Programın tamamını izlemek için:
2021 zor bir yıldı ve bu zor yılın sonunda yine çok umut vermeyen başka bir yılın başlangıcı oldukça karamsar analizlerle karşımıza çıktı.
Hiç şüphe yok, her yılın kendine has bir önemi var. 2021 de kendi öyküsü olan, tarih içerisinde belli bir yerde anılacak olan yıllardan biri oldu. Özellikle sonbaharda yaşadığımız ekonomik krizin yaydığı sarsıntı, ortaya çıkarttığı çatırtı sesleri belki de 2021’i en iyi tarif eden gelişmelerden bir tanesiydi.
Ülkedeki hukuk ve siyaset daralmasının yanına tartışılmaz, ağır, geri dönüşü mümkün olmayan, gündelik hayatı karmakarışık hale getiren bir ekonomik kriz eklendi.
Bugün, 2021 yılında iktidar açısından, hem siyasi iktidar hem de devlet iktidarı açısından neler yaşandığına değinmek istiyorum.
Bu bakımdan 2021 yılının önemli özelliklerinden birisi bir söylem, bir ideolojik zıplamanın yaşanmasıydı. Söylem ve ideolojik zıplamayı mümkün kılan vesile, hem ekonomik kriz, hem de ekonomik kriz karşısında ilan edilen tedbir paketi, daha doğrusu yeni ekonomik model oldu. Bunun altını özellikle çizmek lazım, çünkü AK Parti iktidarı bakımından ele alındığı zaman, bu ekonomik kriz ve sonrası bir tür milat ifade ediyor. İlan edilen politika, kullanılan dil, yerli ve milli sisteme çakılan en sivri çivi, bu çivinin üzerine vurulan en sert çekiç darbesi belki de.
Bunu söylüyorum, çünkü bir karşılığı var. Karşımızda sadece bir söylem, bir hikaye, bir anlatı yok. Aynı zamanda günbegün yaşanan, sonuç veren bir iç siyasi yapılanma meselesi var. Peki, bu çerçevede yaşanan zıplama neyi ifade ediyor?
Türkiye’nin Batı modeliyle, Batı liberal deneyimleri ile kendi arasına koyduğu mesafeyi biraz daha derinleştirmesini ifade ediyor. Liberalizm her boyutuyla devre dışı kalıyor, iktidarın karşısına aldığı bir hedef haline geliyor. Yeni ilan edilen modelin temeli aslında budur. Türkiye’de zannediyorum ki hiçbir iktidar, cuntalar dahi, milliyetçilik ve otoriterlik seviyeleri ne ölçüde olursa olsun Batı’ya mesafe konusunda çıtayı bu kadar yukarı çıkartmamışlardı. Hukuk, insan hakları gibi konularda evet Türkiye ile Batı arasındaki fark açılmıştı, fakat ekonomi konusunda geçmişte uygulanan tüm modeller temelde Batı liberal yaklaşımlarıydı.
Mevcut iktidar sadece bugün uygulanacak politikalar açısından değil, dün uygulanmış politikalar açısından da dünü yeniden ve negatif olarak tanımlıyor. Batı’nın modelinin Türkiye’yi Batı’ya bağımlı kılmanın ötesinde bir anlam taşımadığı söyleniyor. Bu, Tayyip Erdoğan’ın zaman zaman kabaca, zaman zaman ise yazılmış ince metinlerle dile getirdiği bir söylem. Nas, inanç tartışmaları kendine haslık unsurları olarak bu tutumun tam öbeğinde yer alıyor.
Ekonomi de dahil olmak üzere topyekûn bir sahada; hukuktan demokrasiye, devlet kurumlarından ekonomiye kadar uzanan bir sahada kendi medeniyetini ve kendi haslığını inşa etme iddiasının bir türü bu. Ve çok hafife alınmaması gereken bir gelişme.
Daha önce de birkaç kez altını çizdim. Bu medeniyet inşası serüveninin hikayesi 2013’teki Arap Baharı ile başladı. Arap Baharıyla bir İslami hareket türünün, Hamas gibi, Müslüman Kardeşler gibi siyasi yarışma fikrini benimseyen siyasi partilerin öne çıkması ve güç kazanmasıyla birlikte, çoğunlukçu ama seçimli bir yeni düzen ihtimali doğmuştu. Türkiye kendisini bu gelişmelerin başını çeken bir konuma doğru itti. Buradan hareketle, Türkiye’deki siyaset kimlikçi özelliklerini arttırdı. İslami imaların bu kez dışarıdan gelip siyasi söylemin içine katıldığı bir sayfa açıldı. Erdoğan’ın o dönemde Batı değerleri ile kavgaya başlamasının Türkiye’ye yansımaları açıktır: İçki yasakları tartışması, kızlı-erkekli öğrenci evleri meselesi, Gezi’den sonra öğrenci gruplarının dışlanan isyankar ve ideal ilan edilen ahlaklı iki grup olarak ele alınması, siyasi okumaların muhafazakarlığa tâbi tutulması, bu çerçevede disiplinli bir toplum fikrinin açık toplum fikrinin yerini alması akla getirilebilir. Otoriter devlet-toplum ilişkisinin tek adamlık süreciyle iç içe geçmesi de bu dönemde oldu.
Bu tablo 2013’te başladı, Gezi olayları ile pekişti, arkasından Çözüm Süreci’nin bitmesi ile derinleşti ve 2016 darbe girişimi ile kronikleşti. Darbe girişimi sonunda bu mekanizma bir ittifakla birleşti. Kürt sorununda gelişmelerden ve FETÖ’den korkan dünün çatışan aktörlerinin bir araya gelmesi ile birlikte kurulan yeni ittifak karşımıza Kürtlerin dışlandığı, hukukun devre dışı bırakıldığı yeni bir önlemler düzeni üretti. Bu önlemlerin iki sonucu oldu; birincisi devlet-merkez fikri yeniden güçlendi, ikincisi tehditler hukuksuz yargı yoluyla bertaraf edilmeye başladı. 2017 referandumu bu anlamda bu ittifakı ve unsurlarını kurumsallaştırdı.
2021 bunlara yeni ne kattı?
- Milliyetçilik ile ekonomiyi Türkiye’de ilk defa iç içe soktu. Bunun örnekleri Çin’de, Rusya’da, Macaristan’da, Vietnam’da sıkça görülür. Otoriter kapitalizmi taşıyan bir kimlikçi milliyetçi dalga buralarda önemlidir ve modeldir. Ne zaman Çin modeli dense Türkiye’de bir itiraz oluyor haklı olarak ekonomi üzerinden. Ama Çin tarzı bir yönetim modeli açısından da var.
- Bu çerçevede yeni bir gelecek tahayyülü muhafazakar kesimlere ve milliyetçi kesimlere aktarmaya başlandı.
- İktidardaki mevcut siyasi ittifak üzerine sorulması gereken yeni sorular ortaya çıktı. Bu sorular; askerin nasıl bir asker olduğu, milliyetçilerin nasıl bir milliyetçiliğin peşinde koştuğu, muhafazakarlığın nasıl tanımlandığı ve aralarında ne tür ilişkilerin olduğu şeklinde.
Bu tablo iktidar tarafından çok önemseniyor ve yeni bir başlangıç olarak tanımlanıyor. Muhalefet ise bu hikayeyi hafifseyerek eleştiriyor. Hatta bir çöküşün açık başlangıcı olarak değerlendiriyor. Tabii her iki istikamet de mümkün.
Ancak şunu da belirtmek lazım ki 2021 Türkiye’yi ciddi bir yol ayrımına getirmiştir, 2022’de bu resim tamamlanacak. Eğer siyasi iktidar ya da iktidar bloğu önümüzdeki dönemi kazanır ve bu söylemi siyaset başarısına, seçim başarısına dönüştürebilirse nasıl bir Türkiye’de yaşadığımız yukarıda sorduğum 3 soru ile doğrudan ilişkili olacaktır. Bunun ihtimali nedir? Az bir ihtimal değil.