Alper Görmüş

Gazetecileri rahatsız eden gazetecilik

Bu, Gazeteduvar’daki yazı dizisiyle, pandeminin en çok vurduğu fakat harcıâlem gazeteciliğin ilgi alanına zinhar kabul edilmeyenlerin sesi olan Pınar Öğünç’ün has gazeteciliğine bir ihtiram yazısı... Has gazetecilik, güç odaklarının yanı sıra, mesleki yeteneklerini onların çıkarları ve talepleri doğrultusunda kullanan harcıâlem gazetecileri de rahatsız eder.

Diyanet’in derdi sahiden de dinin hükümlerini hatırlatmak mı (2)

Diyanet İşleri Başkanı, dinin eşcinsellik hakkındaki hükmünü fetva konusu ederken, başka bazı hükümleri ağzına bile almıyor. Bu, “ne var bunda, dinin emirlerini tebliğ ediyor” argümanını geçersizleştiriyor... Karşımızda, dini hükümlere topluca sahip çıkma kaygısı içindeki bir başkandan çok, onların arasından ustaca çektiği birini araçsallaştırılıp siyasi kullanıma sokan bir başkan var.

Diyanet’in derdi sahiden de dinin hükümlerini hatırlatmak mı (1)

Diyanet İşleri Başkanı’nın eşcinselliğe dair açıklaması, Dücane Cündioğlu’nun bir süredir YouTube arşivinden izlediğim Marmara İlahiyat seminerlerine denk geldi. Cündioğlu’nun, “dinin taşınamayacak kadar ağır hükümleri”nin din memurları ve bazı ilahiyatçılar tarafından nasıl tevil edildiğine ya da görmezlikten gelindiğine dair verdiği örnekler, Diyanet’in çıkışının tek nedeninin “hükümleri hatırlatmak” olmadığını gösteriyor.

Erdoğan’ın ‘iki tarz-ı öfke’si ve ikinci tarzın yol açtığı feci hatalar

Bir siyasetçi olarak Recep Tayyip Erdoğan’ın dili her zaman öfkeliydi. Bu dil, salt hitabetle sınırlı kaldığı dönemde Erdoğan’a eksi puan getirmedi; çünkü kaybetmenin yakın bir ihtimal olmadığı o dönemlerde öfke rasyonalite kaybına neden olmuyor ve hata kaynağı olarak rol oynamıyordu. Kaybetme ihtimalinin getirdiği korkuyla birlikte Erdoğan’ın öfkesinin niteliği değişti ve ölümcül hataların kaynağı olarak işlev görmeye başladı.

Bağlılığın gösterişli dışavurumları sıklıkla şüpheye dairdir

GeceninErdoğanFotoğrafı başlıklı tweet yağmuru üzerinden geçen hafta seslendirilen “Reis’e her zamankinden daha bağlıyız, her zamankinden daha inançlıyız” şarkısına inanmak isteyen inansın. Fakat unutulmasın ki, bağlılığın ve inancın gösterişli dışavurumları sıklıkla şüpheye ve inanç erozyonuna dairdir.

Gezi davasında istinaf başvurusu: Varsayımı ‘delil’ saymak!

Katı siyasi ideolojilerin kendi varsayımlarını mutlak doğru sayıp onun üzerine meşruiyet bina etmelerine benzer biçimde, hukuksuz rejimlerin yargı sistemleri de kendi varsayımlarını delil kabul edip onun üzerine iddia tesis ederler. Gezi davasında, iddia makamının mahkemenin verdiği beraat kararlarına itiraz için kaleme aldığı 90 sayfalık istinaf başvurusu, kendi varsayımını delil sayan yargısal bakışın mükemmel bir örneği.

‘İstifa’ bahsinin en önemli veçhesi: ‘Ak’halkın Pelikan isyanı

Doğrusu AK Parti tabanındaki Pelikan öfkesinin bu kadar yaygın olduğunu öğrenmek benim için çok çarpıcı oldu. Ahmet Davutoğlu’nun partiden ayrılmasından sonra, Pelikan nefretinin de onunla birlikte mekân değiştirdiğini, parti içinde Pelikan’ın operasyonlarından rahatsız olanlar olsa da bunların sayılarının ihmal edilebilir düzeyde olduğunu düşünmekteydim şimdiye kadar.

Çin’i övmelere doyamazken Almanya’yı ‘görmemek’

Almanya, Koronavirüs salgınıyla mücadelede en başarılı ülkeler arasında yer alıyor ama bu gerçek ilginç bir biçimde Türkiye’de pek fazla dillendirilmiyor. Buna karşılık Çin’in başarısı heyecan yaratıyor, kayda geçirmek için herkes birbiriyle yarışıyor. Çin’i övmelere doyamazken Almanya’yı ‘görmemek’: İçimizdeki gizli-açık otoriterliğe işaret eden mükemmel bir ölçüt.

‘Bilim Kurulu ne derse o’ masalının sonu

İktidar, "Sokağa çıkma yasağı hususunda (da) Bilim Kurulu'nun tavsiyesi doğrultusunda hareket ediyoruz" demeye getiriyor. Ne var ki, Cumartesi (28 Mart) gecesi Habertürk'teki bir tanıklık, bunun doğru olmadığını gösterdi. Programa katılan bir Bilim Kurulu üyesi, kararlarının sokağa çıkma yasağı yönünde olduğunu söyledi. Böylece tescil edilmiş oldu ki, tam izolasyonun gerçekleşmemesinden doğacak sorumluluk tümüyle iktidara aittir.

Kanal İstanbul ihalesi ve infaz yasası: İktidar yumuşama istemiyor

Toplumsal gerilimi azaltmak isteyen bir iktidar için altın kıymetindeki iki meselede alınan tavra baktığımızda göreceğimiz şey şudur: Erdoğan, iktidar oyununu toplumsal gerilim üzerine kurma iradesinden vazgeçmiş değildir ve Koronavirüs paniğinin döşediği psikolojik zeminde dahi böyle davranıyorsa, bundan sonra yumuşama yönünde bir eğilim içine girebileceğine dair hemen hemen hiç umut yok demektir.

Alkış bahsi: Haklılığın azalırsa vesvesen artar!

Sağlıkçıları alkışlama eylemini tekin bulmadıklarını dile getiren kayıtsız şartsız iktidarcılar, “eylem”e Cumhurbaşkanı Erdoğan da katılınca fena mahçup oldular. Fakat bu yanıltıcı olmasın: İktidar cephesinin geçmiş hafızasında yer alan benzerleri gibi alkış eylemi de hafızaya “tekinsiz” koduyla yerleşecek. Çünkü iktidar haklılık duygusundaki azalmanın ve güvensizliğin açtığı boşluğu vesveseyle dolduruyor.

Korona, mülteciler ya da sadece korkudan anlamak

İnsanoğlunun bilinçle ve kültürle geliştirdiği “insani” değerleri belki de hiçbir zaman bir bilinçdışı refleks haline gelmeyecek. Yine de, bu özellikler ne kadar gelişirse ve bilinçdışını ne kadar çok etkilerse o kadar iyi. İnsanın, özellikle de imtiyazlıların Koronavirüs gibi, mülteciler gibi sorunlar karşısında sergilediği performans, bazı durumlarda insanı ancak korku gibi “hayvani” duygularının “insan”a yaklaştırabileceğini gösteriyor.

Bu defaki ikrar Cemaat’i sarstı: ‘Soruların çalındığı gerçek!’

Gülen cemaatinin, bürokrasi içindeki örgütlenmesini kullanarak devlet kurumlarına giriş sınavlarının sorularını çalıp bağlılarına ilettiği iddiaları bugüne kadar Cemaat tabanında inandırıcı bulunmadı. Fakat eski Zaman muhabiri Ahmet Dönmez’in bu ayın başındaki “evet, gerçek” açıklamasıyla işin rengi değişti. Şimdi kafalar çok karışık.

Misak-ı Millî sınırlarına dönmek: Hayali cihan değer ama…

Bir spekülasyonum var: Kanaatimce Erdoğan, güney sınırlarımızdaki kargaşanın Türkiye’ye yeniden Misak-ı Millî sınırlarına dönmek için bir imkân sağlayıp sağlamadığını son dört-beş yılda hep aklının bir köşesinde tuttu. Türkiye’nin toplam siyasi-bürokratik aklının hiç akıldan çıkarmadığı bu hedefi gerçekleştirmesinin kendi iktidarı ve kurduğu yeni siyasi ittifaklar için muazzam bir sigorta işevi göreceğini düşündü.

Amerika’yı yardıma çağıran Kürtlerle alay edenler, iyi misiniz?

Türkiye’nin sert anti-Amerikancı abilerinin-ablalarının iktidarla birlikte NATO’yu yardıma çağırdığı bir günde kendimi şu soruyu sormaktan alamıyorum: Daha üç-beş ay öncesine kadar Amerika’yı yardıma çağıran Kürtlerle alay ediyordunuz, şimdi nasılsınız, iyi misiniz?

Haklılık duygusu, haklılık ve İdlib

Haklılık duygusu eylemlerimiz hakkındaki kendi öznel değerlendirmemizle ilgilidir. Oysa haklılık, eylemlerimizin bizim de dahil olup onayladığımız ortak kabuller bütünüyle uyum içinde olup olmadığı tarafından belirlenir. Türkiye’nin İdlib’deki pozisyonuna dair haklılık duygusu işte bu ölçü nedeniyle dünyada paylaşılmıyor.

Kavala olayı: Otoriterliğimiz artık parodi tadında

Dört-beş yıl öncesinde ancak bir parodinin unsurları olarak düşünülebilecek şeyler bugün saf gerçek olarak karşımızda. Kavala olayı ve bazı başka gerçekler, Türkiye’deki otoriterliğin niteliğiyle ilgili olmasa bile tarzı ve üslubuyla ilgili daha nüanslı bir yaklaşıma ihtiyaç duyulduğu gösteriyor.

Gizemli flash disk artık haber, çünkü İlker Başbuğ’a vurmada kullanışlı…

Herhangi bir içeriğin haber değeri taşıyıp taşımadığını anlamak için, o içeriğin bazı özelliklere sahip olması gerekir. Önemli mi, ilginç mi, yeni mi, vb. Fakat söz konusu olan Türk medyası ise bir özellik bunların hepsinin önüne geçer: İçerik kullanışlı mı? "Bizimkiler"in işine yarıyor mu? AK Parti ile İlker Başbuğ arasında patlak veren kavgada bu pratiğin bütün unsurları mevcut.

İktidarın ‘bize tuzakmış’ diyeceği davalarda 1 numara adayım: Harbiyeliler…

İktidarın, bir zamanlar ölümüne savunduğu birçok dava için “bunlar bizi zor durumda bırakmayı amaçlayan yargı tuzaklarıymış, fark edemedik, aldatıldık” bahanesine sığınmaktan başka çaresi kalmadığında, hukuk-akıl-vicdan dışı davalar yarışmasında birincilik için çok sayıda aday olacak. Bence kamuoyu bu yarışta birinciliği Harbiyelilerin davalarına verecek.

PKK Kürtlerden yine mi ‘daha fazlasını’ isteyecek?

Devlet, sokaktaki Kürdün salt PKK ile; PKK ise sokaktaki Kürdün salt devletle problemi olduğu yanlış kabulüyle nöbetleşe olarak Kürtlerden “daha fazlasını” istiyorlar. Daha fazlasını isteme hakkının kimde olduğunu, belirli bir anda Kürtlerin kimden daha fazla şikâyetçi olduğu keyfiyeti belirliyor. Anlaşılan daha fazlasını isteme sırası, yeni bir “halk savaşı” çağrısına hazırlanıyor izlenimi veren PKK’ya gelmiş bulunuyor.

‘Indiana Jones ve yerli’ ya da ‘Trump ve Kasım Süleymani’

Kasım Süleymani’nin ABD Başkanı Trump’ın emriyle öldürülüşü, özellikle de öldürülme biçimi, Indiana Jones filmindeki hikâyeye fena halde benziyor. “Yaşayan şehit”, “Evliya” gibi sıfatlarla anılan; bir hayalet gibi her yerde bulunan ve fakat kendisine hiçbir şey olmayan bir adam, rakibi tarafından sıfır riskli, sıfır zaiyatlı bir teknolojik saldırıyla ortadan kaldırılıveriyor. Suikast bu yönüyle, bölgesel hegemonya iddiasındaki devletlere çarpıcı mesajlar iletiyor.

Popülistler neden kazanır, liberaller neden kaybeder?

Toplumların yalnız Türkiye’de değil dünyada da popülist liderlere ve siyasetçilere, liberal liderlerden ve siyasetçilerden daha fazla teveccüh göstermesi hiç kuşkusuz esasen toplumların siyasete bakışları ve siyaset algılarıyla bağlantılı. Fakat Türkiye’deki liberal hareketlere teveccüh eksikliğinin, onları taşıyan somut siyasetçilerden kaynaklanan nedenlerinin de olduğu muhakkak; YDH ve LDP örnekleri bize bunu gösteriyor.

İnkârcılığın ‘onur’la bir ilgisi var mı?

Alman ARD televizyonu, Türkiye’nin, 1937’de altında Atatürk’ün de imzasının bulunduğu bir hükümet kararına atıfla Hitler Almanyası’ndan 20 ton zehirli gaz satın aldığını duyurdu ve gazın 1937-38’de Dersim Alevilerine yönelik yok etme harekâtında kullanılmış olma ihtimalini hatırlattı. Habere gösterilen tepkiler, inkârcılığın duygusal kaynakları hususundaki tartışmalara katkı mahiyetindeydi.

Yeni partiler hangi duygular üzerinde yükselecek?

"İnsan, kararlarını ve tercihlerini sadece bilinciyle ve mantığıyla oluşturmaz; hatta insan, duygusal tarafı olmasaydı karar bile alamazdı..." Zihinbilimin insan beynini inceleyerek ulaştığı bu sonuç, önce psikolojide, ardından da aralarında siyasetin de bulunduğu birçok alanda bakış açılarını kökten değiştirdi. Verili duyguların üzerinde sörf yapmak ya da duyguları manipüle etmek artık siyasetin doğal hali sayılıyor. Öyleyse, Babacan ve Davutoğlu'nun yeni partileri hangi duygular üzerinden kitleselleşebilir?

Bir kuvvetler ayrılığı müsameresi

Termik santrallerle ilgili yasama ve veto sürecinin benzerlerine hazır olunsun: Parti grubu, yasama görevini Reis’ten bağımsız olarak yürütüyormuş gibi yapacak... Reis onları özgür bırakmış gibi yapacak... Sonunda da bir kazan-kazan oyunu ortaya çıkacak. Bir kuvvetler ayrılığı müsameresi: İnanmak isteyenlere iyi seyirler.

Kemal Kılıçdaroğlu kimlerin asabını bozuyor?

O bunu dedi, şu önce kabul etti sonra reddetti, öbürü açıklarım dedi ama sonra sessizliğe gömüldü... Bunlar, Türkiye siyasetini günlerdir rehin alan hikâyenin şeklî tarafı... Bizi işin esasına götürecek olan soru şudur: Oyunu kuranların CHP'de türbülans yaratma amacı hasıl olduktan sonra, ortaya çıkan tablodan kimler ne surette yararlanmaya çalışmışlardır?

‘Acı çekeni kimsenin bilmediği yer’in yeni sâkinleri: ‘FETÖ iltisaklıları’

Devletin, Gülen cemaatinin yalnız kriminal merkezini ve darbeye katılan üyelerini değil, etrafındaki geniş sempatizan ağını da cezalandırma tercihi, misli görülmemiş bir adaletsizlik üretti. Yargıtay’ın bu adaletsizliği seyreltebilecek gollük paslarını görmezden gelen savcılar ve hâkimler, hukuk nispî de olsa geri geldiğinde bu davranışlarını bakalım nasıl izah edecekler.

Orta sınıfların yeniden yoksullaşması ve şehirli cinayet intiharları

Birbirini izleyen ve “kopya” olma ihtimali yüksek cinayet intiharlarını “geçim sıkıntısı”yla izah etmeye çalışanların ihmal ettiği bir nüans var: Cinayete ve ardından intihara baş vuranlar, zaten hep yoksul olan ve yoksulluklarından asla sıyrılamayacaklarına inanan kişilerden çok, yoksulluktan kurtulma umutları kırılmış olanlara benziyor.

Türkiye’nin ‘ölmeden evvel ölen’ adalet sistemi

Ahmet Altan’ın, tahliyesinden bir hafta sonra, aralarında “pişmanlık göstereceğine dair beyanlarının olmaması”, “haber üzerinden birçok sempatizanı etkilemesi” gibilerinin de olduğu bir dizi tuhaf gerekçeyle yeniden tutuklanması ve tabii ona ön gelen binlerce hukuk dışı uygulama, yaşayan canlı bir organizma olarak adalet sisteminin de ölmeden evvel ölebileceğini hepimize gösterdi.

Erdoğan’ın bir aya sığan meydan okumaları ve ricatları

Milliyetçi ruh hali, ülke yönetenlerin arayıp da bulamadıkları bütün koşulları sağlar ve onlar için son derece konforlu bir hareket alanı yaratır. Öyle ki, o atmosferde, bir gün sonra geri adam atma ihtimallerine rağmen “ülkenin düşmanları”na hadlerini bildirip puan toplama fırsatları her zaman vardır. Bu konforun en güzel tarafı da hemen hemen hiçbir siyasi maliyetinin olmamasıdır.