Vasatlık çok önemli bir sorun; ve denebilir ki iyi işlemeyen demokrasilerin en büyük düşmanı, kim gelirse gelsin, gerçekte vasatlığın başa geçmesi oluyor. Popülizm, vasatlığın gücü ele geçirmesiyle halkın kendi sıradanlığını kutsamasından süzülüp gelen bir hastalık coşkusu halinde vasat olana sahip olmadığı ne varsa bahşetmek için işletilen bir mekanizmaya dönüşüyor. Bu sayede kitleler her türlü yetersizliklerini vasatlığın içinde boğup öldürme imkânına kavuşuyorlar. Fakat, bu bir yanılsama olduğundan her yanılsama gibi başlangıçtaki parlak ışık gücünü yitirdiğinde daha büyük bir gerçeklik sorunuyla karşı karşıya kalmak kaçınılmaz oluyor. Vasatlığın coşkusu da zaten, gerçekliği yok etmeksizin onu sıradanlaştırarak içinden çıkılmazlığından kurtulmuşluk yanılsaması yaratmasından kaynaklanıyor.
Alain Deneault, Vasatlığın İktidarı’nda bazı çok iyi tespitlerde bulunuyor ve üzerinde düşünmemizi sağlayan şeyler söylüyor. Bunlardan biri, vasatların en tipik özelliklerinden birinin kendileri için ve kendileri adına düşünen kimseler olmadıkları. Bu kişiler hep bir başkasına ve çoğunlukla da kendi üzerlerinde kabul ettikleri birilerine göre düşünürler. Bu bir insan da olabilir insan-üstü bir güç de. Kendine göre ve bağımsız düşünme vasatlığı sarsan bir etkide bulunuyor. Vasat kimse kendi adına düşündüğü anda, büyük bir güvensizlik ve tedirginlik duymaya başlıyor hatta korkuya kapılarak panikliyor. Hızla dayanacak sarsılmaz bir kaynak arıyor ve genellikle de buluyor. Bu kişiler yazı yazıyorsa sürekli bir otosansür uyguluyor, bürokratsa “evet efendimci” oluyor ve en kötüsü bir siyasetçi ise sarsılmaz bir ideoloğa dönüşüyor. Bu kimseler, içi boşalmış bir gücün tesiri altında kendilerini hem çok güçlü hem de çok zayıf hissedebiliyorlar. Denault’un akademisyenler için söylediğinde genel bir hakikat de yatıyor bu yüzden: “Mesleklerinde ilerleme amaçları doğrultusunda, düşünme güçlerini ve stratejilerini belirleyen daha üst bir yetkeye devrederler. Otosansür zorunludur ve ustaca bir numara olarak sunulmalıdır.” (s.13)
Vasatlık bir yetersizlik değil “yeterlilik” sorunudur. Vasat kişiler, hayatın değişmezliğine inanan ve dolayısıyla büyük amaçların gerçekleştirilemez olduğunu düşünen kimseler oldukları için insanlar arasında bir yetenek farkı görmezler. Herkes ortalamada eşitlenmeli, sıradanlık öne çıkabilecek bir özelliğe dönüşmelidir. Peter prensibi tam da bu düşüncede varlık bularak “Ortalama yeterlilik düzeylerindeki insanların hem fazla yeterlileri hem de yetersizleri bir kenara iterek güç konumlarına yükselmelerine yardım eder.” (s.12) Burada yeterliler kadar yetersizler de kenara itildiğinden bu durum yaratılan yanılsamanın güç kazanmasına ve fazla yeterlilerin saf dışı edilmesinin güçlü şekilde meşrulaştırılmasına yarar.
Vasatlık, iyiyle kötü, doğru ile yanlış, güzel ile çirkin arasında fark görmeyen bir bozuk eşitlik ideolojisidir. Kişi burada değişmezlik inancı ve iyiye ulaşılamayacak olmasından doğan bir büyük sinik güvenle kendini herkesle eşitler. Bu kişiler, her işe en az başkaları kadar ehil ve yetkin olduklarını düşünen, kimsenin kimseden farkı olmadığını inanç haline getiren karamsar bir dünya görüşünün içinde zamanla kendileri gibi olmayanları dışlama ve vasatlıkta eşitleme çabası içine girerler. Bir şeylerin değiştirilebileceğine inanan, öne çıkan, sivrilen ve iyimserlik aşılayan kim varsa bir yolunu bulup aşağı çeker, kendi iktidarlarını tam da bu bozuk döngü üzerine kurarlar. Böylelikle herhangi bir meydan okumaya maruz kalmaz, vasatlık ideolojisi için kritik önemde olan karşı çıkılamaz bir kesinliğe ulaşırlar. Sadece bu ideolojiye harfiyen inanan insanlarla çalışmayı severler. Ve her konuda içi boş da olsa bir biçimde sonuç denebilecek çıktılara ulaşmak isterler. Bir tür yeterli insan taklidi içindedirler. “Vasatlık iktidarı insanları bir sonuç yanılsaması yaratan çalışma taklidi yapmaya yönlendirir. Mış gibi yapmak başlı başına bir değer haline gelir. Vasatlık iktidarı, bizi düşünmemizi yetkili makamların geliştirdiği keyfi modellere bağlamaya zorlar.” (s.14). Mış gibi yapmak aslında her şeyin kaçınılmaz olarak öyle olduğu bir dünyada kendini zora sokmadan durumu idare etmektir ve kendi bozuk ahlakı vardır. Ve bu ahlak tuhaf bir biçimde aynı zamanda aptallaştırıcıdır da. “Vasatlık iktidarı bizi mümkün olan her şekilde düşünmek yerine uyuklamaya, kabul edilemez olanı kaçınılmaz, iğrenç olanı gerekli olarak görmeye teşvik eder. Bizi aptallara çevirir bu.” (s.17). Belki de bu yüzden bu kişiler aptal yerine konulmaktan nefret ederler: “Vasat insanlar sürekli daha fazlasını ister; kimsenin kendilerini aptal yerine koyamayacağını göstermekten hoşlanırlar ve oyundan atılmamak için her şeyi yaparlar.” (s.40).
Vasat insanların en belirgin özelliklerinden biri de “fuzuli” işlerle fazlaca meşgul olma eğilimi göstermeleridir. Bu kişi bir araştırmacıysa gerçek sorunların çok uzağında, fantezi denebilecek konulara kendisini adar. Çalışma alanını en apolitik konular arasından seçer. Kimseye karışmaz, kimseye bulaşmaz çünkü zaten arka tarafta vasatlığın iktidarı bu ortamda güçlenmekte ve hiçbir şey yapmadığı takdirde zaman onu bir yerlere getirmektedir. O güne kadar başına bir dert açmaması bunun için yeterlidir ve onun da en önemli koşulu çalışıyor ve üretiyor gibi görünmekten geçmektedir.
Bu sonuç yanılsaması, çalışma taklidi ve mış gibi yapmanın nasıl olup da herkesin gözü önünde sürdürülebildiği ayrı bir muammadır. Burada denetim tarafında görevlilerin de işbirliği ve suç ortaklı vardır. Denault, Zinovyev’den alıntıyla bu konuda şunu söyler: “Çalışma taklidi sadece görünen bir sonuç gerektirir ya da daha çok harcanan zamanın savunulması olasılığını: Sonuçların denetlenmesi ve değerlendirilmesi taklide katılan, onunla bağlantısı olan ve sürdürülmesinde çıkarı bulunan insanlar tarafından yapılır.” (s.14).
Vasatlık bir sahte çalışma düzeni kurar. Sayısız insan sessizce hiçbir şey yapmadan önemli işler yapıyormuş gibi görünür ve dahası buna inanmak için sayısız farklı yol denerler. Bu başarılamadıkça tersine bir marazi halin ortaya çıktığı olur. Diplomalar, alınan eğitimlerdeki yabancı içerikler, herkesçe kabul edilen otoriteyle bağlantı kurularak vasatlıktan çıkma denemeleri fazlaca denenen stratejiler olur. Bu insanlar, “Herkesten daha akıllı olduklarına inanarak ‘oyunu kuralına göre oyna,’ gibi özlü sözleri severler. Belirsizliği vasat düşünceye çok uygun düşen bir ifade olan oyun, farklı zamanlarda, tek amacı toplumsal satranç tahtasında kilit bir konuma sahip olmak için oluşturulmuş kurallara itaatkarca uymayı ya da sürecin bütünlüğünü bozan gizli anlaşma eylemleriyle görünüşü kurtararak bu kurallardan kendini beğenmişçe sıyrılmayı gerektirir.” (s.14).
Bu insanlar “uzman”dırlar. Uzmanlığa çok önem verir, her işi uzmanına vermenin önemini sık sık dile getirirler. Hiç kuşkusuz vasatlıkla uzmanlık arasında yakın bir ilişki vardır çünkü uzman kavramı vasatlığa ihtiyaç duyduğu otoriteyi kazandırırken kendini gizlemeyi sürdürme olanağı bağışlamaktadır. Denault’un burada da Edward Said’in uzman ve entelektüel karşılaştırmasına dayanarak belirttiği gibi vasatlık iktidarının temel figürü “uzman”dır: “Düşüncesi hiçbir zaman tamamen kendisine ait değildir; her ne kadar onda somutlaşmış olsa da belirli çıkarlar tarafından yönlendirilen bir akıl yürütme düzenine aittir. Uzmanın işlevi, ideolojik önermeleri ve safsataları saf görünen bilgi nesnelerine dönüştürmektir.” (s.15).
Said de uzmanda vasatlık özellikleri görmüştür: “Her zaman kurallara uygun, profesyonel davranış olarak görülen şeye göre davranır, oyunbozanlık etmez, kabul edilmiş paradigmaların ve sınırların dışına çıkmaz, kendini pazarlanabilir ve en önemlisi prezentabl olmak adına uyumlu, apolitik ve ‘nesnel’ biri haline getirir.” (s.16).
Vasatlık, tıpkı demokrasi gibi herkesin her işe yeterli olduğu zehabına kapılmamızı sağlayıcı ve bu nedenle de sıradan kitleler için fazlasıyla çekicidir ama gerçek tam da böylesi bir vasatta tanınmayacak hale gelir.