Alper Görmüş

15 Temmuz: Demokrasinin büyük imkânıydı, otoriterliğin mezesi oldu (*)

“Darbeder” bir ülkede, girişilmiş fakat başarıya ulaşamayıp akim kalmış bir darbe kadar büyük bir demokratik imkân az bulunur. Darbeler ülkesi Türkiye, akim kalmış darbe şansını yakaladı fakat sonrası çok fena geldi.

15 Temmuz’un hâlâ cevabını bekleyen soruları (3)

Üçüncü soru: MİT Müsteşarı Fidan, 15 Temmuz akşamı Genelkurmay’dan çıktıktan sonra, gece beklenen saldırıya rağmen misafirleriyle birlikte önceden planlanan akşam yemeğine oturuyor. Çok tuhaf değil mi?

15 Temmuz’un hâlâ cevabını bekleyen soruları (2)

İkinci soru: Genelkurmay, 15 Temmuz günü o gece darbe ya da darbe benzeri bir olayın yaşanacağı ihbarını aldıktan sonra, daha risksiz durumlarda bile rutin olarak verilen “birliklerden çıkış yasak” emrini neden vermedi?

15 Temmuz’un hâlâ cevabını bekleyen soruları (1)

Birinci soru: Hulusi Akar darbe girişiminden üç gün sonra, 18 Temmuz 2016’da tanık olarak verdiği ifadede darbe günü akşam saatlerinde Hakan Fidan’la karargâhta buluştuğundan hiç söz etmemişti. Neden?

‘Muhafazakâr eziklik’ duygusu şu tarihsel anda nasıl bir rol oynayacak?

Acaba günümüzde AK Parti’nin tabanındaki ‘muhafazakâr eziklik’le malûl kitlelerin ‘öç, intikam’ vb. açılardan duygusu ne? Kendisi adına iktidarı kullananların, kendilerine benzemeyenleri ezmeye, bastırmaya karar verdikleri şu tarihsel anda içlerinden bir türlü atamadıkları eziklik duygusu nasıl bir rol oynayacak?

‘Muhafazakâr eziklik’ duygusu ve iktidarın susturma-bastırma seferberliği

AK Parti tabanı, iktidarın susturma-bastırma seferberliğine nasıl bir cevap verecek? Kanaatimce, bunu belirleyecek olan etkenlerden biri, bir duygu: Muhafazakâr yazarların yıllardır şikâyet ettikleri ‘muhafazakâr eziklik’ duygusu... Bu duygu, muhaliflere gösterdiği “celal yüzü”ne onay almada iktidarın işine yarayabilir.

‘İş’leri ‘sanal hafıza sergisinde’ sergilenen gazeteciler bugün ne düşünüyor?

Kutuplaşma, (kendi) okurları tarafından cezalandırılmayacağına güvendiği için, yalan olduğunu bildiğini risksiz bir biçimde yayma imkânını veriyor iktidar gazetecisine... O noktadan sonra, toplumu açık yalanlardan koruyacak yegâne güvence olarak geriye gazetecinin kendi ahlaki kaygıları kalıyor. Eh, orada da problem varsa, işte o zaman ‘sanal hafıza sergisi’ndeki ‘iş’ler çıkıyor ortaya.

Halkbank davası Bolton’ın kitabıyla yeniden alevlenirken…

Halkbank “ana dava”sının paralelinde sürdürülegelen ‘Trump davayı kapatmaya çalışıyor’ iddiasını bugüne kadar, ABD yönetim sistemi içinde ‘doğrudan şahit’ konumundan teyit eden hiç kimse çıkmamıştı. Trump’ın eski Ulusal Güvenlik Danışmanı John Bolton’ın bugün (23 Haziran) piyasaya çıkan kitabı bu eksiği ilk kez olmak üzere izale ediyor. Böylece, Demokrat Senatör Ron Wyden’ın yedi ay önce başlattığı soruşturma da güçlü bir kanıta kavuşmuş oluyor.

Çullanma kültürünün pek utanç verici bir dışavurumu

Düşünün, diyelim beş kişiye karşı bir HDP’li çağrılmış programa. O program o dengesizlikle ister istemez bir çullanma sahnesi görünümüne bürünecektir; tipik, sıradan bir çullanma sahnesi... Şimdi de o bir kişinin dahi çağrılmadığını, fakat HDP’nin o beş kişi tarafından her gece dövüldüğünü düşünün; bu artık hakikaten en temel, en kadim değerlerin ayaklar altına alındığı bir duruma işaret eder.

2014-15’teki o tuhaflıkları anlatmak Davutoğlu’nun hem hakkı hem görevi

2013’ün ortasında (Gezi) ve sonunda (17-25 Aralık soruşturmaları) yaşanan iki büyük olayın ardından iktidarın tepesinde filizlenmeye başlayan “otoriter yönetim” fikri 2014’te kuluçkaya yatırıldıktan sonra 2015’ten itibaren hayata geçirilmeye başladı. O dönemde, aktörleri Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Başbakan Davutoğlu olan birkaç kritik gelişme, yönetimin otoriterleşmesinin ayak sesleri gibiydi. Davutoğlu, “devlet terbiyesi” nedeniyle sineye çektiği o günleri bugün artık anlatmalı.

Davutoğlu ve Babacan neler anlatabilir?

Mesela: Gezi protestoları sırasında Abdullah Gül ve Bülent Arınç’ın Erdoğan’la taban tabana zıt tutumlar belirlediğini görebiliyorduk. Şimdi, Babacan ve Davutoğlu da benzer imalarda bulunuyorlar. Fakat tam olarak ne oldu? O kadar önemli siyasetçiler neden hiçbir etki yaratamadı? O günleri ayrıntılarıyla bilmek, “buraya nasıl geldik” sorusunu cevaplamada çok şey söylemez mi bize?

Davutoğlu ve Babacan’a ‘özeleştirinizi verin’ demeyin, ‘anlatın’ deyin

DEVA ve Gelecek partisi liderlerine, “olan bitende suç ortağıyız, özür dileriz” dedirtmek isteyenlerin derdi üzüm yemek, yani siyasetin rotasını demokratikleştirmek değil. Gerçekten üzüm yemek isteyenler şöyle demeli: “Lütfen yaşadıklarınızı anlatın; anlatın ki eski partinizin oralardan buralara nasıl geldiğini, bu dönüşümün içeride ne surette gerçekleştiğini öğrenelim.”

Justin Trudeau ve Fahrettin Altun

Başkalarının utancını kendi utancını gizlemek için kullanmak klasik bir devlet refleksi, hepimiz bunu biliriz. Başkalarının utancını kendi utancıyla yüzleşmenin aracı olarak kullanan bir devleti ise hayal etmek bile güç. Geçtiğimiz günlerde Amerika’nın utanç sahnesi üzerinden bu iki tutumun iki somut örneğini tecrübe ettik.

İşkenceci memuruna müebbet veren devletten bugünlere…

2008’de önce karakolda, ardından cezaevinde gördüğü işkenceyle hayatını kaybeden Engin Çeber’in davası beş yıl sürdü ve sonuçta Yargıtay iki gardiyanla bir müdür yardımcısının müebbet hapis cezalarını onadı. Adalet Bakanı daha müfettiş raporu aşamasında devlet adına aileden ve Türk halkından özür diledi. Önceki gün Diyarbakır Emniyeti’nden sızdırılan işkence görüntülerine karşı sergilenen devlet tutumu ise köprülerin altından ne suların aktığını bir kez daha gösterdi.

Babacan ve DEVA’nın istikbali hakkında ‘iri’ bir iddia

Sezgilerime dayanarak yine “iri” bir iddia öne sürmek istiyorum (neden “yine” dediğimi aşağıda izah edeceğim): Kanaatimce, Ali Babacan 1983’ün Özal’ı ya da 2002’nin Erdoğan’ı tarzında bir dip dalgasıyla yükselmeye başladı. Seçimler zamanında ya da partinin örgütlenmesine izin verecek kadar uzak bir tarihte yapılırsa Babacan ve DEVA’nın oyları şaşırtıcı yükseklikte olacak. Bu sonuç ortaya çıktığında ise seçimleri erkene almaması AK Parti’nin büyük hatalarından biri olarak kayıtlara geçecek.

AK Parti döneminde Kürt Sorunu’na çözüm çabaları (14-son)

DPI için kaleme aldığım “Kürt Sorununa Çözüm Çabaları: Tarafların ve Muhalefetin Pozisyonları (2002-2019)” başlıklı raporun bu son bölümünde, 2019’daki yerel seçimlerin ardından CHP’nin Kürt Sorunu’nun çözümünde inisiyatif alma girişimleri ele alınıyor ve rapor kısa bir “sonuç” bölümüyle bitiyor. (NOT: Bu rapor Demokratik Gelişim Enstitüsü-DPI için hazırlanmıştır ve onun izniyle yayımlanmaktadır.)

Siyasetin tehlikeli oyunu: Umursarken umursamaz gibi yapmak

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Ali Babacan’ı umursamaz tavrı inandırıcı değildi ve önceki günkü çıkışıyla bunu açık etti. Hâlis bir kendine güvenden ve dolayısıyla siyasi rakibinden korkmamaktan kaynaklanan “umursamama” tavrı bir siyasetçi için etkili bir silahtır. Fakat “umursamama” tam tersine bunlar olmadığı için başvurulan bir “taktik”ten ibaretse, sahip olduğunuzu düşündüğünüz o silah bir gün bumeranga dönüşebilir ve sizi vurabilir.

AK Parti döneminde Kürt Sorunu’na çözüm çabaları (13)

DPI için kaleme aldığım “Kürt Sorununa Çözüm Çabaları: Tarafların ve Muhalefetin Pozisyonları (2002-2019)” başlıklı raporun bu bölümünde, çözüm çabaları tamamen sönümlendikten sonra kurulan İyi Parti’nin Kürt Sorunu’na dair tutumu ile kurulması beklenen iki yeni partinin muhtemel tavırlarına dair kısa değerlendirmeler yer alıyor; rapor yazıldığında Gelecek Partisi ile Demokrasi ve Atılım Partisi henüz kurulmamıştı. (NOT: Bu rapor Demokratik Gelişim Enstitüsü-DPI için hazırlanmıştır ve onun izniyle yayımlanmaktadır.)

AK Parti döneminde Kürt Sorunu’na çözüm çabaları (12)

Önceki bölümlerde muhalefetin Demokratik Açılım ve onun paralelinde MİT ile KCK arasında gizli olarak yürütülen Oslo süreçleri konularındaki tavrını hatırlamıştık. DPI için kaleme aldığım “Kürt Sorununa Çözüm Çabaları: Tarafların ve Muhalefetin Pozisyonları (2002-2019)” başlıklı raporun bu bölümünde ise muhalefetin Çözüm Süreci’ne dair yaklaşımını hatırlayacağız. (NOT: Bu rapor Demokratik Gelişim Enstitüsü-DPI için hazırlanmıştır ve onun izniyle yayımlanmaktadır.)

AK Parti döneminde Kürt Sorunu’na çözüm çabaları (11)

MİT ile KCK arasındaki gizli görüşmelerin basına sızdırılması, muhalefetin eline çözüm girişimlerine karşı çıkmada büyük bir koz vermişti. DPI için kaleme aldığım “Kürt Sorununa Çözüm Çabaları: Tarafların ve Muhalefetin Pozisyonları (2002-2019)” başlıklı raporun bu bölümünde muhalefetin Oslo görüşmelerinin sızdırılmasından sonraki tepkilerini ele alıyoruz. (NOT: Bu rapor Demokratik Gelişim Enstitüsü-DPI için hazırlanmıştır ve onun izniyle yayımlanmaktadır.)

AK Parti döneminde Kürt Sorunu’na çözüm çabaları (10)

DPI için kaleme aldığım “Kürt Sorununa Çözüm Çabaları: Tarafların ve Muhalefetin Pozisyonları (2002-2019)” başlıklı raporu bölümler halinde yayımlamaya devam ediyoruz. Dokuzuncu bölümle birlikte muhalefetin çözüm çabaları karşısındaki tutumunu ele almaya başlamıştık. Bu bölümde de muhalefetin Habur travmasından sonraki tutumu üzerinde odaklanacağız. (NOT: Bu rapor Demokratik Gelişim Enstitüsü-DPI için hazırlanmıştır ve onun izniyle yayımlanmaktadır.)

AK Parti döneminde Kürt Sorunu’na çözüm çabaları (9)

DPI için kaleme aldığım “Kürt Sorununa Çözüm Çabaları: Tarafların ve Muhalefetin Pozisyonları (2002-2019)” başlıklı raporda şimdiye kadar iktidarın ve Kürt siyasetinin tutumlarını ele aldık. Bugünkü yeni bölümle birlikte muhalefetin çözüm çabaları karşısındaki tutumunu ele almaya başlıyoruz. (NOT: Bu rapor Demokratik Gelişim Enstitüsü-DPI için hazırlanmıştır ve onun izniyle yayımlanmaktadır.)

AK Parti-ulusalcı ittifakı çatırdarken…

Deniz Kuvvetleri Kurmay Başkanı Tümamiral Cihat Yaycı’nın görev yeri değişikliğini izleyen istifa kararının, Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) bünyesindeki bir tümamiralin istifasından çok öte bir anlamı var. Cihat Yaycı, TSK içinde politik kimliği askeri kimliğinin çok önüne geçmiş bir askerdi. Bu politik kimliğin adı “ulusalcılık”tı ve Cihat Yaycı bu kimliğin ordu içindeki sembol ismiydi.

AK Parti döneminde Kürt Sorunu’na çözüm çabaları (8)

DPI için kaleme aldığım “Kürt Sorununa Çözüm Çabaları: Tarafların ve Muhalefetin Pozisyonları (2002-2019)” başlıklı raporu yayımlamaya devam ediyoruz. Raporun bu bölümünde, hükümetin Dolmabahçe Mutabakatı’nı reddini, PKK’nın “halk savaşı” ilanını, yani Çözüm Süreci’nin “kışını” ele alıyoruz. (NOT: Bu rapor Demokratik Gelişim Enstitüsü-DPI için hazırlanmıştır ve onun izniyle yayımlanmaktadır.)

AK Parti döneminde Kürt Sorunu’na çözüm çabaları (7)

DPI için kaleme aldığım “Kürt Sorununa Çözüm Çabaları: Tarafların ve Muhalefetin Pozisyonları (2002-2019)” başlıklı raporu yayımlamaya devam ediyoruz. Raporun bu bölümünde, KCK’nın 9 Eylül 2013’te PKK’lıların Türkiye sınırlarının dışına çekilmesi kararını durdurmasıyla başlayan “Çözüm Süreci’nin sonbaharı”nda yaşanan gelişmeler ele alınıyor. (NOT: Bu rapor Demokratik Gelişim Enstitüsü-DPI için hazırlanmıştır ve onun izniyle yayımlanmaktadır.)

AK Parti döneminde Kürt Sorunu’na çözüm çabaları (6)

DPI için kaleme aldığım “Kürt Sorununa Çözüm Çabaları: Tarafların ve Muhalefetin Pozisyonları (2002-2019)” başlıklı raporu yayımlamaya devam ediyoruz. Raporun bu bölümünde Çözüm Süreci’nin hangi aşamalardan geçerek geliştiği ve Dolmabahçe Mutabakatı’nın kadük olmasıyla birlikte nasıl sona erdiği ele alınıyor. (NOT: Bu rapor Demokratik Gelişim Enstitüsü-DPI için hazırlanmıştır ve onun izniyle yayımlanmaktadır.)

AK Parti döneminde Kürt Sorunu’na çözüm çabaları (5)

DPI için kaleme aldığım “Kürt Sorununa Çözüm Çabaları: Tarafların ve Muhalefetin Pozisyonları (2002-2019)” başlıklı raporu yayımlamaya devam ediyoruz. “Demokratik Açılım”ın bitmesinden sonra Türkiye tekrar yoğun ve kanlı çatışmalara sahne olmaya başladı. Fakat hiç beklenmedik bir anda, adına “Çözüm Süreci” denen yeni bir görüşmeler zinciri başladı. Bu bölümde Çözüm Süreci’nin nasıl başladığını ele alıyoruz. (NOT: Bu rapor Demokratik Gelişim Enstitüsü-DPI için hazırlanmıştır ve onun izniyle yayımlanmaktadır.)

Ya Gülenciler bu şeyin İngilizce tıpkıbasımını akıl ederlerse?

Yeni Şafak gazetesinin bünyesinde yayımlanan Gerçek Hayat dergisi 4 Mayıs’ta 177 sayfalık bir özel sayı yayımladı: “İslam’ın son 10 asırdaki en büyük düşmanı FETÖ... Başterörist F. Gülen kimdir?” Özel sayı, bir bütün olarak “ciddi bir iddia nasıl sulandırılır ve etkisizleştirilir” dersi için başkaca ilaveye ihtiyaç duyulmayacak kadar çok malzeme içeriyor. Neyse, olan olmuş, şimdi Gerçek Hayat’çılar için dua vakti; ki bütün dünyaya yayılmış firari Gülenciler akıl edip de bu kıymetli malzemenin çeşitli dillerdeki tıpkıbasımlarını yapmasınlar.

AK Parti döneminde Kürt Sorunu’na çözüm çabaları (4)

DPI için kaleme aldığım “Kürt Sorununa Çözüm Çabaları: Tarafların ve Muhalefetin Pozisyonları (2002-2019)” başlıklı raporun bu bölümünde “Demokratik Açılım”ın sonunun başlangıcı mahiyetindeki Habur travması ele alınıyor. (NOT: Bu rapor Demokratik Gelişim Enstitüsü-DPI için hazırlanmıştır ve onun izniyle yayımlanmaktadır.)

AK Parti döneminde Kürt Sorunu’na çözüm çabaları (3)

DPI için kaleme aldığım “Kürt Sorununa Çözüm Çabaları: Tarafların ve Muhalefetin Pozisyonları (2002-2019)” başlıklı raporu yayımlamaya devam ediyoruz. İkinci bölümde, 2009’daki ”demokratik açılım” sürecinin hangi koşullarda başlatıldığını ele almıştık. Bugün ise sürecin “Habur sıkıntısı”na kadar olan bölümünü hatırlayacağız. (NOT: Bu rapor Demokratik Gelişim Enstitüsü-DPI için hazırlanmıştır ve onun izniyle yayımlanmaktadır.)