Alper Görmüş
Yeni ‘milli mutabakat’ın kalemşorlarının Hrant Dink davası analizleri
Hrant Dink cinayeti davası sonuçlandı. ‘Derin’iyle ‘Cemaat’iyle zamanın devletinin ‘sahibi’ olan bütün kanatların mutabakatıyla gerçekleşmiş cinayet bir tarafa yıkıldı, öbür taraf aklandı. Dertleri, Hrant’ın davasını, kurdukları yeni milli mutabakatı tahkim etmek amacıyla araçsallaştırmak olan memleketin ulusalcıları ve iktidar yandaşları şimdi bizlerden hesap soruyor: Adalet yerini bulmuş işte, yargı ‘FETÖ cinayeti’ demiş fakat bizler susuyormuşuz, sevinmiyormuşuz. Sevinmedik evet, çünkü adalet yerini bulmadı.
ANALİZ – İdlib’de Rusya bir aydır vuruyor, ‘Yerli ve milli’ basın konuya ilgisiz
Rusya son bir aydır İdlib’de Türkiye’nin denetlediği bölgelerde, ekonominin can damarlarına yönelik yoğun bir uçak bombardımanı yapıyor, fakat bunları Türkiye’den duymak pek mümkün olmuyor. Uzmanlar Türkiye’ye doğru yeni bir göç uyarısında bulunuyor. ‘Yerli ve milli’ basın konuya ilgisiz; yeni bir ‘patlama ânı gazeteciliği’ne hazır olun.
ANALİZ – Parodi gibi gerçekler ülkesi Türkiye’de parodi gibi bir soruşturma
Bu sabah, hiçbir parodinin eline su dökemeyeceği bir soruşturma haberiyle, o “gerçek-mizah”lardan biriyle uyandık: Tek tek hiç kimseyi suçlamayan, şiddet eğilimli bireylerden anonim bir biçimde söz eden bir belediye afişi polis marifetiyle kaldırılmış, başkan hakkında soruşturma açılmıştı.
‘Siyasetin üzerine bindirilen din yükü’ nasıl oluştu? Kim oluşturdu?
Özlem Zengin’in çok şey söyleyen veciz ifadesi üzerinde, hitap ettiği memur-imamlardan çok iktidarın kendisinin düşünmesi gerekiyor. Düşünme süreci şu sorudan başlayabilir: “Dine de referans vererek yapılan ve siyasetin yükünü artıran açıklamalar” neden şu son yıllarda çıktı ortaya? Neden daha önce yoktu?
ANALİZ – Yeni Şafak ‘ekonominin Bahçelisi’ imajına soyunmuş gibi…
Yeni Şafak’ın son günlerdeki manşetleriyle, iktidarın ekonomi alanında attığı adımların ‘uyumu’ dikkatten kaçacak gibi değil. Durum ilk bakışta, iktidarın MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin bir dediğini iki etmemesini andırıyor ama Yeni Şafak’ın böyle bir gücünün olduğunu öne sürmek fazla abartılı olur. Yine de gazetenin mevcut durumdan keyif aldığı ve bu imajını sürdürmeye kararlı olduğu anlaşılıyor. Bugün manşetten duyurulan yeni ‘talimat’ da böyle okunmalı.
Ağbal’a karşı pozisyon: Sabah neden sakin, Yeni Şafak neden hedefe koyuyor?
Merkez Bankası’nın politika faizini 200 baz puan artırması karşısında Sabah ve Yeni Şafak’ın aldığı tavırlar dikkat çekecek ölçüde farklıydı. Acaba bu fark nereden kaynaklanıyor?
Memur-imamlar dinin hükümlerini neden sadece hak eşitliği taleplerinde hatırlıyor?
“Dinimizin hükümlerini hatırlatmak” için söz alan memur-imamların aklına hep toplumun en savunmasız kesimlerinin hak eşitliği mücadelesinin gelmesi, buna karşılık “inananların taşıyamayacakları yükler”i ihtiva eden hükümleri nedense hiç hatırlamamaları ilginç değil mi? Anlamak güç değil: Birincisi ne kadar risksiz ve kolaysa ikincisi o kadar riskli ve zor.
ANALİZ – Bakan Koca’nın konuşma-iletişim tarzının bir başka veçhesi: ‘Gerçeği’ her defasında yeniden kurmak…
Sağlık Bakanı Koca 25 Şubat’ta Mayıs ayına kadar 52,5 milyon vatandaşın aşılanmış olacağını söyledi. 11 Mart’ta bundan hiç söz etmeksizin, üstelik “planladığımız şekilde” diyerek aynı hedefi bu defa ‘sonbahar’ için revize etti. Bu, Bakan Koca’nın muğlaklıklarla örülü konuşma-iletişim tarzının bir başka veçhesini anlamak için mükemmel bir örnek teşkil ediyor.
Serteller kitabı ve Türkiye solunun ulusçuluğu
Sabiha ve Zekeriya Sertel Türkiye’nin 100’er yılını devirmiş iki büyük sorununa karşı bariz bir ilgisizlik içindeydi; Sertellerdeki ulusçu eğilimlerin gücünü gösteren bir ölçü… Zaten Korhan Atay’ın kitabının ana fikirlerinden biri de bu olsa gerek: Türkiye solunun enternasyonal yanı hiçbir zaman ulusçu yanından daha güçlü olmadı.
Serteller kitabını okurken…
Korhan Atay’ın Serteller kitabını okurken Türkiye’nin ne kadar az değiştiğini düşünmemek elde değil. Sadece devletin, kendi tornasından geçmeyi reddedenlere karşı sergilediği tahammülsüzlük değil kast ettiğim; o günlerdeki, “Demokrat Parti’ye (DP) karşı muhalefet ‘tek cephe’ mi olsun, yoksa sol ‘gericiliğin tümüne karşı’ cephe mücadelesi mi yürütsün” tartışmaları da bugünküne çok benziyor.
ANALİZ – Bahçeli: ‘AYM HDP’nin terör odağı olduğunu tespit ederse, ki başka seçenek yoktur…’
Cumhurbaşkanının ‘masumiyet karinesi’nin kutsallığını vurguladığı gün kendi partisinden ve iktidar ortağından gelen sesler, iktidarın vermek istediği imaj ile onun hakikati arasındaki mesafeyi bütün çıplaklığıyla gözler önüne serdi. Kendi katkıları da dahil ‘olgu’lar böyleyken, Cumhurbaşkanının, arzu ettiği ‘algı’yı yaratabilmesi imkânsız.
ANALİZ – Erdoğan, ‘emperyalist ezber’e neden yol verdi?
Yiğit Bulut’un Naci Ağbal’ı ‘emperyalist ezber’i yürürlüğe koymakla suçlaması yeni ve problemli bir düzey. Çünkü onu o göreve getiren kişi bizzat Cumhurbaşkanının kendisi… Bu durumda Erdoğan da ya ‘emperyalist ezber’e boyun eğen ya da ‘tuzağı göremeyen’ pozisyonuna düşüyor ki, her ikisi de ‘sıkıntılı.’
HABER ANALİZ – ABD’de ‘hakaret suçu’nun ilgasında dönüm tarihi: 24 Şubat 1988
ABD Anayasa Mahkemesi 1964 yılında, ABD başkanı ve diğer kamu yetkililerine yönelik yayın yoluyla her türlü hiciv, aşağılama, dedikodu yayınını serbestleştiren bir karar aldı. Mahkeme bu içtihadını 24 Şubat 1988’de ‘ünlü kişiler’i de kapsayacak şekilde genişletti. Yani bugün artık ABD’de devlet başkanı dahil hiçbir kamusal kişi ve ünlü, kendisine hakaret edildiği gerekçesiyle dava açamıyor.
ANALİZ – Merkel’in Türkiye üniversiteleri ‘şaşkınlığı’ ve Türkiye’nin üniversite hakikati
Erdoğan’ın Almanya Başbakanı Merkel’e her fırsatta Türkiye’deki üniversite ve üniversiteli sayısını hatırlatıp övünmesi olacak şey değil. Belli ki hiç kimse “Sayın cumhurbaşkanım, üniversite söz konusu olduğunda nicelikle övünmek, hele ki bunu Merkel’e karşı yapmak pek münasip değil” demiyor, diyemiyor.
Ömer Faruk Gergerlioğlu’nun asıl suçu
Hak savunuculuğunda kendine benzemeyenin (de) hakkını savunma eşiğini aşabilenlerin parmakla gösterildiği bir ülkede o bambaşka bir mertebeye ulaştı: Kendine benzemeyenin hakkını savunurken hissettiği tatmin duygusunun, kendine benzeyenin hakkını savunurken hissettiği tatmin duygusundan bile fazla olma mertebesi… Gergerlioğlu’nun asıl suçu, şimdi iktidarda olan eski arkadaşlarının önüne koyduğu bu ölçünün yarattığı tahammülfersâ rahatsızlık duygusu.
Gara, muhalefete doğruyu buldurdu: İlk kez aralarında konuştuklarını açıkça söylediler
Gara operasyonu sonrasında beklenmedik, küçük bir muhalefet mucizesiyle karşılaştık. Nasıl oldu, neden oldu bilinmez, bütün muhalefet partileri ‘hassas mevzular’ söz konusu olduğunda hep yaptıklarını yapmadılar; korku duvarını aşıp hükümeti hesap vermeye davet ettiler. Daha doğrusu aralarında konuştuklarını kamuoyu önünde de dile getirdiler. Bu bir dönüm noktası olabilir.
ANALİZ – Çin ve Uygurlar: Devlet (TC) susuyor, ajansı (AA) bağırıyor
Anadolu Ajansı, aslî işlevinin ‘devletin sesi’ olduğunu hiçbir zaman unutmadı, her önemli gelişmede editoryal çizgisini bu temel gerçeği gözeterek belirledi. Fakat bu uyum Çin’in Uygur Türklerine uyguladığı asimilasyon politikaları konusunda bozuldu; devletle ajansı tam anlamıyla ayrı baş çekiyor.
Sivil anayasa ‘sivil’lerin yazdığı anayasa mıdır ve bu iktidar ‘sivil’ midir?
İktidar, şimdiye kadarki bütün anayasaların askerler tarafından yapıldığını hatırlatarak hepimizi ‘sivil’ bir anayasa yapmaya davet ediyor, buna gönül indirmeyenleri de ‘sivil’ olmamakla itham ediyor. Bu itham haklı ve yerinde bir itham olabilirdi; meğerki iktidar gerçekten de ‘sivil’ olsaydı.
ANALİZ – ‘İstersek’ bir günde 2 milyon kişiyi aşılayabiliriz, fakat iste(ye)miyoruz
Sağlık Bakanı’nın dediği gibi, “istersek” günde 2 milyon aşılama yapabiliriz; fakat iste(ye)miyoruz, çünkü elde yeterince aşı yok. ‘Potansiyel’i kullansak eldeki aşılar birkaç gün içinde bitecek, bu durumda da aşı programları ilan edilemeyecek, “bugün 70 yarın 65 yaş” açıklamaları yapılamayacak.
‘O da terörist bu da terörist’in sonu yalancı çobanlık; o aşamaya geliyoruz
Tekrarın bir iddiayı-suçlamayı zihinlere yerleştirmede işlevsel, hatta ona kitlesellik kazandırmada kaçınılmaz olduğu doğrudur, fakat bir noktaya kadar; o sınıra gelip de doz aşıldığında, tekrar, iddiayı güçlendirmekten çok zayıflatma yönünde rol oynar. Boğaziçili öğrencilere dahi ‘terörist’ damgasının vurulmasına gösterilen geniş tepki o dozun aşılmış olabileceğini gösteriyor.
İnsandan ve toplumdan söz ediyorsan asla ‘asla’ demeyeceksin!
Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Mehmet Uçum, “parlamenter sisteme dönüş asla mümkün olmayacak” demiş. Ah, ah! Yarısının önce kapitalizmden sosyalizme sonra tekrar kapitalizme döndüğü bir dünyada, basit bir biçim değişikliğinin ‘ebedi’liğini ilan etmek bir sosyal bilimci için ne hazin.
ANALİZ – İrfan Fidan hadisesi: ‘kuvvetli adamlar’ yoksa ‘kuvvetler ayrılığı’ da yok!
Cumhurbaşkanı, açıkladığı iradenin hiçbir itirazla karşılaşmadan tıkır tıkır işleyen bir süreçle yerine getirileceğine, asla refüze edil(e)meyeceğine inanıyorsa; HSK ve Yargıtay’da ona değil hukuka sadık “kuvvetli adamlar”ın olmadığından bu kadar emin olabiliyorsa, o devlette “kuvvetler ayrılığı” olabilir mi?
‘Okumuş yazmışlar’la ‘baldırı çıplaklar’ın yolları hiç bu kadar ayrılmamıştı
Vasıflı ve vasıfsız emek sahipleri önce Kilise’ye ve aristokrasiye, sonra da burjuvaziye karşı olmak üzere hep ittifak ettiler. Artık öyle değil. Önce Fransa’daki Sarı Yelekliler hadisesi, ardından ABD’deki kutuplaşma gösterdi ki vasıfsız emek sahipleri günümüzde okumuş-yazmışları Fransız İhtilali’nde ‘baldırı çıplaklar’ın aristokrasiyi gördüğü gibi görüyor.
‘Muhafazakâr bir lider desteği olmaksızın istenen Türkiye’nin kurulamayacağı’ ne zaman görüldü?
Ahmet Davutoğlu, dünkü (17 Ocak) “Erdoğan’ı da tasfiye edecekler” uyarısından bir hafta önce de şöyle demişti: “28 Şubat zihni, muhafazakâr görünümlü lider desteği olmaksızın o Türkiye'yi kuramayacaklarını gördüler…” Peki ne zaman gördüler ve ‘dostluk’ kararı verdiler? Bence 15 Temmuz’dan çok önce bir tarihte, 2012’de.
Popülizmin yükselişi ve panik duygusu
Panik duygusunun baskın hale geldiği anlarda hep olduğu gibi, “popülist liderler ve onların ‘baldırı çıplak’ destekçileri demokrasiyi öldürüyor” paniği de zecri tedbirleri onaylayan bir siyasi ortam yarattı. Demokrasinin faşizmin yükselişini seyrettiğinde neler olduğunu tarihten biliyoruz, böyle dönemlerde panik yararlı bir duygu ve tedbirler kaçınılmaz; savrulmamak kaydıyla…
ANALİZ – Varlığı ‘yok’ mertebesindeki aşının ‘etkililiğini’ tartışmak…
Brezilya’daki sağlık otoritesi dün (12 Ocak), Türkiye’de de kullanılacak Çin aşısının koruyuculuğunu yüzde 50,4 olarak ilan etti, oysa SB Bilim Kurulu yüzde 91 demişti. Aslında ‘etkililik’ tartışması çok da anlamlı değil, çünkü bir şeyin etkililiğinin tartışılması ancak o şeyin varlığı koşullarında anlamlı; bizim ise sadece 1 milyon 500 bin kişiye yetecek kadar aşımız var.
Devletin ‘dördüncü kuvveti’ medya
Bugün 10 Ocak Çalışan Gazeteciler Günü… Çoğu gazetecinin çalışamadığı, birçoğunun da çalıştığı halde kazanamadığı bir ülke için ne manasız bir gün. Bunların üstüne bir de iktidarın boğucu baskısını ekleyin… Yine de hiçbir şey bizi kendi mesleğimize eleştirel bir gözle bakmaktan alıkoymamalıdır. Mesela “gazetecilerin ifade özgürlüğü sorunu sadece devletle ilişkili bir sorun değildir” demekten…
Darbecilikle suçlanmaktan kaçınmak isteyenler için 12 Eylül tüyosu
İlker Başbuğ’un başına gelenlerle birlikte 27 Mayıs darbesi hakkında neyi söylememek gerektiğini öğrendik: “Seçim kararı alınsaydı 27 Mayıs olmazdı” demeyeceğiz. Peki, 12 Eylül darbesi hakkında neyi söylememek gerektiğini biliyor musunuz? Ben biliyorum ve işte risk alıp söylüyorum: “Demirel ve Ecevit koalisyon kursaydı 12 Eylül darbesi olmazdı.”
Danışanın danışmadığı danışman olmak!
Danışmanlık, manevi olarak tatmin edici bir iş, fakat çok önemli bir koşulla: Size danışacak olan kişi tavsiyelerinizi dikkate alacak ve uygulayacak… Son faiz artışlarından sonra, Cumhurbaşkanına birinci tavsiyeleri “faiz artışına izin vermeyiniz” olan ekonomi danışmanlarının psikolojisini merak etmemek elde değil.
ANALİZ – ‘Tükenmiş AKP’nin istediği bir göz, Allah verdi Fikri Sağlar!
Fikri Sağlar gibiler emin olabilir: ‘Tükenmiş AKP’, muhafazakâr destekçilerine hitaben “bakın, görün, tanıyın bunları” kampanyası açma fırsatı verdiği için Fikri Sağlar gibilere minnettardır; sonrasında onların kampanyaya karşı cevap yetiştirmeye çalışıp çalışmadıklarının hiç mi hiç önemi yoktur.