Alper Görmüş

ANALİZ – Gazeteciler Cumhurbaşkanına ‘the soru’yu sormadı… Hangi ihtimal daha kötü?

Cumhurbaşkanı Erdoğan dün (25 Nisan) sağlıkçılarla iftar açtı, ardından gazetecilerle konuştu. “Normal” bir ülkede, “acaba ülkenin bir numaralı gündem maddesi hakkında ne diyecek” diye ağzının içine bakılan kişiye ilk soruyu sormak için orada bulunan gazeteciler birbirleriyle yarışırdı. Fakat tabii ki öyle olmadı.

‘Milli hassasiyet’ simgelerinin nöbetleşe sahipliği: Bayrak, asker cenazeleri, Çanakkale anmaları

Ülkelerin bayraklarına atfedilen “ortak duygu yaratma, milleti birleştirme” misyonunun Türk bayrağı için de geçerli olduğu söylenebilir mi? 23 Nisan’da Cumhurbaşkanı Erdoğan “en uzun direkli ve en büyük” bayrağı göndere çekerken, 28 Şubat’ın ‘bayrak as’ kampanyacıları o günlerde hissettikleri bayrak coşkusunu yaşamışlar mıdır? Aynı soru artık iktidarın tekeline aldığı asker cenazeleri ve Çanakkale anmaları için de geçerli.

Krikor Zohrab, Hrant Dink ve 24 Nisan…

Bundan tam 106 yıl önce bu gece (24 Nisan) bir grup Ermeni yazar, sanatçı, avukat, doktor, mebus vb. İstanbul’daki evlerinden alınıp götürüldüler ve çoğu bir daha geri dönemedi. Gerçi Osmanlı Ermeni yazar, hukukçu ve mebus Krikor Zohrab onlardan biri değildi ama aynı yıl içinde, 2 Haziran’da o da aynı akıbete uğrayacaktı.

ANALİZ – Kabahat senin, demeğe de dilim varmıyor ama sevgili okur!

Her şey, başka hiçbir şekilde anlaşılması mümkün olmayacak şekilde gözümüzün önünde gerçekleşiyorken, sanki bunun tam tersi oluyormuş gibi ‘yorum’ yazanlar, hakikatin değil duymak istediğinin peşinde olan ve dolayısıyla yapılanı kendisine bir saygısızlık olarak görmeyen okurlara güvenerek yapabiliyorlar bunu.

Muhalefetin en güzel ‘hikâye’si: Biraraya gelmek ve birlikte yönetmeye söz vermek

Muhalefet ve muhalefet ittifakı üzerine iki yazı yazmayı tasarlamıştım ve bunu geçtiğimiz günlerde yaptım. Fakat Gülay Göktürk’ün Karar TV’de bu konu üzerine söylediklerini dinleyince, kahir ekseriyeti onun görüşlerinden oluşan bir yazı daha yazmaya karar verdim: Biraraya gelmiş, birlikte çalışan ve birlikte yönetmeye söz vermiş bir muhalefet hayali üzerine…

ANALİZ – İmkânsız bir teori uğruna ya rab ne rezervler batıyor!

Maliye-Merkez arasındaki o protokole 2017’de neden gerek duyulmuştu? Başında Berat Albayrak’ın bulunduğu Hazine ve Maliye Bakanlığı, MB rezervlerine ‘erişim’e neden ihtiyaç duymuştu? O rezervleri ne amaçla kullanmayı planlıyordu? Bu soruya bilgili, güvenilir ekonomistlerin verdiği cevaplar, bir ülkede iktidarın şahsileşmesinin ürkütücü sonuçlarından birine işaret ediyor.

(CHP+HDP) + (İYİ PARTİ+DEVA+Gelecek)= Genişletilmiş Millet İttifakı

HDP’nin, içinde İYİ Parti’nin olduğu bir ittifakın asli ortağı olarak kabul görmeyeceği açık. Fakat problem şurada ki, Kürt oyları muhalefetle birlikte hareket etmezse seçimi Cumhur İttifakı’nın adayı kazanıyor. HDP oylarının muhalefet blokunda konsolide edilebilmesinin yolu, CHP ile HDP’nin oluşturacağı, fakat İYİ-DEVA-Gelecekle de birlikte hareket eden ‘üçüncü ittifak’tan geçiyor olabilir.

13 yıl öncesinden bir Erkan Oğur portresi: Yalınlığın manifestosu…

Cumhurbaşkanı Sözcüsü İbrahim Kalın’ın bestelediği bir türkünün düzenlemesine yardım eden Erkan Oğur birkaç gündür bazı insanlar için bir nefret nesnesi… Her kesimin sevdiği, hakkında tek bir olumsuz söz söylenmeyen bir insan için katlanılması çok zor bir tecrübe... 2008’de, odağında onu çevreleyen sevgi ve saygı hâresini anlamaya ve anlamlandırmaya çalışan bir Erkan Oğur portresi yazmıştım. O portreyi şimdi bir de Serbestiyet okurlarının dikkatine sunmak istedim.

İlahi yeminli Orhan Pamuk düşmanları; vallahi çok komiksiniz

Orhan Pamuk’un, son romanı Veba Geceleri’nde Atatürk’le alay ettiği iddiası dört başı mamur bir zırvalık. Düşünün: Bir romancı, romanının kahramanını saygı duyduğunuz bir tarihsel şahsiyeti akla getirecek özellikleriyle tanıtıyor ve sonra aynı kahramanı roman boyunca yüksek karakterli, cesur, olgun bir vatansever olarak işliyor. Ve siz buradan o tarihsel şahsiyetle alay edildiği sonucunu çıkartıyorsunuz…

ANALİZ – Amiraller meselesi ve Erdoğan’dan önce ‘büyük’ konuşmanın riskleri

104 amiral hadisesinde başlangıçtaki hararetle gelinen nokta arasındaki mesafe çok büyük. Başlangıçtaki iri laf sahiplerinin Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ‘sakin’ konuşmasından sonra mahçup olma ihtimali yüksekti, nitekim öyle oldu. Yani: Mesele ne kadar “Cumhurbaşkanımız bu meselede bundan başka bir tepki vermez” dedirtecek netlikte görünürse görünsün ‘Reis’in pragmatizmini düşünmekte ve ihtiyatlı olmakta fayda var.

ANALİZ – İki ülke, üç cenaze, dört haber

İngiltere Başbakanı Boris Johnson’ın, İngiltere Kraliçesi Elizabeth’in kocası Prans Philip’in cenaze törenine katılmayacağı açıklandı. Gerekçe: Törenler 30 kişiyle sınırlandığı için aile üyelerinin hakkını gasp etmemek. Karar da gerekçe de anlamlı. Bunu, Türkiye’den iki cenaze töreniyle karşılaştıralım.

CHP, HDP konusunda tabanını ikna edemezse buradan çıkış yok

Seçim kazanmanın matematiği ‘HDP olmazsa olmaz’ derken, CHP yöneticilerinin bu yönde hiçbir çaba içinde olmaması ancak “Kürtler günü geldiğinde tıpkı yerel seçimlerde olduğu gibi bize oy verirler, AK Parti’ye gidecek halleri yok ya” varsayımıyla açıklanabilir. CHP cesur olmalı ve bu çok riskli oyun planını terk etmelidir.

ANALİZ – Hayatı zehretme potansiyeli çok yüksek bir teknoloji: Deep fake (derin gerçek)

Ona, ‘gerçek’in başına gelmiş en büyük felaket de diyebiliriz. Bir fotoğraftan hatta bir portreden üretilmiş ve gerçek olmadığını anlamanın imkânsız olduğu videolar âleminden söz ediyoruz. Siyaseti manipüle etmede kullanılmasından korkuluyordu; o -şimdilik- olmadı ama porno, şantaj ve dolandırıcılık sektörlerini patlattı.

ANALİZ – 104 amiral bildirisi karşısında Erdoğan ve Bahçeli’deki bariz ton farkı

Devlet Bahçeli’nin -104 amiral olayında da gözlenen- hiç bitmeyen el yükseltme hamleleri, zamanı geldiğinde AK Partiye dönüp, “yeterince yerli ve milli olamadın, vesayet odakları karşısında yeterince dik duramadın; seni her seferinde uyardım ama dinlemedin ve bak işte böyle oldu” suçlaması için malzeme biriktirme gibi bir yön de taşıyor olabilir mi?

Dink cinayetinin Cemaat dışı ‘şüpheli’lerinin savunmaları tatmin edici miydi?

Trabzon Emniyet Müdürü Ramazan Akyürek de (Cemaat mensubu) Trabzon İstihbarat Müdürü Engin Dinç de (Cemaat mensubu değil) İstanbul’a gönderdikleri raporda “Hrant Dink’i öldürecekler” ibaresini neden “Hrant Dink’e karşı ses getirici bir eylem yapacaklar”a dönüştürdükleri sorusuna aynı cevabı veriyorlar. Fakat cevaplar aynı olsa da birinin izahı makbul bulunurken öbürününki bulunmuyor.

Cemaat istihbaratçıları cinayetten önce gizledikleri raporu cinayetten sonra da gizlediler

Ülkeyi sarsacak bir cinayet işlenmiş… Cinayet gününün akşamında ilgili bütün devlet görevlilerinin katıldığı bir ‘aydınlatma’ toplantısı yapılıyor… Biri toplantıya katılan Gülen cemaati bağlısı iki istihbarat yetkilisi, cinayetten bir yıl önce hazırlanan, katilleri dahi isim isim not etmiş bir rapor ellerinin altında olduğu halde ‘aydınlatma’ toplantısına bu belgeyi sunmuyorlar…

Dink cinayeti ve Cemaat polisleri

Hrant Dink cinayetinin işlenmesinden (19 Ocak 2007) yaklaşık bir yıl önce, 15 Şubat 2006’da Trabzon Emniyeti’nde istihbarat elemanı olarak çalışan polis memuru Muhittin Zenit Trabzon İstihbarat Şube Müdürlüğü’ne Hrant Dink’in kesin olarak öldürüleceğini belirten bir rapor sundu. Savcı Doğan’ın “esas sorumluluk doğuran belge” dediği rapor İstanbul’a tahrif edilerek aktarıldı. O sırada Trabzon Emniyet müdürü Ramazan Akyürek’ti.

Yeni ‘milli mutabakat’ın kalemşorlarının Hrant Dink davası analizleri

Hrant Dink cinayeti davası sonuçlandı. ‘Derin’iyle ‘Cemaat’iyle zamanın devletinin ‘sahibi’ olan bütün kanatların mutabakatıyla gerçekleşmiş cinayet bir tarafa yıkıldı, öbür taraf aklandı. Dertleri, Hrant’ın davasını, kurdukları yeni milli mutabakatı tahkim etmek amacıyla araçsallaştırmak olan memleketin ulusalcıları ve iktidar yandaşları şimdi bizlerden hesap soruyor: Adalet yerini bulmuş işte, yargı ‘FETÖ cinayeti’ demiş fakat bizler susuyormuşuz, sevinmiyormuşuz. Sevinmedik evet, çünkü adalet yerini bulmadı.

ANALİZ – İdlib’de Rusya bir aydır vuruyor, ‘Yerli ve milli’ basın konuya ilgisiz

Rusya son bir aydır İdlib’de Türkiye’nin denetlediği bölgelerde, ekonominin can damarlarına yönelik yoğun bir uçak bombardımanı yapıyor, fakat bunları Türkiye’den duymak pek mümkün olmuyor. Uzmanlar Türkiye’ye doğru yeni bir göç uyarısında bulunuyor. ‘Yerli ve milli’ basın konuya ilgisiz; yeni bir ‘patlama ânı gazeteciliği’ne hazır olun.

ANALİZ – Parodi gibi gerçekler ülkesi Türkiye’de parodi gibi bir soruşturma

Bu sabah, hiçbir parodinin eline su dökemeyeceği bir soruşturma haberiyle, o “gerçek-mizah”lardan biriyle uyandık: Tek tek hiç kimseyi suçlamayan, şiddet eğilimli bireylerden anonim bir biçimde söz eden bir belediye afişi polis marifetiyle kaldırılmış, başkan hakkında soruşturma açılmıştı.

‘Siyasetin üzerine bindirilen din yükü’ nasıl oluştu? Kim oluşturdu?

Özlem Zengin’in çok şey söyleyen veciz ifadesi üzerinde, hitap ettiği memur-imamlardan çok iktidarın kendisinin düşünmesi gerekiyor. Düşünme süreci şu sorudan başlayabilir: “Dine de referans vererek yapılan ve siyasetin yükünü artıran açıklamalar” neden şu son yıllarda çıktı ortaya? Neden daha önce yoktu?

ANALİZ – Yeni Şafak ‘ekonominin Bahçelisi’ imajına soyunmuş gibi…

Yeni Şafak’ın son günlerdeki manşetleriyle, iktidarın ekonomi alanında attığı adımların ‘uyumu’ dikkatten kaçacak gibi değil. Durum ilk bakışta, iktidarın MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin bir dediğini iki etmemesini andırıyor ama Yeni Şafak’ın böyle bir gücünün olduğunu öne sürmek fazla abartılı olur. Yine de gazetenin mevcut durumdan keyif aldığı ve bu imajını sürdürmeye kararlı olduğu anlaşılıyor. Bugün manşetten duyurulan yeni ‘talimat’ da böyle okunmalı.

Ağbal’a karşı pozisyon: Sabah neden sakin, Yeni Şafak neden hedefe koyuyor?

Merkez Bankası’nın politika faizini 200 baz puan artırması karşısında Sabah ve Yeni Şafak’ın aldığı tavırlar dikkat çekecek ölçüde farklıydı. Acaba bu fark nereden kaynaklanıyor?

Memur-imamlar dinin hükümlerini neden sadece hak eşitliği taleplerinde hatırlıyor?

“Dinimizin hükümlerini hatırlatmak” için söz alan memur-imamların aklına hep toplumun en savunmasız kesimlerinin hak eşitliği mücadelesinin gelmesi, buna karşılık “inananların taşıyamayacakları yükler”i ihtiva eden hükümleri nedense hiç hatırlamamaları ilginç değil mi? Anlamak güç değil: Birincisi ne kadar risksiz ve kolaysa ikincisi o kadar riskli ve zor.

ANALİZ – Bakan Koca’nın konuşma-iletişim tarzının bir başka veçhesi: ‘Gerçeği’ her defasında yeniden kurmak…

Sağlık Bakanı Koca 25 Şubat’ta Mayıs ayına kadar 52,5 milyon vatandaşın aşılanmış olacağını söyledi. 11 Mart’ta bundan hiç söz etmeksizin, üstelik “planladığımız şekilde” diyerek aynı hedefi bu defa ‘sonbahar’ için revize etti. Bu, Bakan Koca’nın muğlaklıklarla örülü konuşma-iletişim tarzının bir başka veçhesini anlamak için mükemmel bir örnek teşkil ediyor.

Serteller kitabı ve Türkiye solunun ulusçuluğu

Sabiha ve Zekeriya Sertel Türkiye’nin 100’er yılını devirmiş iki büyük sorununa karşı bariz bir ilgisizlik içindeydi; Sertellerdeki ulusçu eğilimlerin gücünü gösteren bir ölçü… Zaten Korhan Atay’ın kitabının ana fikirlerinden biri de bu olsa gerek: Türkiye solunun enternasyonal yanı hiçbir zaman ulusçu yanından daha güçlü olmadı.

Serteller kitabını okurken…

Korhan Atay’ın Serteller kitabını okurken Türkiye’nin ne kadar az değiştiğini düşünmemek elde değil. Sadece devletin, kendi tornasından geçmeyi reddedenlere karşı sergilediği tahammülsüzlük değil kast ettiğim; o günlerdeki, “Demokrat Parti’ye (DP) karşı muhalefet ‘tek cephe’ mi olsun, yoksa sol ‘gericiliğin tümüne karşı’ cephe mücadelesi mi yürütsün” tartışmaları da bugünküne çok benziyor.

ANALİZ – Bahçeli: ‘AYM HDP’nin terör odağı olduğunu tespit ederse, ki başka seçenek yoktur…’

Cumhurbaşkanının ‘masumiyet karinesi’nin kutsallığını vurguladığı gün kendi partisinden ve iktidar ortağından gelen sesler, iktidarın vermek istediği imaj ile onun hakikati arasındaki mesafeyi bütün çıplaklığıyla gözler önüne serdi. Kendi katkıları da dahil ‘olgu’lar böyleyken, Cumhurbaşkanının, arzu ettiği ‘algı’yı yaratabilmesi imkânsız.

ANALİZ – Erdoğan, ‘emperyalist ezber’e neden yol verdi?

Yiğit Bulut’un Naci Ağbal’ı ‘emperyalist ezber’i yürürlüğe koymakla suçlaması yeni ve problemli bir düzey. Çünkü onu o göreve getiren kişi bizzat Cumhurbaşkanının kendisi… Bu durumda Erdoğan da ya ‘emperyalist ezber’e boyun eğen ya da ‘tuzağı göremeyen’ pozisyonuna düşüyor ki, her ikisi de ‘sıkıntılı.’

HABER ANALİZ – ABD’de ‘hakaret suçu’nun ilgasında dönüm tarihi: 24 Şubat 1988

ABD Anayasa Mahkemesi 1964 yılında, ABD başkanı ve diğer kamu yetkililerine yönelik yayın yoluyla her türlü hiciv, aşağılama, dedikodu yayınını serbestleştiren bir karar aldı. Mahkeme bu içtihadını 24 Şubat 1988’de ‘ünlü kişiler’i de kapsayacak şekilde genişletti. Yani bugün artık ABD’de devlet başkanı dahil hiçbir kamusal kişi ve ünlü, kendisine hakaret edildiği gerekçesiyle dava açamıyor.