine gitmek zorunda kalacak.
Başlangıçta bu strateji işe yarar gibi görünüyor ama McGuire da buna üç yedeğini oyuna sokarak ve onlara sürekli faul yapmalarını söyleyerek karşılık veriyor. Böylece oyun sürekli duruyor. Warriors topu aldığında, öncelik rakibin faulüne yakalanmadan, hızlı ve uzun bir pasla topu hemen Wilt’e ulaştırabilmek. Ondan sonrası kolay zaten; ya sayı oluyor ya faul… Bitime iki dakika kala, yine serbest atışlarla Wilt 92’yi buluyor.
Hem izleyenler, hem de Wilt için 98’den sonrası epeyce zor. Önce, son bir dakikaya doğru, New York topu oyuna sokarken, kapıyor. Rakip pota altında yakın mesafeden kaçırıyor. New Yorklular ribaundu alıp, olabilecek en yavaş hareketlerle hücum sahasına götürüyorlar ama şut süresi eridiği için mecburen topu kullanıyorlar. Ribaundu Luckenbill alıyor. Hemen orta saha civarındaki Ruklick’i görüyor. O da geriye doğru koşmakta olan Knicks oyuncularının üzerinden çember altına doğru bir lob pas atıyor. Chamberlain sıçrıyor, bu yüksek topu alıyor, aşağı iniyor, sonra tekrar potaya doğru yükselip, fileden içeri bırakıveriyor. Skorbord, maçın bitmesine 46 saniye kaldığını gösteriyor ama seyirciler bir anda sahanın içine doluşuyor. 100. sayının kutlaması, dakikalar sürüyor. Hakemler, görevliler, hatta oyuncular, çılgına dönmüş seyircileri sahadan çıkarmaya uğraşırken, hakemlerden Willie Smith, gelip maç topunu Harvey Pollack’a veriyor, “Bunu iyi sakla” diyerek…
Saha temizleniyor, yeni bir topla kalan 46 saniye oynanıyor. O sürede Warriors oyuncuları Wilt’i kucaklamakla meşgul olduğu için, New York üst üste iki basket atıyor. Tarihi maçın skoru: 169-147, Warriors galip.
Harvey Pollack, maçtan sonraki curcunada oğluyla beraber tutmuş olduğu istatistiği kontrol etmek, telefona koşup bu inanılmaz haberi Associated Press’e bildirmek ve Philadelphia Inquirer gazetesine de maç yazısı yazmak durumunda. O karambolde, hakemin kendisine vermiş olduğu topu çantalardan birine tıkıştırıyor. Warriors oyuncuları ise, bundan habersiz, soyunma odasında maçın son 46 saniyesinin oynandığı topu Wilt’e imzalatıyorlar. Herkes, o anı ölümsüzleştirme gayreti içinde ama salonda bırakalım kayıt yapan bir kamerayı, tek bir fotoğraf makinesi yok.
Sonunda seyirciler dağılıyor, herkes duşunu alıp giyiniyor, işlerini bitiren Pollack yanında bir fotoğrafçıyla soyunma odasına dönüyor. Akıllarına gelen tek şey, buldukları bir dosya kağıdına “100” yazmak ve bunu Wilt’in eline tutuşturup, hepimizin bildiği o unutulmaz kareyi çektirmek oluyor.
O geceden, NBA tarihinin en inanılmaz rekoruna ev sahipliği yapan Hershey’den kalan tek şey, o kare… Salonda foto muhabiri olmadığı için, maçtan çekilmiş tek bir fotoğraf yok.
Top mu? Pollack onu da ancak ekip Philadelphia yoluna çıkmadan hemen önce hatırlar. Bütün çantaları tek tek arar ama bulamaz. Biri, muhtemelen yarım yüzyıldır sessizliğini korumuş talihli bir seyirci, bu çok değerli koleksiyon parçasını alıp gitmiştir. Chamberlain’in ölümünden sonra 1999’da, Kerry Ryman adında biri, topun kendisinde olduğunu iddia ederek, medyayı ve antikacıları başına toplar. Pollack o sırada henüz hayattadır. Gider, topu kontrol eder ve 100 sayı atılan gerçek top değil, son 46 saniyenin oynandığı, Wilt’in de maçtan sonra imzaladığı top olduğunu söyler.
Böylece efsane, bir kez daha öksüz kalır.
——————————————————
(*) Bu yazı Socrates dergisinin Eylül 2018 sayısında yayımlanmıştır. Yiğiter Uluğ Aralık ayından itibaren Serebestiyet’te yazmayı sürdürecektir.