Bizim buralarda pek hoş karşılanmasa da, sahiden olan bitenden, olgudan, gerçekten sözediyorsak şöyle diyebiliriz: Yetmez Ama Evet diyenlerin referandumdan çıkan sonucu değiştirmesi uzaktan yakından mümkün değildi. Çünkü, geniş ve abartılı tahminlerle, etkiledikleri insanları bol bol hesaplayarak işin içine katsanız da, sonucu değiştirebilmiş olmaları şöyle dursun, yüzde 1 oynatmış olmaları ihtimali yok. Hesabı beğenmeyen varsa, bir sürü sayılar, oranlar verdim; kendi başka türlü hesaplamalar yapabilir.
Peki şu “bunların yüzünden oldu” palavralarını ortaya atanlar şu basit toplama-çıkarmaları yapamazlar mı? Niye yapamasınlar! Şöyle sormak daha doğru: Gerçeği bilmiyorlar mı?
Zurna burada zırt diyor.
Sayıları, oranları itelim kenara. Şu soruyla ilgilenelim: Biz, büyük bir grubun içinden çıkmış ufak hainler grubu, haince faaliyetimiz ve yaptığımız tesirle, ülke çapındaki referandumun sonucunun yüzde 58 çıkmasını sağlayabiliyorsak, içinden çıktığımız varsayılan grubun büyüklüğü nasıl bir şeydir sizce?
Kopan ufak parçası gidip öbür kefeye oturduğunda terazinin dengesini bozabiliyorsa büyük grup, anlaşılan, memleketin kaderi üzerinde bayağı etkili bir kuvvet oluşturuyor. Öyle olmalı yani. Değil mi?
Daha somut soralım: “YAE’ci” azınlık ve etkiledikleri kitle referandumdan yüzde 58 evet çıkmasını sağlayabiliyorsa, radikal sol ve Ulusalcıların toplam desteği aşağı yukarı ne kadarmış meğer? Referandumun aksi sonucu vermesi için, yaklaşık yüzde 8’in taraf değiştirmesi gerekiyor. Yani “hainler” ile onların tesirinde kalan azınlık bile yüzde 8 falan ediyor! “Bunların yüzünden oldu”ysa, demek ki, “YAE’ciler” yaklaşık yüzde 8’in oyunu belirlemişler. Öbür taraftaki yüzde 42’nin ne kadarı radikal sol, peki? Herhalde -mazallah!- “YAE’ciler sosyalistlerin çoğunu kandırdı” diye düşünmeyeceğiz. O halde? Sayılar az yukarıda.
Biz, sosyalistler, evet diyeniyle, “YAE’ci” hainleri ezmeyi hayat amacı edinmişiyle, en fazla yüzde kaç oyu temsil ediyor olabiliriz, yukarıdaki sayılardan anlaşılıyor. Bu topluluğun çoğunluğu da hayır’cı. Ve “YAE’ciler”e diş biliyor.
Bu halimizle hiç de memleketin kaderi üzerinde etkili olabilecek bir güce benzemiyoruz… Halbuki her şeyin “YAE’ciler” yüzünden olduğuna hep birlikte inanır, başkalarını da inandırırsak, aramızdaki hainler hainlik yapmasa büyük güce sahipmişiz gibi bir izlenim yaratabiliyoruz. Biliyorsunuz, Türk’ün cihan hakimiyeti mefkûresi de içerideki hainler yüzünden gerçekleşemiyor.
Ve ekmek meselesi
Yetmez Ama Evet’in neden bazı sosyalistlerin, solcuların, demokratların yanlış siyasî tercihi sayılıp geçilmediğini, hayat-memat meselesi yapıldığını izaha yarayan sayısal veriler hakkında diyeceklerimi ortaya döktüm. Sayısaldan sözele geçersek: bu işten çok ekmek yiyen var.
Daha çok ana akım sosyalistlerden oluşan YAE-savar ekiplerinin dışında, sosyalistlerle kıyaslandığında çok daha geniş kesimlere hitap eden, “YAE’ci liboş” nefretini yanında sürekli taşıyan, kimlik ispatı gerektiğinde hemen çıkarıp gösteren, gösterdikçe puan toplayan, puanlarıyla mevkiler, itibarlar, gazete ahkâmcılığı, TV programcılığı, çok-satan kitap yazarlığı kazanan, hep taze tutulması gereken bu zehirli bitkiyi kurur gibi olduğunda hemen sulayan, yani ekmekle yetinmeyip sofralar düzen kimseler var. “YAE’ci” avlamak kolay, göğüslerinde sarı yıldızlarıyla ortalıkta dolaşıyorlar, kolayca gösteriyorsun parmağınla, herkes sopaları alıp koşuyor.
Şayet o referandumdaki evet tercihi yalnız ufak bir grup insanın siyasî hatası kabul edilseydi ve (1) karşılığında çıkar temin etme motifiyle bezenmese, (2) her şeyin bu yüzden olduğu palavrasıyla efsaneleştirilmeseydi ne olurdu?
İlkin, bu kadar insan bu konuyla asla ilgilenmezdi. Benim yanlış oy vermiş olmam sosyalist bir gencin zihnini niye meşgûl etsin? “Herif yanlış yapmış” der, geçerdi. Üstelik aynı herifin ürettiği bazı şeyler onun da hoşuna gittiğinden, belki üzülür, belki kızar, küfreder, belki küser, ama bunu kendisi için bu kadar can yakıcı mevzu kılmazdı.
Buna karşılık, birçok kişi, zamanında YAE’cilerin tuzağına düşmemiş, doğruları görmüş, geleceği bilmiş olmanın gururundan, ana akımdan kopmamış olmanın güvenliğinden mahrum kalırdı. Sorunun “YAE’ci olmak”tan ibaret bulunmadığını, “YAE’ci olmama”nın bir tür ortama giriş kartı yerine geçtiğini unutmayalım. Hattâ, “YAE’ci”, basit şeytan figürü, anti-kahraman olarak, “YAE’ci-olmayan”ı var ettiği, üstün kıldığı için değerli.
“YAE’ci hainler” dizisinin, yaz arası, sezon finali bile yapmaksızın on seneyi aşkındır sürdürülebilmesi olgusuna, sanıklara değil savcılara odaklanılarak yaklaşılsa hayırlı olurdu. Belki, saha kenarında durup, kimse işitmese bile doğru bildiğini tekrarlamanın siyaset yapmak demek olmadığı açıkça tartışılabilirdi. Fail yerine fiille uğraşılan bir sol siyaset kültürünün yaratılması bir defa daha ertelenmezdi. Veya “ABD-AB emperyalizmi” adlı ulu şeytânî mihrakın başrolünde yeraldığı yabancı canavar masalları yerine, “toprağıma gömüleyim” diye vasiyet eden Aram Tigran’ın neden Diyarbakır’a gömülemediğini işleyen basit hakikat hikâyeleri ilgi görür, buradan asıl büyük, kurucu hakikatlerimize -temel çelişkimiz sandığımız şeyin aslında düzenimizin harcını oluşturan bileşime işaret ettiği gerçeğine- ulaşılırdı. Ve nihayet, memleketin hakiki yüzleşme ve adalet meselelerinde takınmamız gereken tavırları takınmayışımızın “sınıfsallık” bahanesiyle meşrulaştırılmasından vazgeçilebilirdi.
Ama böyle gelişmeler birilerinin rahatını fena kaçırırdı. İktidarın küçüğü büyüğü olmuyor. Kim hangisine sahipse onu tehdit altında saydığı anda gözü hiçbir şey görmüyor.
Sonuç olarak
2010 referandumunda Yetmez Ama Evet demek, pekâlâ yapılabilir -dolayısıyla pekâlâ yanlış bulunup eleştirilebilir- bir siyasî tercihti. Memleket çapında herhangi bir oylamada sonucu hiçbir şekilde değiştiremeyecek az sayıda insan tarafından, değişik saiklerle benimsendi, savunuldu. Bu insanların gayesi çıkar sağlamak, kötü niyetli birilerine hizmet etmek değildi. Referandumdan çıkan yüzde 58’de “YAE’ciler”in payı yüzde yarım bile olduysa fantastik sonuçtur. Bu gerçeklere rağmen çizilen tablo, düpedüz kötü niyetle, daracık alanlarda iktidar koruma-savunma hesaplarıyla, işine gelmeyecek konulara giren, konumunu ve imajını zedeleyecek sorgulamaları zorlayan birilerini dışlama, vebalı gösterme gayretleriyle yapılan iştir. İlaveten, memleket siyasî hayatında kayda değer rol oynayamayanların, daracık alanda, birilerinin üstüne basarak yükselme ihtirasının ürünüdür.
Yirmili yaşlarımdaki konduramama saflığından sonraki mecburen kabullenme aşamasına geçtiğimden beri aynı yöntemlerin kullanılışına şahit oluyorum. Ana akım solun paylaştığı genel kabulleri sorgulamaya kalkanlar elbirliğiyle öyle damgalanır ki, onlara kinle, düşmanlıkla dolu tavırlar almayanın bile en azından mesafeli davranması kaçınılmaz olur. Yer yer, ancak taşlarsan cemaate kabul edildiğin put vazifesi görürler.
“YAE’ci asma” oyunu, maalesef, öyle görünüyor ki, câzibesini bir türlü kaybetmiyor. Şehveti uyananlar söndürmek üzere başka yollar aramaya gerek duymuyorlar. Ve bu oyunda yüze kezzap atma, tecavüz, linç, hepsi serbest.
Elbette YAE nefretinin ve “görüldüğü yerde ezilmelidir” tutumunun bir kurucu ideolojik motife işaret edip etmediği günün birinde genişçe ele alınacaktır. Ben burada ancak bazı işaretler çakabildim. AKP’de cisimleşen “rövanş” hamlesi karşısında, Türkiye’nin temel çelişkisini “gericilik-ilericilik” arasında ve “hayat tarzı” alanında tarif ederek radikal solun ana akımını -peşine takabilen demeyelim de- yanına alabilen çeşit çeşit devletlilerin, iktidar oyununda tek taşı bile yerinden oynatamayacak “YAE’ciler”i her fırsatta kahretme konusunda böylesine ısrarcı olmaları fazlasıyla ilginç. “YAE’ci” ve “liboş” diye aşağılananlar arasında resmî tarihi göçertmeyi hedef bellemiş olanların fazla oluşu dikkat çekmeliydi. (Elbette yalan bükücüler arasında hayır’cı, boykot’çu da var.) Oysa genel olarak sol bu konuları kurcalamaya öylesine gönülsüz… Burada da tuhaflık yok mu?
Hele yeryüzü adaleti, eşitlik gibi değerleri temsil edeceği varsayılan sol-sosyalist siyaset dünyasına hiç yakışmayan, bu âlemi değersizleştiren, etkisizleştiren bir beyhûde tartışmayı yeniden alevlendirmekte çıkar görenlerin işine yarayacak böyle bir yazıyı yazmış olmaktan ötürü bütün okurlarımdan özür dilerim. Bunu bunca yıldır yapmamış olmamın güzel sebebi, herkesin her işi bırakıp yine -insan kurban edilebileceği için ilkel güdüleri kışkırtma garantisi içeren, yani magazinel değeri yüksek- bu tahripkâr çekişmeyle uğraşmasına meydan vermeme arzusuydu. Ancak sustukça da bu bataklıktan çıkılamıyor. İhtimal, “YAE’ci” hain diye suçlananların yaptıkları başka işlere, hayattaki başka tavırlarına bakıp, “Ulan bu insanlar böyle, söylendiği gibi, hain, yavşak, satılmış liboş filan olamaz; ne iş acaba?” diye içinden geçirenler vardır. Bari onlara kendimce gerçeğin bana görünen yüzünü anlatayım istedim.
Lütfen buna fazla vakit harcamayın, okuduysanız koyun kenara, geçin.
http://www.platform24.org/yazarlar/5100/-yae–nefreti—7–zurna