Halk her geçen gün artan fiyatlarla giderek derin bir yoksulluğun içine sürüklenirken, iktidar çevreleri aynı ölçü ve şiddetle ‘kutsallar’ konusunu deşmeye başladı. Bu kutsallar aracılığı ile yoksullaşma görünmez kılınmak isteniyor belli ki. Yoksa, bu ülkenin yaklaşık 50 yıllık müzik hayatına damga vuran, herkeste şu ya da bu şekilde iz bırakan Sezen Aksu gibi bir sanatçı beş yıl önce söylediği bir şarkıdan yola çıkılarak ‘kutsallık’ kazanının içine atılıp altına ateş yakılmazdı.
Sezen Aksu, doğru bildiğini şarkılarında şiirlerinde dile getiren, eski eşi Ahmet Utlu’nun deyimiyle ‘Kalbiyle yaşayan’ bir kadın.
Muhafazakârlık adına Aksu’yu boğmaya kalkışanlara en büyük destek bir kısım solcudan geldi. 2010’daki referandumda ‘yetmez ama evet’ dediği için, demokrasiyi sadece kendilerine ve temsil ettiklerini düşündükleri kitlelere hak görenler, ‘solculuk’ adına Aksu’nun atıldığı kazana odun taşıdılar bu süreçte. Birbirine karşıt gibi görünseler de aynı nefret havuzundan beslenen ‘kutsalların’ dayanışmasıdır bu…
Son yıllarda yürütülen yanlış politikalar sonucu yoksullaşan, yoksullaşmaya devam eden ülkeyi yönetenlerin elinde durumu kurtarma aracı olarak sadece ‘kutsallık’ kaldı. Bu gidişle sadece yeni kutsallar değil, bir gece yarısı ev basmalara giden ne olduğu belirsiz yeni gruplar da göreceğiz korkarım.
Artan hayat pahalılığı karşısında iktidar adına konuşanların insanın aklıyla alay eden açıklamalarına tanık oluyoruz sıkça. Geçenlerde birisi Türkiye’de ekmeğin çok ucuz olduğunu, Almanya’da 30 lira olduğunu söyledi. Asgari ücretin zam yapılmış haliyle 300 euro civarında olduğu bir ülkede, Almanya’da asgari ücretin kaç euro olduğunu yazmadan yapılan bu karşılaştırma, eski maliye bakanı Berat Albayrak’ın “maaşınızı dolarla mı alıyorsunuz” sözünü hatırlattı. Ülke insanı maaşını dolar ve euro ile almıyor ama ekmeğin fiyatı Almanya ile karşılaştırılabiliyor!
Et alma kuzu kes!
İktidar cenahından ilginç bir pahalılığa karşı tasarruf önerisi de BBP Genel Başkanı Mustafa Destici’den geldi. İnsanların kilosu 100 lirayı aşan kıymayı almayı bırakın yanından teğet bile geçmediği şu günlerde Destici, “Kasaptan et almayın, kuzu kesin. Daha tasarruflu oluyor, ben öyle yapıyorum” dedi. Bir lira daha ucuza almak için Halk Ekmek kuyruklarının her geçen gün arttığı günlerde, insanlara kuzu kesmelerini önermek alay etme gibi görünse de kendi içinde mantığı var aslında. Bu arada Cumhur İttifakı’nın en küçük partisinin liderinin artan hayat pahalılığını, geçim güçlüğünü sürekli dile getiren, bunu yaparken de iktidarı eleştiren bir lider olduğunu söyleyerek hakkını verelim. Destici, çok eleştiri alan sözleri hakkında, bunları kendisinden yola çıkarak söylediğini, “kırsal bölgelerde kalabalık ailelerin kışa girmeden önce kuzu kestiğini, böylece kışı geçirdiklerini” anlattı. Söylediklerinde haklılık payı eskiden vardı. Çocukluğumda benzer şeylere tanık olmuşluğum vardır. Ama ortada kırsal bölgelerde yaşanılan nüfus yoğunluğu kalmadığı gibi, hayvancılık da kalmadı. Bir kilo kıymayı almaya gücü yetmeyen, giderek büyüyen çoğunluk kuzuyu nasıl alacak? Destici, kendini eleştirenlere karşı, “Geylerle yılbaşı kutlayanlar beni eleştirirse bunu kabul etmem” diyerek kutsallık zırhına büründü. Ne alakası var demeyin, alakalı alakasız her türlü kutsallık zırhı bugünlerde iş görüyor, daha doğrusu başka zırh kalmadı.
Vicdanının sesini dinle bak ne diyor!
Geçtiğimiz yılın enflasyonunu yüzde 36 olarak açıklayan Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) Başkanı Sait Erdal Dinçer, kuruma ve kendisine gelen eleştirilere cevap verme amacıyla Dünya gazetesi yazarı Alaattin Aktaş’a konuşaraktu: “Enflasyon hesabında ben 84 milyona karşı sorumluyum, bir yanlışa imza atarsam 84 milyonun hakkını yemiş olurum.”
Dinçer belli ki kendi içinde bir vicdan muhasebesi yapma gereği hissetmiş. Rakamlarla oynanmadığını söyleyen Dinçer’e bağlı TÜİK çalışanları ise enflasyonu hesaplamak için çarşı pazara hiç uğramamış. Uğrasalardı eğer, benim gibi bir ekonomi cahilinin bile yaşadığıyla ilan edilen enflasyon arasında en az iki kat fark olduğunu görürlerdi.
Daha önce de defalarca söyledim, üç yıldır Milas’a bağlı küçük bir balıkçı kasabası olan Güllük’te yaşıyorum. Buraya taşındığımızda ilk dikkatimi çeken şey, pazarının ucuzluğu ve zenginliği oldu. Özellikle Milas ve Ege bölgesine özgü otlar kış aylarının en leziz besinlerini oluşturuyordu. Evde kurduğumuz açık kumbarada biriken bozuk paraları Perşembe pazarında alışveriş için kullanıyorduk. Son aylarda o kumbaraya hiç bakmıyorum, gerek de kalmadı. Elini hangi sebzeye atsan en az beş liradan başlıyor. Ege’ye özgü cibes, radika, ebegümeci, turp otu gibi otlar daha geçen yıl bağı bir-iki liradan satılırken şimdi en ucuzu beş lira. Kış aylarının vazgeçilmezi kestane alayım dedim, kilosunu 60 lira görünce elimi ateş yaktı. Cız oldum. 10 liranın altında domates, salatalık, pırasa, ıspanak yok. Pazarda alışverişe çıkarken cebe koyulacak bozuk paralara da ihtiyaç duyulmuyor haliyle. Nispeten kendi sebze ve meyvesini üreten Aydın ovasına yakın Milas’taki pazarda her şey katlanarak artıyorsa büyükşehirlerdeki pazarları düşünemiyorum bile.
Hal böyle olunca vaziyeti kurtarmak için ürettikleriyle ülkenin değerini artıran insanlar kazana atılıyor, sonra da altına ateş veriliyor.
Türkiye hiç böyle olmamıştı.