Roni Marguiles’in ilk gençliğinde uzak durduğu sosyalizme nasıl yöneldiğini anlatan öyküsünü merakla okudum. Bize göre epeyce ileri bir yaşta, belli ki bazı teorik çıkarımlar yaparak sosyalizmin insanlık için faydalı olduğuna karar vermiş: “Marksizm ile grev çadırında veya keskin bir mücadelenin saflarında değil, Ekonomi Politik dersinde tanıştım ve birkaç aylık kısa ama zahmetli ve acılı bir flört sürecinden sonra çok fena tavlandım.” “Roni eylem içinde değil düşünce temelinde, düşünerek sosyalizmi benimserken biz ne yapıyorduk?” diye düşündüm.
Roni’nin sosyalizmi benimsediği tarih, 1975 yazı. Ben o günlerde 3 yıllık hapisten 1974 Af Kanunu’yla dışarı çıkmış, daha sonra Kıbrıs konusunda yayınlanan bir bildiri yüzünden kaçak duruma düşmüştüm. Örgüt kararıyla o günlerde yurt dışına çıktım. Çin ve Arnavutluk’u bir komünist parti yöneticisi olarak ziyaret ettim.
Mao ve Enver Hoca arasındaki ayrılığın yeni hissedilmeye başladığı dönemdi. Çin’deki Kültür Devrimi’nin son demleriydi. İki ülkede de tam anlamıyla tek parti diktatörlüğü egemenliği sürüyordu. Her şey lidere bağlanıyor, lider tanrılaştırılıyor; eşitlik falan hak getire, geri ve ilkel bir yaşam tarzı topluma empoze ediliyordu. Tabii bunların hiçbirini o zaman böyle değerlendirmiyordum.
Çin’de Pekin Üniversitesi’nin rektörlük koltuğuna gerçek bir köylü oturmuştu. Eğitimsiz olması tercih nedeniydi. Profesörler, önünde “hazır ol”da duruyordu. “Profesörlere, aydınlara, halkı daha iyi anlayabilsinler diye domuz çiftliklerinde tuvalet temizlettiriyoruz” diyorlardı. Ben bu tablodan etkilenmiştim. Beğeniyordum. Teorik kitaplardakine hiç benzemeyen bir tablo karşısındaydık. İnsanlığı kurtaracağına inandığım bir “dava”nın içindeydim.
Gördüğüm acayiplikleri kendimce izah ediyordum. Ülkemi ve insanlığı kurtaracak siyasi tercihimi sosyalizmden yana yapmıştım. Mesele “davaya bağlı olmak” gibi kutsal bir hale dönüşmüştü. Çekoslovakya’nın Sovyet tanklarıyla ezilmesi, Arnavutluk’ta maç izlerken karşı karşıya kaldığım aşırı milliyetçi futbol seyircisi gibi olgular kafamda bazı sarsıntılar yaratsa da yola devam ettim.
Kutsallaşan inanç
Sosyalizm bir inanç mıydı? Bir dava mıydı? Bir ideal mi? Yoksa insanlığın kurtuluş yolu muydu? Biz onu bir inanç gibi yaşadık. Ölenlerimize “şehit” dedik, mücadele edenlerimizi kutsadık. Sosyalizmi tam anlamıyla bir dava olarak algıladık. Rüzgar o kadar kuvvetli esiyordu ki, sonsuz eşitliğe çok yaklaştığımızı sanıyorduk.
Önce Sovyetler sallandı. Ardından Doğu Avrupa ülkeleri ayaklandı. Mutluluk beklentilerinin yerini “muz”a hasret yoksullaştırılmış ülkeler aldı… Şimdi Çin’de merkezi bürokratik bir kapitalizm egemen. Hâlâ Komünist Partisi tek başına ülkeye hükmediyor. Rusya’da bir Çar var. Sosyalistlerin bir kısmı onu “Sovyetleri yeniden yaratacak lider” olarak görüyor. Tabii Roni’nin bütün bunlara cevap veren bir paketi var: