Şampiyonlar Ligi’nin başlama düdüğü çaldığında, Avrupa futbolunu takip eden birine “Kupayı alma ihtimali en yüksek dört takımı hangisidir?” diye sorsaydınız cevap babında, büyük bir ihtimalle PSG, Chelsea, Manchester City ve Liverpool’un adlarını duyardınız.
Üçü İngiliz, biri de Fransız olan bu takımlar, hem kadroları hem hocaları hem de oynadıkları oyunla göz kamaştırıyorlardı. Onları alt etmek çok zor gözüküyordu.
PSG’yi artık lig şampiyonluğu tatmin etmiyordu; Messi-Neymar-Mbappe üçlüsünü ancak bir ŞL zaferi kesebilirdi.
Chelsea, geçen yılın galibiydi ve başarı yürüyüşü daim kılmayı arzuluyordu.
City ve Liverpool için ise zaten söylenebilecek çok az söz vardı, her iki ekip de geleceğin futbolunu oynuyorlardı.
Belki bir Bayern Münich bu dörtlüyü bozabilirdi, o kadar! Yoksa bu oyuna çomak sokacak başka bir takım yoktu.
Hele Real Madrid’in bu kare asın içine girme şansı, neredeyse, yok mesabesindeydi.
Kadrosu yaşlanıyordu. Futbolu, rekabetin gerilediği İspanya’da onu zirvede tutabilirdi ama ŞL sahnesinde iş yapamazdı.
Gruplarda ilerleyebilirdi ama eleme turlarında bu dörtlüden biri karşısına çıktığında Real’in boyası dökülecek, tahtı düşecekti.
“Real’i Liverpool’un gazabından Tanrı bile kurtaramaz!
Fakat günün sonunda bütün bu beklentiler, tahminler boşa çıktı. Kupa, yine en iyi bildiği yolu tuttu ve gitti Real’in müzesinde kendisine ayrılan yere kuruldu.
Şüphesiz bu Real için yeni bir durum sayılmaz, neticede bu kupa Sol Meydanı’na 14. kez geliyor, şampiyonun atkısı ve bayrağı Cibeles Anıtı’na 14 defadır asılıyor.
Yani Real sevdalıları zaferlere ve zaferlere eşlik eden ritüellere alışıklar.
Yine de her seferinde Avrupa’nın zirvesine çıkmanın kendine has bir tadı var. Hele bu yılki gibi epik bir karakter taşıyorsa, o zirve tırmanışı tadından yenmez!
Gerçekten de muazzam bir yolculuk yaptı Real. Önce PSG’yi, sonra Chelsea’yi, akabinde City’yi ve nihayetinde de Liverpool’u geçti.
Yeminli karşıtları, Real her bir rakibi devirdiğinde umutlarını bir sonraki rakibe bağladılar.
“Evet, PSG’yi şans eseri yendi ama Chelsea onun defterini dürer.”
“Chelsea’da bir mucize oldu ama City’nin elinden kaçma şansı yok.”
“Real’i Liverpool’un gazabından Tanrı bile kurtaramaz!”
Öyle diye diye kendilerini avuttular, fakat bütün bu söylenenler Carlo Ancelotti ve talebelerine işlemedi.
Onlar kulaklarını kapattılar, işlerine baktılar ve sahada her önlerine çıkanı devirdiler.
PSG’ye Madrid’de, Chelsea’ya Londra’da, City’ye hem Manchester’da hem de Madrid’de üçer gol attılar.
Liverpool’un fişini çekmek için ise, bir gol yetti.
İntikamı hem sıcak hem de soğuk yenir
Bu gösterişli zaferin mimarı, elbette Carlo Ancelotti’ydi. Geçen yıl İspanya’da Atletico’nun ardında kalan ve Avrupa’ya erken havlu atan Real’i kısa sürede ayağa kaldırdı.
Saha içi dağınıklığı bitirdi, defansa çeki düzen verdi, savunma ile orta saha hatları arasındaki yardımlaşma ve birlikteliği mükemmelleştirdi.
Futbolcuların bireysel performanslarını yükseltti. Madrid’e adım attığı günden beri kendisine yakıştırılan topu oynayamayan Vinicius, Ancelotti ile patlama yaptı.
Öyle ki Neymar, Ballon d’Or’uN Vinicius’a verilmesi gerektiğini söyledi. Valverde, onun ellerinde Modric-Kroos sonrasına hazır bir kıvama geldi.
Lig şampiyonluğunu erkenden garantiye aldı, ŞL’ne odaklandı ve Avrupa’nın en büyük kupasını Madrid’e getirdi.
Ancelotti, Avrupa’nın beş büyük liginde (Almanya, Fransa, İngiltere, İspanya, İtalya) şampiyonluk yaşayan tek teknik direktör; az buz bir iş değil bu!
Keza, ikisi Milan ikisi de Real ile olmak üzere toplamda dört kupa ile ŞL’ni en fazla kazanan hoca da o.
Bugüne kadar ŞL’de beş final oynadı, tek yenilgisini 2005’de Liverpool’dan aldı.
3-0 öndeyken kaybedilen bir final, bir futbol insanının başına gelebilecek en büyük felaketlerinden biriydi.
Ancelotti, her vesile ile o günü anımsatır, futbolun ve finalin ne olduğunu, en iyi İstanbul’daki o unutulmaz maçın anlattığını söyler durur.
Dolayısıyla Liverpool’un onun hayatında özel bir yeri var. Ancelotti, o dramatik gecenin intikamını, 2007’de Milan ve 2022’de Real’le, Kırmızılardan iki kez aldı.
2018’de sakatlanarak oyundan çıktığı ve kaybettikleri finale atıfla “Şimdi intikam zamanı” diyen Salah’a 1981’de Real’in Paris’te Liverpool’a kaybettiği finali hatırlattı ve “Bu bizim tarafımızdan da bir intikam” dedi.
Don Carlo Ancelotti için intikam, hem sıcak hem de soğuk yenen bir yemekti.
Altın Top, Kral’ın hakkı!
Real’in bu sezonki göz kamaştırıcı performansında Benzema’nın katkısına ayrı bir sayfa açmak lazım.
Onun bilhassa PSG, Chelsea ve City maçlarındaki futbolu inanılmazdı.
Real’deki geçmişine sayıların diliyle bakıldığında onun hep üst düzey bir performans gösterdiği görülebilirse de bu yıl yaptıklarını tarif etmek kolay değil.
46 maçta 44 gol ve 14 asistle oynayan Benzema, tam bir liderdi. City ile rövanş maçında, 90. dakikada beraberliği sağladıktan sonra arkadaşlarına dönüp “Hadi yapabiliriz” demesi ve herkesin nefesinin tutuğu bir anda Panenka penaltısıyla Guardiola’nın ekibini çökertmesi, onun bu sezonki sayısız liderlik gösterilerden biriydi.
Real’in efsanelerinden Guti “Bu sene Benzema’ya Ballon d’Or’u vermezlerse başka ne zaman vereceklerini bilmiyorum. Ballon d’Or’u kazanmak için bundan daha fazla ne yapılabilir ki? Bence sonuç çok net” derken, kitabın ortasından konuşuyor.
Hakikaten, Altın Top, Kral’a verilmeyecek de kime verilecek?
Tarihin iyi tarafı
Finalin en değerli oyuncusu ödülü, çok yerinde bir tercihle, Real’in kalecisi Cuortios’a verildi.
Belçikalı file bekçisi, yüz dakika boyunca muhteşem kurtarışlar yaptı ve maçtan önce dediği gibi ne Salah’ın ne Mane’nin ne de başka birinin kupayı elinden almasına müsaade etti.
Feleğin binbir türlü çemberinden geçmiş Ancelotti bile onun oyununu “inanılmaz” sıfatıyla ödüllendirdi.
Courtois’ın “Bir finalde Real Madrid’le karşılaşırsan, finali onların kazanacağını bilirsin. Artık tarihin iyi tarafındayım” sözlerini, bir gerçeğin yalın bir anlatımı olarak okumak gerek.
Zira Real, ŞL’nde oynadığı 17 finalden sadece üçünü (1962’de Benfica’ya, 1964’te Inter’e ve 1981’de Liverpool’a) kaybetti, 14’ünü kazandı.
Çok sevdiğimiz, çok değer verdiğimiz ve bir gün Madrid’de takımın başında görmek istediğimiz Jürgen Klopp, Beyaz Şimşekler’e karşı kaybettiği ikinci finalin ardından “Real Madrid’in finallerde yenilmez olduğuna inanmıyorum. Bir gün final kaybedecekler ama bu sefer olmadı” dedi hüzünlü bir ifade ile.
Evet, belki bir gün Eflatun-Beyazlıların da final kaybettiği olacak ama sanırım Klopp’un o günü görmesi için çok beklemesi gerekecek.
Çünkü Real Madrid finalleri oynamıyor, kazanıyor.
Bir büyük takım alışkanlığı bu ve ne taraftarın ne de takımın bu bağımlılık yaratan alışkanlıktan vazgeçmeye niyeti var!