Programın tamamını izlemek için:
Bugünlerde dış politikada konu çok: Suriye’ye müdahale, İsveç ve Finlandiya’nın NATO üyeliğini bloke etmemiz, Yunan adalarının silahlandırılması… Meseleler çok.
Bir yabancı, ‘Sanki Türkiye gerilimlerden besleniyor gibi’ dedi. Doğru mu değil mi, yorum yok…
Evvela Suriye konusunu ele alalım. Bir Katar gazetesinin haberine göre Türkiye Suriye’ye müdahaleden vazgeçmiş. Bence iyi de etmiş. Çünkü Suriye’ye müdahale ABD Kongresi’nde F-16’ları zora sokardı.
Çok ilginç ki, Rusya adeta bizim Suriye’ye müdahale etmemizi istiyor. ‘Türkiye kayıtsız kalamaz’ diyor. Kendisi Ukrayna’da nasıl bir duruma düştüyse, Türkiye de Suriye’de aynı duruma düşsün istiyor. Teşvik ediyor adeta.
İkinci konu; İsveç ve Finlandiya. Finlandiya bu işi atlatıyor gibi. İsveç silah ambargosunu kaldırdığını açıklamış. Ama tabii PYD konusu ortada. Bu konuda İsveç’in yasaları ortada. Mülteci statüsünde olan ve terör faaliyeti göstermeyen kişilerin iade edilmesi adeta imkânsız. Ben de doğrusu mali yardım gidiyor olduğunu düşünüyorum ama ortada büyük bir faaliyet görünmüyor. Bu konunun Türkiye’ye çok ciddi siyasi ve ekonomik sonuçları olabilir.
Evet elimizde bir veto hakkı var ama bu vetoyu çok ciddi argümanlarla kullanmamız lazım. Siz bakmayın NATO Genel Sekreteri Stoltenberg’in “Türkiye bizim çok önemli bir üyemiz” dediğine. Hep böyle yaparlar. Aslında onların gözünde Türkiye sıkıntı çıkartan bir ülke.
Gelelim Yunan adalarının askerileştirilmesine. Çavuşoğlu’nun beyanatı adeta bir tehdit niteliğinde. Ortada bir durum var. 2004 yılında AB, ‘Türkiye ve Yunanistan meselelerini ikili müzakerelerle halletsin. Halledemiyorlarsa Adalet Divanı’na gitsinler’ dedi. O tarihten beri araştırıcı görüşmeler yapılıyor ama anlaşıldığı üzere bir sonuca varılamadı. Varılsaydı ortaya çıkardı.
Yunan adaları konusunu ikiye ayırmak lazım.
İlk önce Semadirek Adası konusu var. Zamanın Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras, ‘Bunlar artık askerleştirilebilir’ dedi. Ne zaman? Montrö Sözleşmesi’nden sonra. Hatırlayacaksınız Montrö’den önce Boğazlar Sözleşmesi’nde Boğazlar gayri-askeri statüdeydi ve bir uluslararası yönetim tarafından idare ediliyordu. Montrö’de bu değiştirildi ve Türkiye Boğazları askerleştirebildi. Aras’ın buna dayanarak oranın da askerileştirilebileceğini söylediğini düşünüyorum. Bence yanlış da yapmadı.
Öbür adalar konusunda ise böyle bir durum yok. Biz haklı görünüyoruz. AB’nin dediği şu: İkili müzakereler yoluyla halledilemiyorsa bunu Divan’a götürün.
‘Blöf yapmıyoruz’ falan tehdit içeriği taşıyor ve bunlar hukuktan uzak ifadeler. Ben elimizin kuvvetli olduğuna inanıyorum bu konuda. Dolayısıyla bu sorunu pekâlâ Divan’a götürülebilir bir sorun olarak görüyorum.
Yunanistan şu anda fiiliyatta adaları askerileştiriyor ve bunu her ne kadar söylemese de Roma hukukundan gelen bir kurala dayandırmaya çalışıyor: ‘Şartların değişmesi’
Şartların değişmesi öyle kolayca söylenebilecek bir şey değil. Hakikaten değiştiğini göstermesi lazım. Divan’a gittiğimiz takdirde Yunanistan’ın şartların değiştiğini ispat etmesi gerekir. Kolay bir şey değil.
Son olarak şunu söyleyeyim… Arada bir “Biz NATO’dan da çıkarız” lafı söyleniyor. Buna en çok Yunanistan sevinecektir. Bırakın diğerlerini, Yunanistan çifte telli oynar sevinçten. Bu tür lafları çok ciddi kullanmak lazım. Böyle kahve sohbetinde konuşur gibi söylememek lazım.
‘Aman ha!’ diyorum, ‘Aman ha!’