Futbol oyununu gövdesiz oynamak, gövdenin temsil ettiği akla itibar etmemek anlamına geliyor. Ne demek istiyorum? Dediğim basitçe şu, rakip kaleye gidebilmek için oyun alanının tanıdığı üç koridoru kullanma imkânı var. Klişe bir ifade ile sağ kanat, sol kanat ve göbek. Rakip kaleye giderken ya da rakip atağını karşılarken, mutlaka kullanmak zorunda kalının koridorlar bunlar. Türk futbolu merkez koridoru hiç kullanmıyor. Yani gövdeyi. Dolayısıyla devreye hep eller ve ayaklar giriyor, yani kanatlar. Top kanatlara gelince de en kestirme yol deneniyor ve top herkesin ortasına doğru kesiliyor. Aslında bu tuhaf ve ilkel seçim hemen her şeyin bitişi ve yeniden başlangıcını temsil ediyor. O nedenle top, oyun ve maç kaostan kurtulamıyor. Galiba merkez koridoru kullanmak, yüksek bir akıl ve yaratıcı bir kurgu gerektiriyor. Bu büyük ve çok emek isteyen organizasyon, teknik adamların gözünü korkutuyor ve onlar da bilindik yollara baş vurmakta bir beis görmüyorlar.
Yerli teknik adamları kısmen anlamak mümkün ama ya şu yabancılara ne oluyor? Futbolun böyle bir şey olmadığını bildiklerini varsayıyorum. Peki ama neden şu ucuz düzene boyun eğiyorlar? Galiba bu meselenin kökeninde Türk topçuların yeteneği ve teknik kapasitesi yatıyor. Bunun anlamı şudur; dünya kadar bonservis parası ödenen oyuncular, aslında bir tekniğe sahip değil. Eğer tekniği çalım atmak ve kendi ekseni etrafında sema yapmak olarak yorumlamıyorsak, geriye şiddeti ve yönü iyi ayarlanmış pas atma becerisi kalır. Adamlar haklı, eğer malzeme buysa bundan çıkacak ürün ve meyve ancak bu kadar olur.
Maç sonunda Fenerbahçe Teknik direktörü Pereira “İyi savaştık, Fenerbahçe ruhunu temsil ettik’’ dedi. Adam haklı, çünkü akıl ve organizasyon adına söyleyecek bir şeyiniz yoksa savaşmanın arakasına saklanırsınız. Herkesin ağzındaki sakız da “iyi mücadele ettik” lafı değil mi? İyi mücadele ettik ya da onurlu biçimde savaştık lafları, kesinlikle oyunu, zekayı, organizasyonu anlatmıyor. Bir sır vermek isterim; iyi mücadele ettik diyen bir teknik adam, kendi plansızlığını, örgüsüz ve organizasyonsuzluğunu itiraf ediyor aslında.
Beşiktaş ve Fenerbahçe çok benzer bir yapıda maça çıktı. Her iki takım da oynamak yerine, oynamamayı amaç edinmişti. Çünkü hakikatten o oyuncuların oynayabileceği bir oyun tasarlanmamıştı. Bir an tasarlandığını varsaysak bile, bunu sahaya yansıtacak olgun bir irade görmedik. Bu yanıyla derbi arızalardan geçilmedi. Söz gelimi her iki takım da geriden hedef ve seçenek gözeterek çıkmayı başaramadı. Her iki takımın ikinci bölgesi pres yapmak üzere görevlendirilmişti. Oyunun sadece bir halini oynadılar. Oyunu kurmak, oyuna genişlik ve boş alan üretmek gibi temel nitelikler katmadılar. Tam tersine, ele geçen fırsatları da kenara doğru oynayarak rakiplerinin toparlanmasına neden oldular.
İkinci bölge ve üçüncü bölge ilişkileri de toptan pürüzlüydü. Dik ve rakip arkasına atılan toplar ya rakip tarafından toplanıldı ya da zamanlama hatası yapılarak ofsayt engeline takıldı. Ben temiz bir iş görmedim sahada. Atılan goller dahil her şey pasaklıydı sanki. Ütülenmiş gıcır bir gömlek gibi, yüzeyi düzgün bir pasa şahit oldunuz mu? Ya da akışkan bir su gibi, bitimsiz devam eden bir atak!
Tuhaf olanda şu; Fenerbahçe üçlü defans ile oynadı. Üçlü ile murat edilen nedir? Elbette orta sahada rakipten daha fazla çoğalmak. Fenerbahçe’nin Beşiktaş’tan daha fazla çoğaldığını hangi pozisyonda gördük? Aynı şeyler Beşiktaş için geçerli, onlar dörtlü oynadılar ve geride durmayı, oyunu geriden izlemeyi yeğlediler. Bazen Roseir serseri çıkışlar yaptı, hepsi bu. Oyun 11’e 11 oynanıyor ama topun olduğu yerde hep cılız bir topluluk var oldu. Topun olduğu bölgede çoğalamayanlar o topu rakipten bir an önce alma becerisi göstermezler. Topun olduğu bölgede çoğalamayanlar, rakip kaleye garantili biçimde gidemezler. Hem savunma hem de hücumun birinci prensibi rakipten daha fazla çoğalmayı gerektirir.
Aslında sözü daha fazla uzatmanın anlamı yok; birileri böyle bir futboldan çok memnun ki, yüzyıldır saltanatını sürdürüyor.