“15 Temmuz darbe girişiminin ardından askeriyeyi şehir dışına çıkarma kararı alan iktidar, kışla arazilerinin hepsinin yeşil alan olarak kalacağını söylemişti… Ancak o arazilerde içerisinde rezidanslar, villalar ve ticari ünitelerin yer aldığı gayrimenkul projeleri yükseliyor…”
Bu cümleler, Sözcü gazetesinden İsmail Şahin’in 10 Temmuz tarihli, “İstanbul’da askeri alan yağması: Tek tek yapılaşmaya açılıyor” başlıklı çarpıcı haberinin giriş bölümünden. Birkaç gün önce aynı konuyu ele alan bir televizyon haberi de izledim.
Her iki haberde yer alan görsel malzemeler, tam tersi iddialarla iktidara geldikten sonra rotayı “inşaat ya Resulullah”a çeviren AK Parti’nin doğaya ve insana bakışındaki çarpıklığı çok güzel sergiliyor.
Fakat ben burada her iki haberde yer alan bir noktadan yola çıkarak, haberlerin, yıllardır içinde yaşadığımız yönetim sisteminin nasıl bir şey olduğunun altını çizen yönüne dikkat çekmek istiyorum. O nokta şu (Sözcü’nün haberinden):
“Dönemin Çevre ve Şehircilik Bakanı Mehmet Özhaseki, 2017 yılında yaptığı açıklamada Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın bu konuda kesin bir talimatı olduğunu ifade ederek, ‘Şehir içerisinde kalan askeri alanlar, bundan 50-60 yıl kadar önce bazen daha eski, şehirlerin çeperlerinde yer alan askeriyenin kullanacağı yerlerdi. Şehirler öyle büyümüş ki askeri alanları içine almış ve yutmuş. Buraların dışarıya taşınması çok doğru bir fikir. Sayın Cumhurbaşkanımızın talimatı var, hepsi yeşil alan olacak. O konuda kimsede ters bir düşünce yok’ diye konuştu.”
Bakan Özhaseki’nin bu sözlerini ben de zamanında ‘canlı canlı’ izlemiştim, şimdi de YouTube’da epey teveccüh görüyor.
İzlemiştim ve hiç inanmamıştım. Çünkü onca ricaya rağmen, iktidara sağlayacağı büyük prestij de ortadayken Mecidiyeköy’deki Ali Sami Yen stadyumunu bile yeşil alan yapmayan bir iktidar gözlerden ırak birtakım yeşil-ormanlık alanları halka kaptırmazdı.
Ali Sami Yen’i özellikle vurguluyorum, başka herhangi bir rant projesinden ayırıyorum, evet. Özelliğini anlatınca siz de bana hak vereceksiniz:
Ali Sami Yen’le ilgili tartışmalar 2000’li yılların başında başladı. 2003’e gelindiğinde, stadın yıkılıp yerine daha büyük bir stat inşa edilmesi gündeme geldi. Olacak iş değildi ama kimseden ciddi bir itiraz da gelmiyordu. Nihayet, hem de bir Galatasaraylı olan gazeteci Hıncal Uluç ‘olmaz’ deyince, ben ve Kronik Medya’daki arkadaşlarım (Kürşat Bumin ve Ümit Kıvanç) Uluç’a teşekkür etmek amacıyla kısa bir metin kaleme aldık. O metinden, bilmeyenler için Mecidiyeköy’ün nasıl bir yer olduğunu tarif eden bölümü aktarıyorum:
“Adı Mecidiyeköy olan ve Ali Sami Yen Stadı’nın da bulunduğu bölge, zaten ‘cehennem’den farksızdır. Maç günleri, maç saatleri değil, günün her saatinde bu böyle… Mecidiyeköy ‘meydanı’ zaten hepsi hepsi, köprüler altına sıkışmış, her sokağından araç girip çıkan, bu da yetmezmiş gibi otobüslerin ana duraklarından birisi olarak seçilmiş kirli, haddinden fazla gürültülü ve sıkışık bir alanın adı… Böyle bir alanda değil 30 bin kişilik bir stadın, bir voleybol sahasının bile olması şehircilik kuralları açısından çok yanlış bir seçim.”
Fakat sonra daha fenası oldu. Ali Sami Yen’in şehir dışına çıkarılması kararı alındı ve başta Şişli halkı olmak üzere İstanbulluların feryadına rağmen, tamamı devlet mülkiyetinde olan alan iktidarın sevdiği müteahhitlerden birine verilerek bugünkü haline dönüştürüldü.
Mecidiyeköy’ü bilmeyenlere, orada dev bir parkın yapılmasının önemini anlatmak hakikaten zor. Şöyle diyeyim: Gündüz saatlerinde yüz binlerce insanın kullandığı bir bölgeden söz ediyoruz ve o bölgede çocuğunu arabaya koyup dışarıya çıkan bir annenin egzoz dumanları ve araba gürültülerini aşıp küçücük bir yeşil alana ulaşma şansı yok.
AK Parti Ali Sami Yen’i park yapsaydı çok büyük bir sempati toplayacaktı. Fakat yapmadı. Hangi temel tercihle yapmadığını sonraki yıllarda anladık.
Yazıklanmayacak gibi değil ama bu yazının konusu yazıklanmak değil. O nedenle açtığım geniş Ali Sami Yen parantezini kapatıp, başlıkta sorduğum soruya geleyim…
Bir daha hatırlayalım: Konunun ilgilisi olan bakan kamuoyuna sesleniyor ve boşaltılan askeri alanların yeşil alan olarak kalacağını, endişeye mahal olmadığını söylüyor. Çünkü cumhurbaşkanının kesin bir talimatı vardır bu konuda.
Geldik bugüne…
Soru Şu: O talimata ne oldu? Talimatla fiiliyat arasındaki bu büyük farkı nasıl açıklayabiliriz?
Akla iki ihtimal geliyor. Birinci ihtimal: Cumhurbaşkanı Erdoğan o talimatı verdikten bir süre sonra Bakan Özhaseki’yi çağırıp şöyle demiş olabilir:
“Mehmet Bey, ben o zaman öyle demiştim ama, bizim millet balık hafızalıdır, sen yavaş yavaş oralarda faaliyetlere başla…”
Bu durumda verdiği talimattan pişman olup değiştiren fakat talimatını değiştirdiğini kamuoyuna ilan etmeyen bir cumhurbaşkanı tablosuyla karşı karşıyayız demektir.
İkinci ihtimal: Cumhurbaşkanı, talimatını değiştirmemiştir ve bütün bunlar talimat yerli yerinde dururken vuku bulmaktadır. Yani olan bitenden cumhurbaşkanının haberi bile yoktur, o hâlâ ilk verdiği talimatın geçerli olduğunu sanmaktadır.
Sizin aklınıza başka ihtimaller de gelebilir. Fakat sanırım onlar da benim dile getirdiğim iki ihtimalin taşıdığı sakatlıkla malûl olacaktır: Yani, bu yönetim sisteminde a) iktidarı tek başına elinde tutan kişi kendi talimatını kolaylıkla çiğneyebilir ve ona kimse bunu hatırlatmaz, b) Kendisi talimatını çiğnemediği için başkalarının da çiğnemediğini düşünür fakat bu arada talimat sürekli olarak çiğnenmektedir.