Gerçeği yansıtmayan haberler, gazetecilerin dezenformasyon tuzağına düşmesinden kaynaklanabileceği gibi ideolojik takıntılarının gücünden de kaynaklanabilir. Birincide açık bir aldatılma, ikincide gönüllü bir aldanma söz konusudur.
Gerçek olmayan haberlerin bu ikinci türünde gazeteci, ‘gerçek’ diye yansıttığı bilgiden aslında emin değildir, kuşkuları vardır fakat bir yandan da o haberin kendi dünya görüşü açısından olumlu bir kamuoyu yaratma işlevi göreceğine inanmaktadır. Yani elindeki bilgi “gönlündeki gerçek”le örtüşmektedir fakat gerçekle örtüşüp örtüşmediği belli değildir. Burada gazeteci iki tutumdan birini benimseyebilir: Ya “kurcalarsam, ‘doğru’ kamuoyu yaratmada işe yarayacak bir haberin canına okuyabilirim” diye özetlenebilecek tatsız duygunun eşliğinde gazeteciliğini askıya alır ya da “benim işim, işim(iz)e gelmese de olgusal gerçeği yansıtmaktır” deyip gazeteci gibi davranır.
Söylemeye gerek yok ki askıya alınmış gazeteciliğin mümbit toprağı “biz” ve “onlar” diye bölünmüş toplumlardır. Çünkü böyle toplumlar gazetecilerden ‘gerçek’ten çok yüreklerinin soğutulmasını ister.
“Beşli Çete diyen gazeteciye hapis cezası geliyor”
“Torba kanundaki bir madde ile haberlerinde ‘beşli çete’ ibaresini kullanan gazetecilere üç yıla kadar hapis cezası geliyor…”
Son günlerin bu ‘flaş’ haberi, ‘gerçek’ ve ‘gönüldeki gerçek’ bahsi için güzel bir örnek teşkil ediyor…
Haberin ‘gerçek’ değil ‘gönüldeki gerçek’ olduğunu Sözcü gazetesi yazarı Çiğdem Toker’in dünkü (29 Mart) “’Beşli çete’ diyene hapis gelmiyor” başlıklı yazısından öğrendik.
Bu haberden ve Çiğdem Toker’in yazısından ‘gerçek’ ve ‘gönüldeki gerçek’ bahsini örnekleyebilmek için yararlanmak istiyorum.
Dün sabah Toker’in yazısının başlığını okuyanlar (bir daha hatırlayalım: “’Beşli çete’ diyene hapis gelmiyor”) eminim benim gibi “nasıl ya” diye tepki vermişlerdir. Çünkü kaç gündür muhalif gazetelerde, televizyonlarda, sosyal medya hesaplarında, torba kanunda böyle bir şeyin olduğu kesin bir bilgi olarak işlenmekteydi. En kuşkucu insanların bile “herkes böyle diyorsa…” diye bütün kuşku kalkanlarını indireceği yaygın bir bilgi bombardımanından söz ediyoruz; gerçekten de kolay değildi “acaba?” diye kuşkulanmak.
Neyse ki kariyeri boyunca işinin somut gerçek olduğunu bize göstermiş bir gazeteci olan Çiğdem Toker, birbirimizi daha fazla gaza getirmeden bizi gerçeğe davet etti:
Söze doğrudan giriyorum: “Beşli çete” demek yasaklanmıyor. (Şimdilik)
Gazetecilere hapis cezası öngören maddede geçen “şirket”, muhalefetin “beşli çete” diye andığı şirketler değil.
Hatta onlara yakın ölçekte, yine büyük altyapı projeleri almış diğer inşaat şirketleri de DEĞİL.
Meclis’e sunulan yeni kanun teklifi; bir büyük yayınevi, bir milletvekilinin büyük inşaat şirketlerine dair kitabını yayımladığı için getirilmedi. O kanun bu kitap için çıkarılmıyor.
OLAN ŞU
Ortada sorunlu bir ilk haber var. Ya başlığı hatalı, anlaşılmadan yazılmış veya doğru özetlenmemiş. “Beşli çete”ye yasak geliyor başlığı çok cazipti. Kontrol edilmeden, tık kaygısı belki de “aman geri kalmayayım” güdüsüyle hızlı paylaşıldı. Sosyal medyanın köpürtme özelliğiyle birleşti. Gerçekte olmayan bir durum varmış gibi çıktı. “Post truth” dedikleri şey oldu.
Kimler paylaşmadı ki bu yanlışı: TBMM’de milletvekilliği yapmış isimler, eski/yeni gazeteci meslektaşlar, yayıncılar: “Beşli çete” demek yasaklanıyormuş. Hayır kardeşim, yasaklanmıyor.
(…)
Peki ne mi oluyor? Tasarruf finansman şirketleri hakkında asılsız haber yaymaya hapis cezası getiriliyor. Evet bu iktidar yeni maddeyle gazetecilere üç yıla hapisin kapısını açıyor. Ama konu “beşli çete” değil.
“Siyasi olarak kullanışlı” enformasyonun doğası ve onları kullananların ruh hali
Duruma böylece açıklık getiren çalışkan gazeteci Çiğdem Toker’e teşekkür edelim, fakat ben yazısındaki iki paragrafın üzerinde ayrıca durmak istiyorum. Çünkü bu paragraflar -bu örnekte gördüğümüz türden- gerçek olmayan fakat “siyasi olarak kullanışlı” enformasyonun doğası ve onları kullananların ruh hali hakkında düşünmemizi sağlıyor.
Birinci paragraf:
“Yerim kalmadı. İsteyen TBMM sitesinden bu maddenin gerekçesini okuyarak daha kapsamlı ve doğru bilgiye erişebilir. İstenen doğru bilgiyse tabii.”
İkinci paragraf:
“Ha biz gazeteciler, sonuna dek bunu eleştirebiliriz, ‘Nedir yani? Tasarruf finansman şirketleri eleştiriden muaf mı?’ diyebiliriz. Ya da bu maddenin tasarruf finansman şirketlerinden çıkıp tüm şirketlere yaygınlaştırılabileceğini vurgulayabiliriz. Ki, AKP’nin önünde Meclis’te bunu eklemeye engel yok. Ama bugün itibarıyla ‘beşli çete’ demek yasaklanıyor, diyemeyiz. Eğer dersek asıl o zaman iyi değerler uğruna verilen mücadele zarar görür.”
Bu paragrafların özellikle son cümlelerine işaret edeceğim anlaşılmıştır diye düşünüyorum.
“İstenen doğru bilgiyse tabii…” Bu cümle tersinden, “doğru bilgi”nin istenmeyebileceğini, “doğru bilgi”yi istemeyen birilerinin olabileceğini söylüyor bize.
Yanılmıyor Çiğdem Toker… Bilgi ‘doğru’ olmasa da ‘doğru’ kamuoyu yarattığı için bu türden enformasyona karşı kuşku kalkanlarını devre dışı bırakan gazeteci ve sosyal medya kullanıcıları pişmiş aşa su kattığı için eminim şu anda ona çok kızıyorlardır.
Ve ikinci paragraf…
Bu paragrafta ise bariz bir savunma pozisyonu seziliyor. “Bu torba kanunda yok ama pekâlâ beşli çete şirketlerine de yayabilirler” mealli cümle sanki, yazıyı okuduktan sonra, sahibine “Ne yani, bunlar o kadarını da yapmazlar mı demek istiyorsun” diye sitem edecek; yazılana inansa da yazarına “pişmiş aşa su kattın” diyerek içten içe kızacak okurlara karşı kurgulanmış gibi geldi bana…
NOT. Bu yazıyı bitirdikten sonra Cüneyt Özdemir’in bugün (30 Mart) YouTube kanalından yaptığı yayını izledim. Yayınının başlığı bu konuya ayrılmıştı. Bir gün önce kendisinin de dahil olduğu birçok gazetecinin torba yasaya bakmadan ortaya atılan iddiayla ilgili yorum yaptığını söyledi ve tembellik ettiği için okurlarından özür diledi. Konuyu kapatırken de, Çiğdem Toker’in “en muhalif gazete”de, yazdığı haberlerle hükümeti “döven” bir gazeteci olduğunu hatırlattı ve iktidarın ve iktidar basınının yapmadığı, yapamadığı düzeltmeyi onun yaptığını söyledi. Hükümetin buradan çıkarması gereken dersi de şöyle özetledi: Sizin (de) işte böyle gazetecilere ihtiyacınız var.
Bu da önemli bir tespit, onu da hatırlatmış olayım.