Alper Görmüş
Zulmünü, öç alma duygusu yaratmadan bitiremeyen bir iktidar daha!
Türkiye, zulmünü öç alma duygusu yaratmadan bitiremeyen iktidarların ‘nöbetleşe zorbalık’larının ülkesi… AK Parti de ne zamandır böyle bir iktidar ve böyle iktidarların hep yaptığı gibi önüne hangi çivi gelirse onu en derine çakmaya çalışmaktan başka çaresi yok. Epeydir belliydi bu, fakat Halkların Demokratik Partisi’ne (HDP) yönelik son seferberlik, ortada hiçbir ‘acaba’ bırakmadı.
Muhafazakâr siyasetin büyük sorunu: Gençler artık din üzerinden siyasallaştırılamıyor
Sonuçları geçtiğimiz ay açıklanan iki gençlik araştırması, dindar-muhafazakâr gençliğin değer ve tercihlerindeki büyük dönüşümü bir kez daha gözler önüne serdi. Bana bu diziyi yazma ilhamı da veren her iki araştırma dindar-muhafazakâr diye bilinen gençlik kesiminin artık eskiden olduğu gibi din üzerinden siyasallaştırılması imkânının çok daraldığını gösteriyordu.
Neşesiz, sorudan hoşlanmayan, siyasetin esiri olmuş bir ‘reel din’ ve dindar gençler
Dindar gençlerdeki sekülerleşme eğiliminin kaynaklarından biri, ironik bir biçimde, AK Parti’nin Türkiye’yi modernleştirmeye ve büyük bir toplumsal eşitsizliği tamir etmeye çalışırken ortaya çıkan süreçlerle ilgiliydi. Bunları önceki bölümde ele almıştık. Bugün ise AK Parti’nin ‘olumsuz’, ‘engelleyici’, ‘baskıcı’, ‘statükocu’ yanından kaynaklanan nedenler üzerinde duracağız.
ANALİZ – AK Parti’nin milletvekili transferine bulduğu çare belli oldu, okuyunca akla nedense bir rakam geliyor: 367!
AK Parti hem yeni partilere milletvekili transferini (ve onların böylece seçime girmesini) engellemeye çalışıyor hem “milletvekillerinin iradesine ipotek koyma” damgası yemekten korkuyor. Yani AK Parti’ye hem milletvekili geçişliliğini mümkün kılan hem de geçilen partinin seçime katılmasını mümkün kılmayan bir formül gerekiyordu. Öğreniyoruz ki aranan cinlik bulunmuş.
Dindar gençler neden sekülerleşiyor? AK Parti gidişi neden durduramıyor?
Muhafazakâr-dindar gençlikteki deizme ve sekülerliğe kayışın başlıca kaynaklarını sıralayınca ilginç bir sonuç çıkıyor ortaya: Bunların çoğu bizzat AK Parti’nin olumlu-olumsuz ‘icraat’ıyla bağlantılı… Yani ironik olarak AK Parti yapıp ettikleriyle, hedefi “dindar gençlik” olsa da aslında dinden uzaklaşan ve sekülerliğe yaklaşan bir gençlik üretiyor.
ANALİZ: Oruç Reis meselesinde ‘üst akıl’ devrede miydi?
Araştırma gemisi Oruç Reis’in ‘kablolarını toplayıp’ aniden Antalya limanına dönmesi ABD’nin ve Trump’ın işi mi? Bu soruya, argümanlara hiç bakmadan “mutlaka öyledir” cevabını verenler kadar, ‘münafıklık, fitnecilik’ diyenler de olacaktır. En iyisi argümanları sıralamak… Sıralayınca bizim gördüğümüz: Pek mümkün. Bakalım siz ne diyeceksiniz?
ANALİZ – Açığa alınan kaymakamlar ve Soylu hadisesi: Ne oldu?
Başlıktaki sorunun cevabını biliyoruz sanmayın: ‘FETÖ’ şüphesiyle açığa alınan 58 kaymakam ve bir iddiaya göre sırasını bekleyen 400 kaymakam hadisesinde gerçekte “ne olduğunu” söyleyecek kimse yok henüz. Bu da zaten iddialar, ithamlar, ikazlar ve imalar arasında yürümeyi göze alıp gerçeğin hiç olmazsa bir bölümüne ulaşmaya çabalayanlar için bir yardımcı malzeme yazısı.
‘12 Eylül öncesi sol mücadele’nin mahiyetini gösteren üç kişisel hatıra
12 Eylül öncesinin kanlı kavgasının darbenin neredeyse ertesi günü bitmesini, kaos ortamını darbecilerin bilinçli olarak yarattığının delili olarak yorumlamak rahatlatıcı olabilir. Fakat ben darbenin kırkıncı yılında rahatsız edici bir tez öne süreceğim: Sol örgütler, evet, darbenin ertesi günü dağıldı, çünkü mücadeleleri gerçekte kapsayıcı ülke iktidarını değil, ‘sol içi’ sınırlı iktidarı hedefliyordu. Darbeyle birlikte ‘sol’ kalmayınca ‘iktidar’ mücadelesi için motivasyon da kalmadı ve oyun bitti.
ANALİZ – Oksimoronun kralına hazır olun: Sadece ‘biz’i teyit eden teyit sitesi!
Hayır, henüz böyle bir teyit sitesi yok ama her an hayatımıza girebilir; teyit.org’un “İstanbul’un suları”yla ilgili araştırmasına gösterilen “yerli ve milli” tepkileri görünce vardım bu kanaate ve düşündüm; günün birinde bu türden tepki sahiplerinin ihtiyacını karşılamak üzere aHaber suretinde bir teyit sitesi kurulsa ne şahane bir oksimoron olur diye.
İki AK Parti: IŞİD’vari dindarlığa kaçışı durduran, sekülerliğe kaçışı durduramayan
AK parti iktidarı ilk 10 yılı boyunca izlediği makul siyaset ve din anlayışıyla Türkiye’nin dindar gençliği arasında IŞİD’vari bir dindarlığın yayılmasını engelleyici bir rol oynadı. Fakat şimdi, kendisinin de katkıda bulunduğu dünyaya açılmış Türkiye’de aynı gençlerin sekülerliğe kaçışını durduramıyor.
Muhafazakâr genç kuşaklardaki değişim ‘büyük’ siyaseti nasıl etkileyecek
İslam’ın küresel çapta modernlik ve bilim karşısında yaşadığı sorunlar genç kuşakları dindarlıktan ve cemaatçi yapılardan uzaklaştırıyor, onları bireyselleştiriyor. Bu radikal değişim, Erdoğan’ın dört beş yıl önce dümeni İslamcılıktan milliyetçiliğe kırışının sebeplerinden birini teşkil etmiş olabilir mi?
CHP tabanı 2010’dan bu yana ne kadar yol aldı?
CHP’deki değişimin hâlâ bir üst-orta liderlik dönüşümünden ibaret olduğunu ve tabana rağmen gerçekleşmekte olduğunu düşünüyorum. Taban, eski katı ideolojik pozisyonunu esasen koruyor olsa da “siyaset”e dair öğrendikleri nedeniyle Kılıçdaroğlu çizgisini tolere edebiliyor.
CHP’liler bunu başarabilir mi: ‘Erdoğan’ı görmezden gel, onu sevenleri sev’
CHP Yerel Yönetim Kampanya Başkanı Ateş İlyas Başsoy’un yeni kitabında anlattıklarına bakılırsa, 2019 yerel seçimler kampanyası sırasında, tıpkı 10 yıl önceki (2009) Antalya seçimlerinde olduğu gibi CHP’lilere hazmı çok zor önerilerde bulunmuş. Mesela, neredeyse herkese ezberlettiği şu slogan: “Erdoğan’ı görmezden gel. Onu sevenleri sev.”
ANALİZ: Fatih Portakal’ın ‘huzur’ açıklamasına inanmak kabil mi?
Her şey yıllardır gözümüzün önünde cereyan ediyor. Siyasetin en tepesinden trollerin en süflisine kadar her gün küfredilen, tehdit edilen, hakkında sürekli soruşturma açılan bir insandan söz ediyoruz. Çok başarılı, genç ve belli ki rekabetçi ortamlarla bir derdi yok; mutlu oralarda. Eh, bu durumda “kendi tercihim” meselesi çok havada kalmıyor mu?
2010 referandumunu CHP getirseydi?
‘Kahrolsun YAE’cilik’ tarikatına sormak lazım: Açın bir daha okuyun 2010 referandumunun maddelerini (fakat çoğulcu bir Hakimler ve Savcılar Kurulu’nu mümkün kılan seçim siteminin CHP’nin talebiyle Anayasa Mahkemesi’nde reddedildiğini unutmadan okuyun) ve sorun kendinize: “Bu referandumu CHP getirseydi ‘yetmez ama evet’ der miydim” diye. Utanmayın, sesli söyleyin, biz de duyalım.
Türkiye’de siyasetin ‘yetmez ama evet’lerle dolu tarihi
Behice Boran, Mehmet Ali Aybar, Zekeriya Sertel, Sabiha Sertel ve daha niceleri… Türkiye’de sosyalist sol, Demokrat Parti’nin kuruluşunda ağırlıklı olarak tek parti iktidarına karşı ona açık destek verdi, ortak cephe kurma girişimleri oldu. Fakat onlar Türkiye siyasetinin ne ilk ne de son ‘yetmez ama evet’çileriydi.
HABER ANALİZ – ‘Gıcık’ kaptığımız ulusları haber başlığından nasıl anlarsınız?
Bizim basınımızda kuvvetli bir ırkçı damarın olduğu muhakkak. Fakat ırkçılık giderek çok ayıp bir davranış sayılmaya başladığı için, çoğunlukla bunun ‘incelikli’ biçimleri tercih ediliyor. Bu tarz ırkçılığın yöntemlerinden biri de, ’gıcık’ kaptığımız milletlerden söz ederken çoğul yerine tekil isim kullanmak.
Sekülerlik, dindarlık, kadınlık
“Hazır kadınlar artık seküler-dindar ayrımını anlamsız kılacak ölçüde sadece kadın kimlikleriyle ve dayanışma içinde hareket etmeye başlamışken geçmişi deşmenin, mevcut ‘iyi’ durumu sorgulamanın, ‘pişmiş aşa su katmanın’ ne âlemi var?” Bence var…
ANALİZ – Eren Bülbül ve ‘şehadet’ üzerinden ölümün kutsanması
Hayatın ölümden kıymetli, insanın yaşama hakkının devletin çıkarlarından daha önemli olduğu bir ülkede Eren Bülbül’ün ölümü her şeyden önce olaydaki vahim devlet ihmalinin deşilmesini, sorgulanmasını gerektirirdi.
Dindar kadınların direnişine seküler kadınlar da çok şaşırmış olmalı
İzliyor ve hissediyorsunuzdur; Serbestiyet, İstanbul Sözleşmesi’ne sahip çıkan dindar kadınların sesini duyurmaktan büyük bir memnuniyet duyuyor. Dindar kadınların satıhtan yüzeye çıkıp görünür hale gelen direnişleri karşısında sadece erkek dindarlar değil, “fıtratlarının” buna elverişli olmadığını düşünen seküler kadınlar da çok şaşırmış olmalı.
ANALİZ – Bir dejavu hikâyesi… ‘Ekonomi tıkırında’nın ertesi günü: ‘Kriz var’
Sabah ve Hürriyet gazetelerinin dünkü (5 Ağustos) birinci sayfaları, 20 yıl önceki birinci sayfaları hatırlatıyor. Bugünlerde her gün yeni örnekleriyle karşılaştığımız “her şey yolunda” haberciliği 20 yıl önce hiçbir işe yaramamıştı.
İstanbul Sözleşmesi ve ‘türbanlı erkekler’
Erkekler kadınları ancak mecbur kaldıklarında kamusal alanda mücadeleye çağırır. Fakat bunun bedeli var: 1990’ların erkek dindarları, ‘İslam’ın kızları’nın 20 yıl sonra İstanbul Sözleşmesi diye bir ‘fesat belgesini’ savunacaklarını düşünselerdi, onları evlerinden çıkıp mücadeleye katılmaya çağırırlar mıydı?
ANALİZ – Alper Görmüş: Almanlar tartışınca biz de tartışmış sayıldık
Almanya’nın sosyal medya düzenlemesi üç yıla sâri bir süreçten geçerek yasalaştı. Durum böyleyken, Türk tipi yasayı üç günde Meclis’ten geçirenlerin “Almanya örneği” diye ortaya düşmeleri ayıp olmuyor mu biraz?
Kılıçdaroğlu’nun misyonu: CHP’yi gerçek ‘toplum’la karşılaştırmak
Çok değil, 7-8 yıl öncesine kadar CHP’nin ve CHP’lilerin çelişkileri dünyalara sığmayacak kadar büyüktü: Bir yandan asla değişmeyecek bir “gerici öz”e sahip çoğunluk varsayıyorlar, öbür yandan seçim kazanma hayali kuruyorlardı. Kılıçdaroğlu’yla birlikte o hayal yıkıldı, şimdi daha gerçekçisi kuruluyor.
AK Parti: ‘Toplum’dan kendi ‘cemaat’ine… CHP: Kendi ‘cemaat’inden ‘toplum’a
Son altı-yedi yılın özeti: AK Parti ‘toplum’dan kendi ‘cemaat’ine dönerken, on yıllardır kendi ‘cemaat’ini ‘toplum’ sanan CHP düşe kalka bu vahim yanılgısını terk ediyor.
Selim Türkhan’lar AK Parti’ye ‘elveda’ derken…
AK Parti’deki geniş kararsızlar grubu için araştırmacılar, galiba “endişeli modernler”den mülhem “huzursuz muhafazakârlar” adlandırmasını kullanıyor. Yanlış. Onlar muhafazakâr değil; onlar ‘Selim Türkhan.’
15 Temmuz: Demokrasinin büyük imkânıydı, otoriterliğin mezesi oldu (*)
“Darbeder” bir ülkede, girişilmiş fakat başarıya ulaşamayıp akim kalmış bir darbe kadar büyük bir demokratik imkân az bulunur. Darbeler ülkesi Türkiye, akim kalmış darbe şansını yakaladı fakat sonrası çok fena geldi.
15 Temmuz’un hâlâ cevabını bekleyen soruları (3)
Üçüncü soru: MİT Müsteşarı Fidan, 15 Temmuz akşamı Genelkurmay’dan çıktıktan sonra, gece beklenen saldırıya rağmen misafirleriyle birlikte önceden planlanan akşam yemeğine oturuyor. Çok tuhaf değil mi?
15 Temmuz’un hâlâ cevabını bekleyen soruları (2)
İkinci soru: Genelkurmay, 15 Temmuz günü o gece darbe ya da darbe benzeri bir olayın yaşanacağı ihbarını aldıktan sonra, daha risksiz durumlarda bile rutin olarak verilen “birliklerden çıkış yasak” emrini neden vermedi?
15 Temmuz’un hâlâ cevabını bekleyen soruları (1)
Birinci soru: Hulusi Akar darbe girişiminden üç gün sonra, 18 Temmuz 2016’da tanık olarak verdiği ifadede darbe günü akşam saatlerinde Hakan Fidan’la karargâhta buluştuğundan hiç söz etmemişti. Neden?