Geçmişi bilmek elbette iyidir.
İyidir de doğru dürüst bilmek önemlidir.
Geçmişi bilmenin bilimsel temel iki yolu vardır: yazılı ve sözlü. Sözlü mesela radyoda konferans, söyleşi vb. Bu iki yola bazı ekler de yapılabilir: Sözlü-görsel; mesela bir konferansın videosu veya TV’deki bir tarih programı. Bunun yanında bilimsel olmayan yollar da var. Bunlara sanat eseri diyoruz: tarihsel tiyatro, tarihsel opera, tarihsel roman, tarihsel film, tarihsel dizi vb. Bunlar ne kadar gerçekçi de olsalar kurmacadırlar (fiction). İçlerinde geçmişte hiç yaşanmamış bolca malzeme barındırırlar.
İlk cümlemi tekrar yazayım:
Geçmişi bilmek elbette iyidir.
İyidir de meslekten (profesyonel) değilseniz geçmişle mutedil miktarda haşır neşir olmak önemlidir. Aşırısı feleğinizin şaşmasına sebep olur. Mesela:
* Farkında olmadan tarihsici (historicist) olup çıkarsınız. Yani geleceği geçmiş olmadan düşünemez, geleceği mutlaka geçmişin doğrusal uzantısı olarak okumaya başlarsınız. Ayrıca fikren geçmişte yaşamaya başlar, gününüzü yanlış değerlendirirsiniz. Geleceği ise geçmişe bakarak tahmin etmeye çalışırsınız. Biz tarihçiler mesela böyle yapmayız. Yani gelecek tahminlerimizi geçmişe bakarak yapmayız. En akıllılarımızsa gelecekle ilgili hiç tahmin yapmaz.
* Yine geçmişe aşırı öykünerek fikren felç olabilirsiniz. Geçmişten veya onun bir kısmından utanma ve/ya onunla övünme ve/ya ona karşı öfke duymaya başlayabilirsiniz. Biz tarihçiler geçmişte olanlarla övünmez, onlardan utanmaz veya faillere öfkelenmeyiz. Çok açık yazayım. Bunun zor tatbik edildiği bazı alanlar vardır: Örneğin Yahudi tarihçi için Hitler’e öfkelenmemek; Alevi veya ehl-i tarik tarihçi için Yezid’e öfkelenmemek… Tarihçinin işini, seri bebek tecavüzcüsü katilini ameliyat eden bir cerrah soğukkanlılığıyla yapması lazım. Öfkelenmeden, nefret etmeden, sükunetle… Yargıç değiliz. Hiç bir aklı başında tarihçi de bunu iddia etmez, edemez.
* Aşırı tarihe maruz kalırsanız faili olmadığınız geçmiş fiiller için pişmanlık duymaya başlayabilir ve kendinizi sık sık şöyle derken bulabilirsiniz: “Onu öyle değil de keş ki böyle yapsaydık!” (doğrusu keşke değil keş kidir. TDK bilmez ona hiç bakmayın). Buna kimlik kayması diyoruz. Bazılarında geçmişten boş yere kaynaklanan bu pişmanlığın yüksek safhada olduğunu müşahede ediyorum. Biz tarihçiler başkalarının geçmişinden kaynaklanan her hangi bir pişmanlık duymayız. E, geçmiş bizim geçmişimiz değil mi? Bizim geçmişimiz diye dile getirdiğimiz bütünlük yapaydır. Geçmişte yaşamış münferit (tikel) faillerin fiillerinden ben niye pişmanlık duyayım? Varsa sorumluluk ona aittir. Bana değil. Tarihçi olmayanlar bu durumda bel ki (burada da ki ayrı yazılır) en fazla üzülebilirler. O bile sağlıklı değil ya neyse. Çün ki (burada da ki ayrı yazılır) geçmiş geçmişte kalmıştır. Üzülmenin faydası yoktur! Bu yüzden tarihçi geçmiş hadiseler için üzülmez de. Olanın muhasebesini yapar, hepsi bu.
* TV’deki tarih dizileri bir yana bilimsel diye sunulan tarih programlarında beni en rahatsız eden bir başka husus çarpık tarih yaklaşımı: “Öyle olmasaydı böyle olurdu!” Bu tamamen çarpık bir yaklaşımdır. Ama meslekten tarihçiler bu yaklaşımı arada sırada çok zorlu meselelerde failin etkisini anlamak (tam manasıyla ölçmek olanak dışıdır) amacıyla soru şekline getirerek kullanırlar: “Öyle olmasaydı acaba nasıl olurdu? O olmasaydı ne olurdu?” Lakin bu sorularına cevap vermezler. Çün ki hesaplamak imkansızdır. Örneğin “Sürücü sarhoş olmasaydı o kazayı yapar mıydı?” gibi basit meselelerin içinden çıkmak için kullanmazlar da “Dreyfus Yahudi olmasaydı günah keçisi olarak seçilir miydi?” gibi çetrefilli meselelerde istimal ederler. Ama tekrar ediyorum; cevap vermek çarpık tarihçiliktir. TV’deki tarih programlarında sıklıkla şöyle cümleler duyuyorum: “Köy Enstitüleri kapatılmasaydı Türkiye çoktan çağ atlamıştı!”, “Viyana feth edilseydi şimdi süper güç bizdik!”, “Atatürk zehirlenmeseydi gericilerin kökü kazınmıştı!”, “Hilafet makamı ilga edilmeseydi bütün dünya Müslümanları bizimle yek vücud küfre ve zulme karşı hareket ederdi!”
Maalesef bunların hepsi birer zihni ve fikri hastalıktır. Ha, düşünmek eğlenceli olabilir, zevk verebilir o ayrı, ama bu zevkin de gerçeklerle yüzleşmeyi erteleyici, gaflete sürükleyici afyonvari güçlü bir etkisi vardır; şimdiden uyarmış olayım. Bu kadar aşırı tarihin meslekten olmayanlar için sebep olabileceği daha birçok sorun var da bunları tek tek sayıp dökmek istemiyorum.
Türkiye’de halk bugün kesinlikle tarih oburudur. Her gün mutlaka her tv kanalında bir hatta aynı kanalda birden fazla tarih programı var. Ayrıca her gün kanallarda tarih dizileri var. Tarih programları doğru bilgi verme iddiasında olsalar da kahir ekseriyeti yanlı ve/ya sansürcü, aşırı miktarda ve aşırı uzun oldukları için yukarıdaki hastalıklara sebep oluyorlar. Tarih dizileri ise halkın kurmacaya inanması yüzünden sağlıksız beslenmeye sebep olur.
Bu konuda TETA (Teyfur Erdoğdu Tarih Akademisi) site yöneticisine Twitter’da bir anket düzenlettim.
Soru şuydu: “TV’lerde bu kadar tarih programı ve dizisi olmasını tehlikeli buluyor musunuz?”
318 kişi cevapladı. Cevapların %40’ı evet, %52’si hayır, %8’i fikrim yok şeklinde geldi.
Anketin altına yapılan yorumlardan ilginç olanları ise şöyleydi:
- Halkı uyuşturuyorlar… Memlekette olanlardan bihaber (bir haber yazmış yorumcu) insan topluluğu oluşması.
- Böyle bir soru, tarihimize ve değerlerimize karşı bir algı çalışması…
- Yaşanılarak öğrenilmeyen şey, okunarak öğrenilir çünkü izleyerek değil.
- … Diziler öğretici değil yanıltıcı ve manipülatif…
- … Eğlenmek için seyrediyoruz canım, diyenlerin çoğu aklına takılan olayların hakikatini bir kitaptan araştırma zahmetine girmiyor.
- Bu tür diziler insanlarda tarihi merak duygusu oluşturduğunu bununda (da bitişik yazılmış) doğru tarihi araştırmaya sevk ettiğini düşünüyorum.
Yorumlarda en çok dikkatimi çeken meslekten olmayanların bilimsel olsun ya da olmasın tarih kitaplarına olan imanı! Aslında bir sürü tarihçi de bilimsel olmayanlara iman etmese de bilimsel tarih kitaplarına ediyor, büyük bir felaket. Tarih kitapları yüzde yüz bilimsel de olsalar ortaya koydukları her zaman tartışmaya açıktır ve yanlışlanabilir özelliği taşır. Asla iman edilemezler. Aynı doğa bilimlerinde olduğu gibi.
Ankete yapılan yorumlarda bir başka dikkatimi çeken husus da birçok kimsenin etrafın algı çalışması yapanlarla dolu olduğunu sanması. Sağcısı solcusu fark etmiyor. Herkes bir miktar da olsa paranoyak. Bu durumun oluşmasında da tarih programları ve dizilerinin etkisi olduğunu düşünüyorum. İç ve dış düşmanlarla çevrili olan temiz dünyamız.
Toplum olarak tarih düşkünüyüz, tarihe düşkünüz. Oysa geçmişte ne olduysa oldu, geçmişin bugünümüzü etkilemesi ancak biz izin verirsek mümkündür. Bunun maliyeti yüksek olabilir, kabul ediyorum ama biz geçmişin kölesi değiliz. Bireysel olarak geçmişte olduğumuzdan farklı davranabiliriz. Toplumsal olarak da farklı davranabiliriz. Bakmayın siz koca sesli, sakallı tarihçilerin “Bu coğrafya istemeseniz de sizi tarih öğrenmeye zorlar!” demesine. Tarihçiler olarak dünyaya haykıracak ve öğretecek bir sözümüz var: “Geçmiş geçmişte kaldı, sadece şimdiye ve önümüze bakalım!” Bakın ne demiş B. J. Harvey? “Whatever happened in the past belongs in the past. Learn from it, grow, and move on. Don’t let it determine your future.”
Yeni bir dünya yaratmak ve insanlar arasında ayrıma sebep olan her şeyi terk etmesek de arkaya atmak mümkündür. Aksi takdirde ayrıma sebep olan yapay ve/ya doğuştan getirdiğimiz özelliklerimiz ideoloji haline gelirler. Bir dönem insanlar ten renkleri yüzünden ayrımcılık yaptılar. Bir dönem mezhepleri yüzünden… Geçmişte inanılmaz hadiseler yaşandı. Bu ayrım sebeplerini bugüne ve geleceğe taşımaya ne kadar da meraklıyız! Bırakın hepsi geçmişte kalsın! Bugün bazı coğrafyalarda güçlü etkisi olan milliyetçilik de ‘ayrıma sebep olan millet’ özelliğinin ideoloji haline gelmiş şeklidir. Milliyetçilik 19. yüzyılda halkların bağımsızlık hareketleri için anlamlı ve işlevsel de olsa bugün artık anlamını büyük oranda yitirmiştir. Ama TV’lerdeki tarih programlarına ve dizilerine bakıyorum da hepsinin topluma milliyetçiliği zerk etmeyi, pompalamayı bırakın artık boca ettiklerini müşahede ediyorum. Şöyle büyük ve önemli bir sorun var: İçte istikrarlı olun(a)maz ve savunmasız kalınırsa güçlü devletler ultra modern yöntemlerle köküne kadar sömürüyorlar. Evet, bu tamam da bunu söylemek için geçmişi bilmeye gerek yok ki. Bu kapitalizmin hareket tarzıdır. Gözlemleseniz yeter. Peki kapitalizm ile mücadele için milliyetçilik sadre şifa mıdır? Türkiye’de tarih programları ve dizileriyle boca edilen milliyetçilikle insanlar şu noktaya geldiler: Güçlü olmalıyız, büyük şirketler kurmalıyız, bilimi teknolojinin kuyruğuna takmalıyız, piyasayı güçlendirmeliyiz vesaire vesaire yani kapitalizmi dibine kadar kabul etmeliyiz ki ilerleyebilelim. E, ne oldu? Milliyetçilik kapitalizmin iyice yerleşmesinde ve gelişmesinde araç oldu! Tarih (bilgisi) de bu işte temel araçlardan biri haline geldi.
Bütün ehil tarihçiler, tarihin araçsallaştırılmasından rahatsız olurlar. Tarih aslında Aristoteles’in dediği gibi an ve gelecek için yararlı reçeteler sun(a)maz, sadece tarihçiyi ve bilinçli tarih eseri okumayı bileni (seyredeni değil) münevver ve mütefekkir yapar. Hepsi bu! Bir de haz verir. Almasını bilene.