Alper Görmüş

ANALİZ – Amiraller meselesi ve Erdoğan’dan önce ‘büyük’ konuşmanın riskleri

104 amiral hadisesinde başlangıçtaki hararetle gelinen nokta arasındaki mesafe çok büyük. Başlangıçtaki iri laf sahiplerinin Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ‘sakin’ konuşmasından sonra mahçup olma ihtimali yüksekti, nitekim öyle oldu. Yani: Mesele ne kadar “Cumhurbaşkanımız bu meselede bundan başka bir tepki vermez” dedirtecek netlikte görünürse görünsün ‘Reis’in pragmatizmini düşünmekte ve ihtiyatlı olmakta fayda var.

ANALİZ – İki ülke, üç cenaze, dört haber

İngiltere Başbakanı Boris Johnson’ın, İngiltere Kraliçesi Elizabeth’in kocası Prans Philip’in cenaze törenine katılmayacağı açıklandı. Gerekçe: Törenler 30 kişiyle sınırlandığı için aile üyelerinin hakkını gasp etmemek. Karar da gerekçe de anlamlı. Bunu, Türkiye’den iki cenaze töreniyle karşılaştıralım.

CHP, HDP konusunda tabanını ikna edemezse buradan çıkış yok

Seçim kazanmanın matematiği ‘HDP olmazsa olmaz’ derken, CHP yöneticilerinin bu yönde hiçbir çaba içinde olmaması ancak “Kürtler günü geldiğinde tıpkı yerel seçimlerde olduğu gibi bize oy verirler, AK Parti’ye gidecek halleri yok ya” varsayımıyla açıklanabilir. CHP cesur olmalı ve bu çok riskli oyun planını terk etmelidir.

ANALİZ – Hayatı zehretme potansiyeli çok yüksek bir teknoloji: Deep fake (derin gerçek)

Ona, ‘gerçek’in başına gelmiş en büyük felaket de diyebiliriz. Bir fotoğraftan hatta bir portreden üretilmiş ve gerçek olmadığını anlamanın imkânsız olduğu videolar âleminden söz ediyoruz. Siyaseti manipüle etmede kullanılmasından korkuluyordu; o -şimdilik- olmadı ama porno, şantaj ve dolandırıcılık sektörlerini patlattı.

ANALİZ – 104 amiral bildirisi karşısında Erdoğan ve Bahçeli’deki bariz ton farkı

Devlet Bahçeli’nin -104 amiral olayında da gözlenen- hiç bitmeyen el yükseltme hamleleri, zamanı geldiğinde AK Partiye dönüp, “yeterince yerli ve milli olamadın, vesayet odakları karşısında yeterince dik duramadın; seni her seferinde uyardım ama dinlemedin ve bak işte böyle oldu” suçlaması için malzeme biriktirme gibi bir yön de taşıyor olabilir mi?

Dink cinayetinin Cemaat dışı ‘şüpheli’lerinin savunmaları tatmin edici miydi?

Trabzon Emniyet Müdürü Ramazan Akyürek de (Cemaat mensubu) Trabzon İstihbarat Müdürü Engin Dinç de (Cemaat mensubu değil) İstanbul’a gönderdikleri raporda “Hrant Dink’i öldürecekler” ibaresini neden “Hrant Dink’e karşı ses getirici bir eylem yapacaklar”a dönüştürdükleri sorusuna aynı cevabı veriyorlar. Fakat cevaplar aynı olsa da birinin izahı makbul bulunurken öbürününki bulunmuyor.

Cemaat istihbaratçıları cinayetten önce gizledikleri raporu cinayetten sonra da gizlediler

Ülkeyi sarsacak bir cinayet işlenmiş… Cinayet gününün akşamında ilgili bütün devlet görevlilerinin katıldığı bir ‘aydınlatma’ toplantısı yapılıyor… Biri toplantıya katılan Gülen cemaati bağlısı iki istihbarat yetkilisi, cinayetten bir yıl önce hazırlanan, katilleri dahi isim isim not etmiş bir rapor ellerinin altında olduğu halde ‘aydınlatma’ toplantısına bu belgeyi sunmuyorlar…

Dink cinayeti ve Cemaat polisleri

Hrant Dink cinayetinin işlenmesinden (19 Ocak 2007) yaklaşık bir yıl önce, 15 Şubat 2006’da Trabzon Emniyeti’nde istihbarat elemanı olarak çalışan polis memuru Muhittin Zenit Trabzon İstihbarat Şube Müdürlüğü’ne Hrant Dink’in kesin olarak öldürüleceğini belirten bir rapor sundu. Savcı Doğan’ın “esas sorumluluk doğuran belge” dediği rapor İstanbul’a tahrif edilerek aktarıldı. O sırada Trabzon Emniyet müdürü Ramazan Akyürek’ti.

Yeni ‘milli mutabakat’ın kalemşorlarının Hrant Dink davası analizleri

Hrant Dink cinayeti davası sonuçlandı. ‘Derin’iyle ‘Cemaat’iyle zamanın devletinin ‘sahibi’ olan bütün kanatların mutabakatıyla gerçekleşmiş cinayet bir tarafa yıkıldı, öbür taraf aklandı. Dertleri, Hrant’ın davasını, kurdukları yeni milli mutabakatı tahkim etmek amacıyla araçsallaştırmak olan memleketin ulusalcıları ve iktidar yandaşları şimdi bizlerden hesap soruyor: Adalet yerini bulmuş işte, yargı ‘FETÖ cinayeti’ demiş fakat bizler susuyormuşuz, sevinmiyormuşuz. Sevinmedik evet, çünkü adalet yerini bulmadı.

ANALİZ – İdlib’de Rusya bir aydır vuruyor, ‘Yerli ve milli’ basın konuya ilgisiz

Rusya son bir aydır İdlib’de Türkiye’nin denetlediği bölgelerde, ekonominin can damarlarına yönelik yoğun bir uçak bombardımanı yapıyor, fakat bunları Türkiye’den duymak pek mümkün olmuyor. Uzmanlar Türkiye’ye doğru yeni bir göç uyarısında bulunuyor. ‘Yerli ve milli’ basın konuya ilgisiz; yeni bir ‘patlama ânı gazeteciliği’ne hazır olun.

ANALİZ – Parodi gibi gerçekler ülkesi Türkiye’de parodi gibi bir soruşturma

Bu sabah, hiçbir parodinin eline su dökemeyeceği bir soruşturma haberiyle, o “gerçek-mizah”lardan biriyle uyandık: Tek tek hiç kimseyi suçlamayan, şiddet eğilimli bireylerden anonim bir biçimde söz eden bir belediye afişi polis marifetiyle kaldırılmış, başkan hakkında soruşturma açılmıştı.

‘Siyasetin üzerine bindirilen din yükü’ nasıl oluştu? Kim oluşturdu?

Özlem Zengin’in çok şey söyleyen veciz ifadesi üzerinde, hitap ettiği memur-imamlardan çok iktidarın kendisinin düşünmesi gerekiyor. Düşünme süreci şu sorudan başlayabilir: “Dine de referans vererek yapılan ve siyasetin yükünü artıran açıklamalar” neden şu son yıllarda çıktı ortaya? Neden daha önce yoktu?

ANALİZ – Yeni Şafak ‘ekonominin Bahçelisi’ imajına soyunmuş gibi…

Yeni Şafak’ın son günlerdeki manşetleriyle, iktidarın ekonomi alanında attığı adımların ‘uyumu’ dikkatten kaçacak gibi değil. Durum ilk bakışta, iktidarın MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin bir dediğini iki etmemesini andırıyor ama Yeni Şafak’ın böyle bir gücünün olduğunu öne sürmek fazla abartılı olur. Yine de gazetenin mevcut durumdan keyif aldığı ve bu imajını sürdürmeye kararlı olduğu anlaşılıyor. Bugün manşetten duyurulan yeni ‘talimat’ da böyle okunmalı.

Ağbal’a karşı pozisyon: Sabah neden sakin, Yeni Şafak neden hedefe koyuyor?

Merkez Bankası’nın politika faizini 200 baz puan artırması karşısında Sabah ve Yeni Şafak’ın aldığı tavırlar dikkat çekecek ölçüde farklıydı. Acaba bu fark nereden kaynaklanıyor?

Memur-imamlar dinin hükümlerini neden sadece hak eşitliği taleplerinde hatırlıyor?

“Dinimizin hükümlerini hatırlatmak” için söz alan memur-imamların aklına hep toplumun en savunmasız kesimlerinin hak eşitliği mücadelesinin gelmesi, buna karşılık “inananların taşıyamayacakları yükler”i ihtiva eden hükümleri nedense hiç hatırlamamaları ilginç değil mi? Anlamak güç değil: Birincisi ne kadar risksiz ve kolaysa ikincisi o kadar riskli ve zor.

ANALİZ – Bakan Koca’nın konuşma-iletişim tarzının bir başka veçhesi: ‘Gerçeği’ her defasında yeniden kurmak…

Sağlık Bakanı Koca 25 Şubat’ta Mayıs ayına kadar 52,5 milyon vatandaşın aşılanmış olacağını söyledi. 11 Mart’ta bundan hiç söz etmeksizin, üstelik “planladığımız şekilde” diyerek aynı hedefi bu defa ‘sonbahar’ için revize etti. Bu, Bakan Koca’nın muğlaklıklarla örülü konuşma-iletişim tarzının bir başka veçhesini anlamak için mükemmel bir örnek teşkil ediyor.

Serteller kitabı ve Türkiye solunun ulusçuluğu

Sabiha ve Zekeriya Sertel Türkiye’nin 100’er yılını devirmiş iki büyük sorununa karşı bariz bir ilgisizlik içindeydi; Sertellerdeki ulusçu eğilimlerin gücünü gösteren bir ölçü… Zaten Korhan Atay’ın kitabının ana fikirlerinden biri de bu olsa gerek: Türkiye solunun enternasyonal yanı hiçbir zaman ulusçu yanından daha güçlü olmadı.

Serteller kitabını okurken…

Korhan Atay’ın Serteller kitabını okurken Türkiye’nin ne kadar az değiştiğini düşünmemek elde değil. Sadece devletin, kendi tornasından geçmeyi reddedenlere karşı sergilediği tahammülsüzlük değil kast ettiğim; o günlerdeki, “Demokrat Parti’ye (DP) karşı muhalefet ‘tek cephe’ mi olsun, yoksa sol ‘gericiliğin tümüne karşı’ cephe mücadelesi mi yürütsün” tartışmaları da bugünküne çok benziyor.

ANALİZ – Bahçeli: ‘AYM HDP’nin terör odağı olduğunu tespit ederse, ki başka seçenek yoktur…’

Cumhurbaşkanının ‘masumiyet karinesi’nin kutsallığını vurguladığı gün kendi partisinden ve iktidar ortağından gelen sesler, iktidarın vermek istediği imaj ile onun hakikati arasındaki mesafeyi bütün çıplaklığıyla gözler önüne serdi. Kendi katkıları da dahil ‘olgu’lar böyleyken, Cumhurbaşkanının, arzu ettiği ‘algı’yı yaratabilmesi imkânsız.

ANALİZ – Erdoğan, ‘emperyalist ezber’e neden yol verdi?

Yiğit Bulut’un Naci Ağbal’ı ‘emperyalist ezber’i yürürlüğe koymakla suçlaması yeni ve problemli bir düzey. Çünkü onu o göreve getiren kişi bizzat Cumhurbaşkanının kendisi… Bu durumda Erdoğan da ya ‘emperyalist ezber’e boyun eğen ya da ‘tuzağı göremeyen’ pozisyonuna düşüyor ki, her ikisi de ‘sıkıntılı.’

HABER ANALİZ – ABD’de ‘hakaret suçu’nun ilgasında dönüm tarihi: 24 Şubat 1988

ABD Anayasa Mahkemesi 1964 yılında, ABD başkanı ve diğer kamu yetkililerine yönelik yayın yoluyla her türlü hiciv, aşağılama, dedikodu yayınını serbestleştiren bir karar aldı. Mahkeme bu içtihadını 24 Şubat 1988’de ‘ünlü kişiler’i de kapsayacak şekilde genişletti. Yani bugün artık ABD’de devlet başkanı dahil hiçbir kamusal kişi ve ünlü, kendisine hakaret edildiği gerekçesiyle dava açamıyor.

ANALİZ – Merkel’in Türkiye üniversiteleri ‘şaşkınlığı’ ve Türkiye’nin üniversite hakikati

Erdoğan’ın Almanya Başbakanı Merkel’e her fırsatta Türkiye’deki üniversite ve üniversiteli sayısını hatırlatıp övünmesi olacak şey değil. Belli ki hiç kimse “Sayın cumhurbaşkanım, üniversite söz konusu olduğunda nicelikle övünmek, hele ki bunu Merkel’e karşı yapmak pek münasip değil” demiyor, diyemiyor.

Ömer Faruk Gergerlioğlu’nun asıl suçu

Hak savunuculuğunda kendine benzemeyenin (de) hakkını savunma eşiğini aşabilenlerin parmakla gösterildiği bir ülkede o bambaşka bir mertebeye ulaştı: Kendine benzemeyenin hakkını savunurken hissettiği tatmin duygusunun, kendine benzeyenin hakkını savunurken hissettiği tatmin duygusundan bile fazla olma mertebesi… Gergerlioğlu’nun asıl suçu, şimdi iktidarda olan eski arkadaşlarının önüne koyduğu bu ölçünün yarattığı tahammülfersâ rahatsızlık duygusu.

Gara, muhalefete doğruyu buldurdu: İlk kez aralarında konuştuklarını açıkça söylediler

Gara operasyonu sonrasında beklenmedik, küçük bir muhalefet mucizesiyle karşılaştık. Nasıl oldu, neden oldu bilinmez, bütün muhalefet partileri ‘hassas mevzular’ söz konusu olduğunda hep yaptıklarını yapmadılar; korku duvarını aşıp hükümeti hesap vermeye davet ettiler. Daha doğrusu aralarında konuştuklarını kamuoyu önünde de dile getirdiler. Bu bir dönüm noktası olabilir.

ANALİZ – Çin ve Uygurlar: Devlet (TC) susuyor, ajansı (AA) bağırıyor

Anadolu Ajansı, aslî işlevinin ‘devletin sesi’ olduğunu hiçbir zaman unutmadı, her önemli gelişmede editoryal çizgisini bu temel gerçeği gözeterek belirledi. Fakat bu uyum Çin’in Uygur Türklerine uyguladığı asimilasyon politikaları konusunda bozuldu; devletle ajansı tam anlamıyla ayrı baş çekiyor.

Sivil anayasa ‘sivil’lerin yazdığı anayasa mıdır ve bu iktidar ‘sivil’ midir?

İktidar, şimdiye kadarki bütün anayasaların askerler tarafından yapıldığını hatırlatarak hepimizi ‘sivil’ bir anayasa yapmaya davet ediyor, buna gönül indirmeyenleri de ‘sivil’ olmamakla itham ediyor. Bu itham haklı ve yerinde bir itham olabilirdi; meğerki iktidar gerçekten de ‘sivil’ olsaydı.

ANALİZ – ‘İstersek’ bir günde 2 milyon kişiyi aşılayabiliriz, fakat iste(ye)miyoruz

Sağlık Bakanı’nın dediği gibi, “istersek” günde 2 milyon aşılama yapabiliriz; fakat iste(ye)miyoruz, çünkü elde yeterince aşı yok. ‘Potansiyel’i kullansak eldeki aşılar birkaç gün içinde bitecek, bu durumda da aşı programları ilan edilemeyecek, “bugün 70 yarın 65 yaş” açıklamaları yapılamayacak.

‘O da terörist bu da terörist’in sonu yalancı çobanlık; o aşamaya geliyoruz

Tekrarın bir iddiayı-suçlamayı zihinlere yerleştirmede işlevsel, hatta ona kitlesellik kazandırmada kaçınılmaz olduğu doğrudur, fakat bir noktaya kadar; o sınıra gelip de doz aşıldığında, tekrar, iddiayı güçlendirmekten çok zayıflatma yönünde rol oynar. Boğaziçili öğrencilere dahi ‘terörist’ damgasının vurulmasına gösterilen geniş tepki o dozun aşılmış olabileceğini gösteriyor.

İnsandan ve toplumdan söz ediyorsan asla ‘asla’ demeyeceksin!

Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Mehmet Uçum, “parlamenter sisteme dönüş asla mümkün olmayacak” demiş. Ah, ah! Yarısının önce kapitalizmden sosyalizme sonra tekrar kapitalizme döndüğü bir dünyada, basit bir biçim değişikliğinin ‘ebedi’liğini ilan etmek bir sosyal bilimci için ne hazin.

ANALİZ – İrfan Fidan hadisesi: ‘kuvvetli adamlar’ yoksa ‘kuvvetler ayrılığı’ da yok!

Cumhurbaşkanı, açıkladığı iradenin hiçbir itirazla karşılaşmadan tıkır tıkır işleyen bir süreçle yerine getirileceğine, asla refüze edil(e)meyeceğine inanıyorsa; HSK ve Yargıtay’da ona değil hukuka sadık “kuvvetli adamlar”ın olmadığından bu kadar emin olabiliyorsa, o devlette “kuvvetler ayrılığı” olabilir mi?