Ahlakından, dürüstlüğünden hiçbir şüphe duymadığımız birinin ahlak dışı, dürüstlük dışı bir fiiliyle karşılaştığımızda ilk tepkimiz olan bitene inanmamak olur. “O karıncayı bile incitmez” deriz, “değil ki bir kadını öldüresiye dövsün…” Ya da “Gözümle görsem inanmam, hayatını helal lokma üzerine kurmuş bir insan; 30 senedir tanıyorum, rüşvet diyorsunuz, hayır, olmaz öyle şey…”
Fakat fiil inkâr edilemeyecek kadar açıksa, savunma hattı bu defa da birilerinin kurduğu “komplolar, oyunlar” üzerinden kurulur. Ahlakından, dürüstlüğünden şüphe duymadığımız kişiye karşı komplo kurulduğunu, işin içinde mutlaka başka bir işin olması gerektiğini söyleriz, kendimizi buna inandırırız.
Bu, insan tabiatının anlaşılabilir bir veçhesine işaret eder: İnancın boşa düşmesinin insan için yıkıcı sonuçları vardır, o nedenle inanç ne kadar güçlüyse onun boşa düşmesine direnç de o kadar güçlü olur. Gerçeklerin karşısında yalanlar değil inançlar vardır (Nietzsche).
Aynısı, bir siyasi akıma ya da partiye inançla bağlı insanlar için de geçerli. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, partisinin grup toplantısında (27 Ekim) milletvekillerine izlettiği bir video ve o videoyu yorumlarken kullandığı cümlelerin savunulamaz içeriği karşısında öne sürülen savunma argümanları buna güzel bir örnek teşkil ediyor.
Önce olan biteni birkaç cümleyle özetleyelim…
Erdoğan grup toplantısında, aralarında CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’na karşı Çubuk’ta sergilenen linç girişiminin de olduğu bazı görüntüleri izletmiş, üzerine de “Kılıçdaroğlu, 2023’te Türk milletinin zilleti tekrar reddedeceğini görecek ve tüm tehditleri için millete yeniden hesap verecektir” ifadesini gömmüştü. Videoda Kılıçdaroğlu’nun “millet”e nasıl “hesap verdiği” açıkken, sarf edilen bu sözlerin ağırlığı ortada. Nitekim Kılıçdaroğlu da bu videoyu ve sözleri, Erdoğan’ın taraftarlarına “yarım bıraktığınız işi bitirin” talimatı olarak yorumladı.
Karar gazetesi yazarı Ahmet Taşgetiren, Erdoğan’ın izlettiği videoyu ve onun gruptaki sözlerini ele alan bir yazı kaleme aldı. Yazının başlığı ‘Tehlikeli Oyun’du.
Taşgetiren’e göre, bu ‘şaşırtıcı’ video ve konuşma akla iki soru getiriyordu:
“İlk akla gelen soru, Erdoğan’ın bu eylemi tasvip edip etmediği ile ilgilidir.
“İkinci soru da, bu görüntülerin Cumhurbaşkanı’nı bu tür olayları tasvip ediyor görüntüsüne sokmak için, provokatif amaçlı olarak oraya sokulup sokulmadığı ile ilgilidir.”
Bir siyasetçinin, kendi taraftarlarının bile hazmedemeyeceği, onlarda “bunu iradesiyle yapmış olamaz” duygusu uyandıran bir hareketi söz konusu olduğunda, ona karşı girişilmiş bir provokasyondan kuşkulanmak gayet doğal. En azından, o siyasetçiyi sevenler ve o şeyi öyle yapmasına çok şaşırıp inanmak istemeyen taraftarlarının aklına ilk gelen şey ‘provokasyon’ olur.
Taşgetiren, “Provokasyon ihtimalini, gerçek olmadığını bile bile, AK Parti için bir çıkış yolu olarak gündeme getiriyorum” diyor ama yazısının altına ‘yorum’ giren Erdoğan sevenlere göre o videoya yerleştirilmiş ‘linç’ görüntüleri ancak provokasyonla açıklanabilir.
“Provokasyon amaçlı muz yiyen Suriyeliler”
Aynı savunma biçimini “provokasyon amaçlı olarak muz yiyen Suriyeliler” hadisesinde gördük. Bu defa da onlara görülen muameleyi çok aşırı bulup provokasyona bağlayanlar oldu: İlginç-tuhaf haberler kategorisinden bütün dünyanın ilgisini çekeceği bu haber malzemesini emniyet ve yargı içindeki Erdoğan düşmanları bilinçli bir biçimde örgütlemiş olmalıydı!
Fakat heyhat… Ne birinci olayda “o videoya linç girişimini kim yerleştirdi” celallenmesini gördük ne de “bu muz yeme saçmalığını kim yaptıysa buluna” iradesini… Anlaşıldı ki bunlar, siyasi iradenin has pratikleriydi.
Herkesi aynı çuvala koyan ‘FETÖ’ yargılamalarında da ‘yargıda kripto FETÖ’cü’ izi aranmıştı
15 Temmuz darbe girişiminin sonrasında Gülen örgütünün yalnız “kriminal merkez”ini değil, etrafındaki geniş sempatizan ağını da cezalandırma niyeti ve arzusu, Türkiye tarihinin en kapsamlı adaletsizliklerinden birini ortaya çıkarmaya başladığında, hükümete yakın bazı yazarlar telaşa kapıldı. Bunun iktidarın kendi ayağına kurşun sıkması anlamına geldiğini düşünüyordu bu yazarlar ve böyle akıl dışı bir uygulamanın nasıl ortaya çıktığını açıklamaya çalışan yazılar yazmaya başladılar.
Başlangıçtaki naif varsayıma göre, özellikle bazı davalara iktidarın onay vermesi düşünülemezdi… Böyle diyorlar ve buradan, “öyleyse bunlar, yargı içinden iktidarı zora düşürmeyi hedefleyen provokatif hamlelerdir” hükmüne sıçrıyorlardı.
Peki, “Yargı içinden iktidarı zora düşürmeyi hedefleyen provokatif hamleler” kimin eseri olabilirdi?
15 Temmuz darbe girişiminden hemen sonraki aylarda bu soruya “yargı içinde kalmış, ayıklanamamış kripto FETÖ’cüler” cevabı verilirdi.
Fakat sonraki aylar (ve yıllar) içinde, yargıdaki sonuç alıcı temizlik operasyonları yaygınlaştığı halde ‘FETÖ yargılamalarındaki yanlışlar’ devam edince, bu tez inandırıcılığını yitirdi.
‘Yargıdaki kripto FETÖ’cüler’ tezinin yerine kısa bir zaman içinde ‘yargıdaki Kemalistler’ tezi ikame edildi.
Hepsini temsilen, örnek niyetine:
“Halkımız, darbeye katılan asker, polis, yargıç-savcı, büyük parababaları veya Pensilvania Şeyhi’nin ‘İmam’ diye vazifelendirdiği tiplerin sür’atle yargılanıp en şiddetli şekilde cezalandırılmasını istiyor. Ama F.G’ye veya cemaatine hiç sempati beslemeyen nice çevreler, yapılan tutuklama operasyonlarında, ilgisiz- suçsuz pek çok kişilerin de yaygın şekilde tutuklanmasıyla ‘devlet terörü rüzgarı’ estirildiğinden ve bunun, Tayyip Bey’e karşı, Emniyet ve yargı kadrolarında yeniden iktidar vehmine kapılan eski kemalist-devletçi kesimlerce kurulmuş bir ince tuzak olduğundan ciddî kuşku duyuyorlar. Tabiatiyle, beklentiler de- eleştiriler de Tayyip Bey’e yöneliyor.
“Bu yöntemden derhal vazgeçilmeli ve darbeyle direkt ilgisi olmayan şüpheli kişiler karakollara münferiden davet edilerek bilgilerine başvurulmalı ve hemen zindanlara doldurulmalarına son verilmelidir. Yoksa yüzbinler küser, kırılır..” (Selahattin Çakırgil, Star, 8 Ekim 2017).
Fakat Cumhurbaşkanı Erdoğan, bırakın bu uygulamaları eleştirmeyi, halka hitap ederken “Daha… daha” tonunda konuşunca, ilaveten bu uygulamaların sahiplerini cesaretlendirince bu tezlerin hepsi birden çöküverdi…
AK Parti ve Erdoğan, kendi pozisyonları açısından akıl dışı duran bu hamleler karşısında öyle bir performans sergilediler ki, adeta, “onlara kimse başka sahipler tayin etmesin, bunlar öz be öz bizim hamlelerimizdir” demiş oldular.
Nitekim son yıllarda hiç kimse iktidarın akıl dışı yargı uygulamalarında, onu tuzağa düşürmeyi amaçlayan ‘FETÖ’ ya da Kemalist parmağı aramadı.
Kılıçdaroğlu’nun linç görüntülerinin yer aldığı video konusunda da “provokatif muz yeme” olayında da aynısı olacak. Hatta oldu bile; kaç gün geçti, her iki olayla ilgili olarak da iktidardan hiçbir ses gelmedi. Yani bunlar için de “kimse başka sahipler tayin etmesin, bu hamleler öz be öz bizim hamlelerimizdir” demiş oldular.
… Ve dolayısıyla bir süre sonra, geçen hafta yaşanan bu iki olayla ilgili olarak da iktidarın kendi taraftarlarından “liderimize komplo kuruluyor” türünden savunma argümanları gelmeyecek.
İktidar bunu, taraftarlarının eylemini onayladığına yorumlayacak, sorun yokmuş gibi davranmaya devam edecek.
Oysa kimse onaylamıyor, sadece sineye çekiyor ve susuyor.