A. Erkan Koca

Bir Liyâkatsizin Portresi

Liyakatsizliğin en uç hali olarak zübüklük her yere, en acıklısı da devletin içlerine doğru yayılırken liyâkat tartışmayı çaresiz bir hastanın çareyi içindeki virüsü herkese yaymakta görmesi gibi algılıyorum. Aile bakanlığına çağrıda bulunarak ‘aile’ kurumunu yeniden düşünmeye davet ediyorum. Yeni eğitim bakanının ‘zübüklük’ konusunu müfredata eklemesini bekliyorum.

‘Satisfied power’: AK Parti

Bütün bunlar hiç de olmaz şeyler değil. Fakat içinden çıkılması daha zor olan soru toplumsal ve siyasal düzeydeki bütün bu ümitvar beklentilere karşın devlet bürokrasisinde ve yargıdaki kadroların nasıl ve neye göre şeçileceği? Kendisini ‘devletin asıl sahibi’ olarak gören kitlelerin nasıl liyakata ve ehliyete davet edileceği, gerçek anlamda herkesi içine alacak sistemlerin işletilip işletilemeyeceği gibi duruyor.

Bir din aliminin Temel Karamollaoğlu analizi

“Neyse Hocam anlaşıldı sizin oyunuzun rengi” demeyi de ihmal etmedim yine de. Rahat durmuyordum. Hoca ağızını bozsun mu istiyordum? “Yok bu sefer oy vermiycem” dedi, ağzını bozmadan ağzını bozduğunu hissetirebilen adamların tavrıyla. O an anladım Temel Karamollaoğlu’na olan öfkesini. Oy vermeyeceği Parti her neyse ona veremeyecek oluşuna bir alternatif oluşu ona kötü geliyordu çünkü oy vermeme aslında bir alternatifsizlik davranışıydı oysa Karamollaoğlu giderek güçlü bir alternatif oluşturuyordu.

Birinci Meclis’i hatırlama zamanı

Meclis’i salt bir yasa yapıcı organa indirgemek ve bütün iktidarı bir kişi ya da zümreye terketmek tezatlarla dolu bir iradenin bütün çelişkileriyle uzlaşmaktan başka bir şey değildir. Kararsızlıklarımızı ortadan kaldırsa da ancak verilmiş kararlar almaktan ve canlı bir düşünsel ortamı terkedip donuk klişelere hapsolmaktan başka işe yaramayacaktır. Demokrasi, hızlı kararların alındığı değil doğru kararların alındığı ve alınan kararların en hızlı eyleme geçirilebildiği rejim oluşunu toplumun çelişki ve uyuşmazlıklarının üstünü örtmeyişine borçludur. Aksi halde, donuk bir kimlikten ve ancak büyük isyanlar halinde kendini dışavuran, seçimlere indirgenmiş basit bir oylamadan ibaret hale gelir.

Müslümanlık-İslamcılık çatışması

İslamcılık, sonsuz olandan güç alıp bu dünyayı değiştirmek isterken Müslümanlık, bu dünyadan güç alıp sonsuz olana kavuşmayı istiyor. Bu yüzden de gerçek iktidarı kitle hareketlerinde değil bireysel iradede arıyor. Bu anlamda sonuna kadar ferdiyetçiyken İslamcılık tam anlamıyla evrenselci –boşlukta yüzecek kadar hem de. Tam da bu yüzden, büyük hareketler doğurma kabiliyetine sahip olsa da büyük düşünce ve kültür adamları çıkaramıyor,

Eskişehir olayı: katilin öfkesi gerçekte kimeydi?

Eskişehir’deki katilin asıl öfkesi öldürdüğü insanlara değildi. Kendisine göstermelik bir soruşturma açılması, yönetimle arasındaki ilişkiye son verildiği mesajıydı. Oysa onca yalana ve iftiraya alet olmasına, her türlü pisliği yapmasına rağmen istediklerini bir türlü alamamıştı. Ve bir de soruşturmaya maruz kalmıştı ve bu nedenle, bir kişiyi, iki kişiyi değil bütün yönetimi ateşe atmak istedi. Bu yönetim sadece üniversite yönetimi de değildi belki bütün bir FETÖ’yle mücadele yönetimiydi.

Sivil-asker ilişkisi nereye gidiyor?

Türkiye’de sivil-asker ilişkisi, her zaman için objektif ve subjektif modelin her ikisinin de duruma göre devrede olduğu bir ara modeldir. Yeni askeri eğitimin ne asker ne sivil yapısı ve askerin hem Cumhurbaşkanlığı hem de Savunma Bakanlığı’na bağlanışı gibi yenilikler, bu aralık halinin sistemleştirilmesi çabalarıdır. Ve görünen o ki bu aralık hali yeni dönemde farklı bir biçimde siyaseti ulusal güvenlik ideolojisinin belirlemesine açık hale getirmektedir.

Danıştay Başkanı’nın kızı olmak

Hak etmenin ve hakkını alarak bir yerlere gelmenin bağımsızlaştırıcı ve şahsiyet kazandırıcı etkisini kırarak zamanla olan bitenleri ‘normalleştirici’ bir etki yaratıyor. Biat kültürü başlıyor. İnsanlar, bu türden olan bitenleri kabul etmekten başka çare bulamayarak aynı etik-dışı yolların arayışına düşüyor. Tam bir kısır döngü halinde haksızlıklar ve liyakatsizlikler bizatihi haklı ve liyakatlilerce yeniden üretiliyor ve meşrulaştırılıyor.

Bürokrasideki çürümenin mekaniği

Devlet bir kez daha içten içe çürüyor ve bürokrasideki temizleme harekatı büyük bir kirlenmeyle –ve tam bir çürüme ile- sonuçlanabilme tehlikesi taşıyor. Bürokratik vesayet gücünü kaybederken yerini mafyavari çalışan son derece karanlık bir takım vasat adamların devlet gücünü kullanarak kendi çıkarlarını siyasi tahakküme dönüştürmesine bırakıyor. Bu arada halkın haber alma ve olan biteni bilme özgürlüğü uluslarası standartlarda karşılığı olmayan ‘resmi’ gazeteciler eliyle hiç olmadığı kadar zehirleniyor.

Devlet güvensizliği

Devletlerin birbiriyle olan güvensizlik kısır döngüsünü kırmanın yegane yolu, toplumların güvenlik alanını bütünüyle devletin kapalı kurumlarına bırakmamalarından geçer. Çünkü devlet ancak toplumla gerçek bir ilişki halindeyse güven üreticisi haline gelebilir ve kendi güvenlik modelini ancak bundan sonra doğru kurgulayabilir.

AYOT

Ülke, olağanüstü bir zamanı yaşamaktadır ancak olağanüstülük giderek olağanlaşmış, sokaktan geçen tanklar ya da uzakta patlayan bombalar, gündelik hayatın sıradanlıklarına karışmaktadır. Korku her yanda kol gezmektedir ve yok olan asayişi tesis amacıyla Asayişi Yerleştirme Olağanüstü Teşkilatı Genel Direktörlüğü, yani kısa adıyla AYOT kurulmuştur.

Muhafazakârlık militerleşiyor mu?

Muhafazakâr camianın içinde demokrasiyle ve demokratik zihniyetle olan ilişkisi yüzeysel ve samimiyetten uzak olan kesimler böylesi bir militerleşmeye kapılmış gözüküyor. Aynı zamanda her türden cemaatçiliğe oldukça yatkın bu insanlar için kitlelerin aynı amaç uğruna birlikte hareket edip aynı şeyleri düşünüp söylemesi zayıf egolara belli ki çok iyi geliyor.

Babalarımızı anlama sorumluluğumuz var mı?

‘Babalarımızı anlama sorumluluğumuz var mı?’ diye sordum tekrar. ‘Hayır yok’ dedi içimdeki ses. ‘Baba evlerimiz aslında sürgün yerlerimizdir de. Sürgünlük iyidir. Ama uzun sürerse içimizdeki ses dışımızdaki sese dönüşür. Sussan da söylediklerin duyulur. Yeterince sürgünde kalmışsan kimseyi anlama sorumluluğun kalmaz ama. Sadece anlaşılmaz olanı anlaman gerekir, o kadar. Bu televizyondan konuşan adamlar sürgün nedir bilmeyen kişiler belki de. Onların çıkardıkları sesler çocukluğun birbirine karışan bağırtıları gibi. Hepsi birleştiğinde uzaktan anlamlı bir gürültü ama tekil olarak sadece boşluğa sesleniş. Bu yüzden çok bağırmaları gerekli. Sen iyisi mi bana kulak ver. Sessizliğin içindeki seslerin, bağırtılardan daha gerçek olduğunu bil…

Demokrasiyi savunmak gerekir

Demokrasiyi savunmak gerekir ama sadece olağanüstü koşullarda ya da kriz zamanlarında değil. Belki, öncelikle ve daha çok normal zamanlarda, adaletsizliğe, her türlü şiddetin şiddetsizlik ilkesine göre eyleme geçirilmemesine ve siyasal özgürlüklerin önündeki engellere karşı çıkarak savunmak gerekir. Ve nihayet, olağanüstü sorunların, olağan zamanlardaki günahlarımızın toplamı olduğunu unutmadan ‘büyük amaçlar’ için görmezden geldiğimiz ve içimize sindirmek için uğraş verdiğimiz küçük eksikliklerin, tutarsızlıkların ve korkunç çelişkilerin zihnimizi teslim almasına karşı çıkmak gerekir!

‘Yerli ve millici’ arkadaşlara Tanpınar’dan öğütler

Belki de gerçek yerlilik kim değil ne sorusunun cevabında gizlidir ve aynı toprağın üzerindeki herkesi eşitleyen bir geniş yüreklilik gerektirir. O nedenle, kim yerli ve milli kim değil sorusu Tanpınar’ın genç yazarının yazdıklarındaki gibi bir olmamışlık ve cansızlık taşır. Dışarıdan bakıldığında güzel ve çekici görünür, söylemek istediğiniz her şeyi aksi sorgulanamaz bir şekilde söylediğinizi zannettirir ama esasında söylenenler insansız sözlerden ibarettir._x000D_ _x000D_

İnsan hakları sorunumuz

Bizim insan hakları sorunlarımızdan önce anlamamız gereken bir ‘insan hakları sorunumuz’ var. Önce bunu iyi anlamak ve üstesinden gelmemiz gerekir. İnsan hakları savunucularının, devlet tarafında bariz şekilde ortada olan sorunları keskin bir ‘anti-devletçi’ bir duruş ve söylemle ortadan kaldıramayacaklarını, bu şekilde doğası gereği siyasal olan insan haklarını, karşıtlık ilişkisi içerisinde politize ederek ‘öteki’nin haklarından ibaret hale getireceklerini görmeleri gerekir.

Türkiye Köylü Partisi

Türkiye Köylü Partisi’nin 1950’lerde yaptığını şimdilerde yapabilecek denemelere ve siyaset yaparak siyaset yapmanın ne demek olduğunu gerçek anlamda gösterecek partilere ihtiyacımız var. Siyaseti, bir kör dövüşü ya da ötekini alt etme oyunu olmaktan çıkaracak, demogojilerle işi idare etmekten kurtulup her kesimle işbirliği yapıp kendi siyasetini her an derinleştirebilecek yeni partilere.

İslamda demokrasi var mı?

Dünyanın pek çok yerinde, yakın zamandaki popülist eğilimlerden hareketle de gayet iyi biliyoruz ki halkın iradesi her zaman –insanüstü yüce bir düzen anlamında- Hakk’ın iradesiyle uyumlu sonuçlar ortaya koymaz ama demokrasi bunu sağlama yolunda en geçerli ve güvenilir yol ve yöntemdir. O nedenle, demokrasi –ve de siyaset- yaygın görüşün ötesinde araç olmaktan daha fazla olarak bizatihi amacın kendisidir._x000D_ _x000D_

Bürokratik vesayetten bürokratik vasatlığa

Vesayetten o kadar dilimiz yanmış ki vasatlaşmayı önemsemiyoruz belli ki ama vasatlığın tahakkümünün en az vesayet kadar tehlikeli olabileceğini ne yazık ki atlıyoruz. Siyasal modernleşmeyle toplumsal modernleşmeyi sık sık karıştırıyoruz ve büyük köprüler yapınca ikisi arasındaki açığı da kolaylıla kapatabiliriz sanıyoruz._x000D_ _x000D_

Suçlanma korkusu

Suçlanma korkusu, suçu işleyen dışında herkesin bildiği bir suçlamanın, mahkemesi olmayan davasına maruz kalma korkusudur. Ancak herkesin herkese yabancılaşmasıyla ve toplumun topyekün korkularının esiri haline gelmesiyle mümkün olan bu hal sürdürülebilir olmadığı gibi buradan adalete ulaşılacağını zannetmek, insansız bir hukuk üretmek demektir ki mutlak güvenlik ancak böylesi, insansız bir toplumda mümkündür.

Aliya özlemi bize ne söylüyor?

Aliya, dünyanın en acımasız ve adaletsiz savaşlarından birinin lideri olarak ortaya çıksa da aslında Gandivari bir pasifistti. İnsanlara yönelik her türlü şiddetten ve suçtan nefret ederdi. Bizim Muhafazakâr İslamcıların düşündüklerinin çok ötesinde –kendi deyimiyle ‘Avrupa standartlarında’- demokrattı; farklı görüşleri ve yaşam biçimlerini, bir tehdit ya da yozlaşma olarak görmediği gibi siyasetin varlık bulumasında olmazsa olmaz bir tamamlayıcı olarak algılayan bir alt okuması vardı._x000D_ _x000D_

‘İşkenceyi kötüye kullanmak’

Her türlü şiddet, tıpkı kötü muamele gibi bir tür iktidarsızlığın sonucudur ve işkence, insanın kendinde hissedemediği gücü başka insanların vücuduna bağladığı kablolarla kendisine aktarma çabasıdır. Burada, kişisel eksiklikler memleket meselesi haline getirilerek kendi kendine itiraf edilemeyen iktidarsızlıklar ülkeyi, milleti ve devleti yıkıcı ve bölücülerden kurtarmak gibi büyük amaçlar içerisine ustalıkla yedirilir.

Eğitim için Batı’ya gidenler

Biz, batının kültürünü almayalım diye ilmini alamadık belki de. Kültürünü almaktan öyle çok korktuk ki ilmini korkularımıza feda ettik, kimbilir. Böyle olunca ilmini alamazdık haliyle ve ilmini alamadıkça kültürüne düşman olduk belki de. Bilim yapacağız diye gerçekte bizim olmayan ama literatürde çokça tartışıldığı için öyle olduğunu sandığımız meselelere kafa yorduk. Bilimsel problemle toplumsal problemi aynı zannettik ve evrensel olmak adına kendi toplumumuzu evrensel-dışı ilan edip herkesten daha çok şarap içmek zorunda hissettik. Bilimi bir uyarlamaya dönüştürdük ve çok iyi dublaj yapınca bizim olur diye düşündük.

Muhafazakârlık neden geriliyor?

Çünkü, tetikçilikle gazeteciliği ayırdedemeyen, ideolojik körlükle akademisyenlik yapılabilir zanneden ve devletin her türlü kötü işleyişini bürokratik çıkarlar için sineye çekebilen niteliksiz kadrolar, bunun aleyhine yaşanabilecek her türlü gelişmeyi devlet gücünü arkasına alarak kolaylıkla kriminalleştirebiliyor. Gelecekten çok geçmişe dönük yüzlerle iş yapıldığından her türlü gençleştirme operasyonuna rağmen yapılan siyaset ülke ortalamasına kıyasla hep ‘yaşlı’ kalıyor.

Liyâkat Bakanlığı

Liyâkatin yitimi belli ki öncelikle eşitliği ortadan kaldırıyor ve ayrıcalıklı olmayı meziyet haline getiriyor. Her yerde küçük küçük Leviathanlar türüyor. Memleketin sıradan bir çocuğu ve bu toplumun herkes gibi bir ferdi olmayı istenmeyen bir özellik haline getiriyor. Cemaatleşmeyi ve cemaatleri biraz da böylesi bir bağlamda ayrıcalıksızların korunma mekanizması olarak görmek gerekir.

Radyatöre yumurta kırmak

Bir arkadaşımın davetiyle Konya’ya gitmiştim. Bir bayram günü, külüstür denebilecek kadar eski bir arabayla Meram’a doğru ilerliyorduk. Alaattin Tepesi’ne mi gidecektik, neyi görmeyi düşünüyorduk tam hatırlayamıyorum; çünkü yolda sonradan her şeyi silip sadece kendisini hatırlatacak denli çarpıcı bir olayla karşılaşmıştık. O günden sonra Anadolu’yu tarif et deseler, çaresizliğin canlı bir yaşantıya çevrilebildiği yerdir, derim hep.

Erdoğan’ı anlayamamak

Pek çok insan anlaşılmaz durumlarda devletin elinde bilmediğimiz bilgiler olduğunu düşünerek anlam çıkarıyor. Erdoğan’ın söylemediklerinde gizli ama bir biçimde sessiz bir dille kitlelere malum olan bir ‘hikmet-i hükümet’in varlığına da inanıyor.

‘Çok bir hukukumuz yoktu..’

Hukuk sınırlayıcıdır ama o sınırların nereden geçtiği de yine toplumun hukuk üretme kabiliyetine ve siyasete bağlı olduğundan yargı sisteminin bağımsız olması için siyasetin bunu nasıl yapacağı son derece kritik bir önem taşır. Toplumdan uzaklaşıp devlet eliyle gerçekleştirilen her türlü yasa bir tür hukuksuzluk demektir ve bu yaşandığında, devlet hukukun üzerinde vesayet kurarak tersine bir işleyişle siyasetin sınırlarını belirleyici hale gelir. Bir kere daha, insanlara ne yapmasının daha doğru olacağını söyleyen şey hukuk ya da devlet değil siyasettir.

Otoriterleşme kimin işine yarar?

‘Meşru otoriterleşme’ hakkını kendinde gören tepe yöneticiler, bütünüyle rasyonelliğe dayanan meşru otoritenin ötesinde, kaynağı ve içeriği tam olarak bilinmeyen bir güce sahip olurlar. Buna genellikle yanlış bir kullanımla ‘karizma’ dendiği olur. Çünkü bildiğimiz gibi ‘karizma’daki güç, bilinmeyen bir yerden gelmektedir, kaynağı belli değildir. Burada da öyle görünmesine rağmen karizmayı oluşturan gücü sağlayanlar, ona en çok ihtiyaç duyan, en çok arzulayan en alt tabakadakilerdir.

AK Parti’nin yükselişi ve düşüşü

Denebilir ki AK Parti, okumuşlara ve entelektüellere ihtiyaç duymayacak bir siyaset izledi. Bu camianın düşünenlerinden beklenen zaten her yanıyla bilindiği varsayılan sorunların kağıda dökülmesi ve halkın anlayacağı dile çevrilmesinden ibaret oldu. Bir de belki üretilecek çözümlerin daha sofistike bir görüntüye kavuşturulması için katkı verilmesi buna eklenebilir. Kısacası, onlardan beklenen malumun sofistike bir biçimde ilamıydı.