Alper Görmüş

Alkış bahsi: Haklılığın azalırsa vesvesen artar!

Sağlıkçıları alkışlama eylemini tekin bulmadıklarını dile getiren kayıtsız şartsız iktidarcılar, “eylem”e Cumhurbaşkanı Erdoğan da katılınca fena mahçup oldular. Fakat bu yanıltıcı olmasın: İktidar cephesinin geçmiş hafızasında yer alan benzerleri gibi alkış eylemi de hafızaya “tekinsiz” koduyla yerleşecek. Çünkü iktidar haklılık duygusundaki azalmanın ve güvensizliğin açtığı boşluğu vesveseyle dolduruyor.

Korona, mülteciler ya da sadece korkudan anlamak

İnsanoğlunun bilinçle ve kültürle geliştirdiği “insani” değerleri belki de hiçbir zaman bir bilinçdışı refleks haline gelmeyecek. Yine de, bu özellikler ne kadar gelişirse ve bilinçdışını ne kadar çok etkilerse o kadar iyi. İnsanın, özellikle de imtiyazlıların Koronavirüs gibi, mülteciler gibi sorunlar karşısında sergilediği performans, bazı durumlarda insanı ancak korku gibi “hayvani” duygularının “insan”a yaklaştırabileceğini gösteriyor.

Bu defaki ikrar Cemaat’i sarstı: ‘Soruların çalındığı gerçek!’

Gülen cemaatinin, bürokrasi içindeki örgütlenmesini kullanarak devlet kurumlarına giriş sınavlarının sorularını çalıp bağlılarına ilettiği iddiaları bugüne kadar Cemaat tabanında inandırıcı bulunmadı. Fakat eski Zaman muhabiri Ahmet Dönmez’in bu ayın başındaki “evet, gerçek” açıklamasıyla işin rengi değişti. Şimdi kafalar çok karışık.

Misak-ı Millî sınırlarına dönmek: Hayali cihan değer ama…

Bir spekülasyonum var: Kanaatimce Erdoğan, güney sınırlarımızdaki kargaşanın Türkiye’ye yeniden Misak-ı Millî sınırlarına dönmek için bir imkân sağlayıp sağlamadığını son dört-beş yılda hep aklının bir köşesinde tuttu. Türkiye’nin toplam siyasi-bürokratik aklının hiç akıldan çıkarmadığı bu hedefi gerçekleştirmesinin kendi iktidarı ve kurduğu yeni siyasi ittifaklar için muazzam bir sigorta işevi göreceğini düşündü.

Amerika’yı yardıma çağıran Kürtlerle alay edenler, iyi misiniz?

Türkiye’nin sert anti-Amerikancı abilerinin-ablalarının iktidarla birlikte NATO’yu yardıma çağırdığı bir günde kendimi şu soruyu sormaktan alamıyorum: Daha üç-beş ay öncesine kadar Amerika’yı yardıma çağıran Kürtlerle alay ediyordunuz, şimdi nasılsınız, iyi misiniz?

Haklılık duygusu, haklılık ve İdlib

Haklılık duygusu eylemlerimiz hakkındaki kendi öznel değerlendirmemizle ilgilidir. Oysa haklılık, eylemlerimizin bizim de dahil olup onayladığımız ortak kabuller bütünüyle uyum içinde olup olmadığı tarafından belirlenir. Türkiye’nin İdlib’deki pozisyonuna dair haklılık duygusu işte bu ölçü nedeniyle dünyada paylaşılmıyor.

Kavala olayı: Otoriterliğimiz artık parodi tadında

Dört-beş yıl öncesinde ancak bir parodinin unsurları olarak düşünülebilecek şeyler bugün saf gerçek olarak karşımızda. Kavala olayı ve bazı başka gerçekler, Türkiye’deki otoriterliğin niteliğiyle ilgili olmasa bile tarzı ve üslubuyla ilgili daha nüanslı bir yaklaşıma ihtiyaç duyulduğu gösteriyor.

Gizemli flash disk artık haber, çünkü İlker Başbuğ’a vurmada kullanışlı…

Herhangi bir içeriğin haber değeri taşıyıp taşımadığını anlamak için, o içeriğin bazı özelliklere sahip olması gerekir. Önemli mi, ilginç mi, yeni mi, vb. Fakat söz konusu olan Türk medyası ise bir özellik bunların hepsinin önüne geçer: İçerik kullanışlı mı? "Bizimkiler"in işine yarıyor mu? AK Parti ile İlker Başbuğ arasında patlak veren kavgada bu pratiğin bütün unsurları mevcut.

İktidarın ‘bize tuzakmış’ diyeceği davalarda 1 numara adayım: Harbiyeliler…

İktidarın, bir zamanlar ölümüne savunduğu birçok dava için “bunlar bizi zor durumda bırakmayı amaçlayan yargı tuzaklarıymış, fark edemedik, aldatıldık” bahanesine sığınmaktan başka çaresi kalmadığında, hukuk-akıl-vicdan dışı davalar yarışmasında birincilik için çok sayıda aday olacak. Bence kamuoyu bu yarışta birinciliği Harbiyelilerin davalarına verecek.

PKK Kürtlerden yine mi ‘daha fazlasını’ isteyecek?

Devlet, sokaktaki Kürdün salt PKK ile; PKK ise sokaktaki Kürdün salt devletle problemi olduğu yanlış kabulüyle nöbetleşe olarak Kürtlerden “daha fazlasını” istiyorlar. Daha fazlasını isteme hakkının kimde olduğunu, belirli bir anda Kürtlerin kimden daha fazla şikâyetçi olduğu keyfiyeti belirliyor. Anlaşılan daha fazlasını isteme sırası, yeni bir “halk savaşı” çağrısına hazırlanıyor izlenimi veren PKK’ya gelmiş bulunuyor.

‘Indiana Jones ve yerli’ ya da ‘Trump ve Kasım Süleymani’

Kasım Süleymani’nin ABD Başkanı Trump’ın emriyle öldürülüşü, özellikle de öldürülme biçimi, Indiana Jones filmindeki hikâyeye fena halde benziyor. “Yaşayan şehit”, “Evliya” gibi sıfatlarla anılan; bir hayalet gibi her yerde bulunan ve fakat kendisine hiçbir şey olmayan bir adam, rakibi tarafından sıfır riskli, sıfır zaiyatlı bir teknolojik saldırıyla ortadan kaldırılıveriyor. Suikast bu yönüyle, bölgesel hegemonya iddiasındaki devletlere çarpıcı mesajlar iletiyor.

Popülistler neden kazanır, liberaller neden kaybeder?

Toplumların yalnız Türkiye’de değil dünyada da popülist liderlere ve siyasetçilere, liberal liderlerden ve siyasetçilerden daha fazla teveccüh göstermesi hiç kuşkusuz esasen toplumların siyasete bakışları ve siyaset algılarıyla bağlantılı. Fakat Türkiye’deki liberal hareketlere teveccüh eksikliğinin, onları taşıyan somut siyasetçilerden kaynaklanan nedenlerinin de olduğu muhakkak; YDH ve LDP örnekleri bize bunu gösteriyor.

İnkârcılığın ‘onur’la bir ilgisi var mı?

Alman ARD televizyonu, Türkiye’nin, 1937’de altında Atatürk’ün de imzasının bulunduğu bir hükümet kararına atıfla Hitler Almanyası’ndan 20 ton zehirli gaz satın aldığını duyurdu ve gazın 1937-38’de Dersim Alevilerine yönelik yok etme harekâtında kullanılmış olma ihtimalini hatırlattı. Habere gösterilen tepkiler, inkârcılığın duygusal kaynakları hususundaki tartışmalara katkı mahiyetindeydi.

Yeni partiler hangi duygular üzerinde yükselecek?

"İnsan, kararlarını ve tercihlerini sadece bilinciyle ve mantığıyla oluşturmaz; hatta insan, duygusal tarafı olmasaydı karar bile alamazdı..." Zihinbilimin insan beynini inceleyerek ulaştığı bu sonuç, önce psikolojide, ardından da aralarında siyasetin de bulunduğu birçok alanda bakış açılarını kökten değiştirdi. Verili duyguların üzerinde sörf yapmak ya da duyguları manipüle etmek artık siyasetin doğal hali sayılıyor. Öyleyse, Babacan ve Davutoğlu'nun yeni partileri hangi duygular üzerinden kitleselleşebilir?

Bir kuvvetler ayrılığı müsameresi

Termik santrallerle ilgili yasama ve veto sürecinin benzerlerine hazır olunsun: Parti grubu, yasama görevini Reis’ten bağımsız olarak yürütüyormuş gibi yapacak... Reis onları özgür bırakmış gibi yapacak... Sonunda da bir kazan-kazan oyunu ortaya çıkacak. Bir kuvvetler ayrılığı müsameresi: İnanmak isteyenlere iyi seyirler.

Kemal Kılıçdaroğlu kimlerin asabını bozuyor?

O bunu dedi, şu önce kabul etti sonra reddetti, öbürü açıklarım dedi ama sonra sessizliğe gömüldü... Bunlar, Türkiye siyasetini günlerdir rehin alan hikâyenin şeklî tarafı... Bizi işin esasına götürecek olan soru şudur: Oyunu kuranların CHP'de türbülans yaratma amacı hasıl olduktan sonra, ortaya çıkan tablodan kimler ne surette yararlanmaya çalışmışlardır?

‘Acı çekeni kimsenin bilmediği yer’in yeni sâkinleri: ‘FETÖ iltisaklıları’

Devletin, Gülen cemaatinin yalnız kriminal merkezini ve darbeye katılan üyelerini değil, etrafındaki geniş sempatizan ağını da cezalandırma tercihi, misli görülmemiş bir adaletsizlik üretti. Yargıtay’ın bu adaletsizliği seyreltebilecek gollük paslarını görmezden gelen savcılar ve hâkimler, hukuk nispî de olsa geri geldiğinde bu davranışlarını bakalım nasıl izah edecekler.

Orta sınıfların yeniden yoksullaşması ve şehirli cinayet intiharları

Birbirini izleyen ve “kopya” olma ihtimali yüksek cinayet intiharlarını “geçim sıkıntısı”yla izah etmeye çalışanların ihmal ettiği bir nüans var: Cinayete ve ardından intihara baş vuranlar, zaten hep yoksul olan ve yoksulluklarından asla sıyrılamayacaklarına inanan kişilerden çok, yoksulluktan kurtulma umutları kırılmış olanlara benziyor.

Türkiye’nin ‘ölmeden evvel ölen’ adalet sistemi

Ahmet Altan’ın, tahliyesinden bir hafta sonra, aralarında “pişmanlık göstereceğine dair beyanlarının olmaması”, “haber üzerinden birçok sempatizanı etkilemesi” gibilerinin de olduğu bir dizi tuhaf gerekçeyle yeniden tutuklanması ve tabii ona ön gelen binlerce hukuk dışı uygulama, yaşayan canlı bir organizma olarak adalet sisteminin de ölmeden evvel ölebileceğini hepimize gösterdi.

Erdoğan’ın bir aya sığan meydan okumaları ve ricatları

Milliyetçi ruh hali, ülke yönetenlerin arayıp da bulamadıkları bütün koşulları sağlar ve onlar için son derece konforlu bir hareket alanı yaratır. Öyle ki, o atmosferde, bir gün sonra geri adam atma ihtimallerine rağmen “ülkenin düşmanları”na hadlerini bildirip puan toplama fırsatları her zaman vardır. Bu konforun en güzel tarafı da hemen hemen hiçbir siyasi maliyetinin olmamasıdır.

Ahmet Altan nefreti, nefret sahipleri hakkında neler söylüyor?

Ahmet Altan nefreti, demokrasiyi laiklikten ibaret gören ve o kadarını da sadece “Türk”ün hakkı olarak gören kesimler için darbe davalarından çok önce başlamıştı. Yani nefret, iddia edildiği gibi darbe davaları sürecinde ortaya çıkan insani acılarla değil, Ahmet Altan’ın darbecilikle mücadele azmiyle ve kararlılığıyla bağlantılı... Bu kesimler, davalar boyunca ortaya çıkan insani acıları, nefretlerinin ideolojilerinden kaynaklandığını örtmek için ustalıkla kullandılar ve bunda son derece başarılı oldular.

Bu artık son Hürriyet yazısı, çünkü sıra cenazeyi kaldırmada…

Güle güle Hürriyet! İnanmayacaksın ama sırf bir duruşun vardı diye eski militer ruhlu halini bile özlüyoruz, o kadar beter oldun yani!

Barzani nefreti neyin turnusol kâğıdı?

Türk milliyetçileri ile ulusalcılarının Barzani nefretinin bugünlerde yine alevlenmesi boşuna değil. Çünkü bu nefret, kendi Kürtlerimiz üzerinden ifade ettiğimizde ayıp kaçacak bir duygumuzu kusmak için mükemmel bir araç niteliğinde: Temsil ettiği Kürtlerin eşit insan ve vatandaş sayılmalarında önemli rol oynamış bir Kürt lideri aşağılarken şunu söylemiş oluyoruz: Biz, böyle bir eşitliği asla kabul etmeyiz!

Cumhuriyet’in kuruluşunun en muhkem ezberi

Cumhuriyet’in demokrasisiz başlangıcının tarihsel bir zorunluluk olduğuna inanmak, en muhkem ezberlerimizden biri: “O zaman koşullar öyleydi, başka türlüsü mümkün değildi...” Cumhuriyet’in başka türlü kurulamayacağına dair yaklaşım, döneme eleştirel yaklaşan kimi kesimler tarafından da kabul ediliyor.

CHP, Suriye harekâtında farklı davranabilir miydi?

CHP tabanındaki “milliyetçi kabarma” ya da “anti-Kürt” eğilimlerin dünde kalmış bir ezberden başka bir şey olmadığı kanaatindeyim. Artık Kürt partilerinin konvoylarının taşlandığı “İzmir dellenmesi” günlerinde değiliz. Laik kesim, öfkesini bir zamanlar eşit olarak bölüştürdüğü Kürtler ve “şeriatçılar” arasında artık bâriz bir ayrım yapıyor. Zaman içinde “Kürt düşmanlığı” seyrelirken “şeriatçı düşmanlığı” koyulaştı.

CHP’nin imkânsız denklemi: ‘Siyaset yanlış, devamı olan savaş doğru!’

Ülkenin muhalefet partisi lideri, yıllardır iktidarın izlediği dış politikanın bir batak siyaseti olduğunu ve giderek daha fazla batmanın kaçınılmaz olduğunu söylüyor ve günün birinde dediği çıktığında da atılan o son adımı onaylıyor. A Haber’ciler muhalefet partisinin liderinin “büyük bir çelişki içinde” olduğunu söylerlerken hiç de haksız değiller.

Türkiye’nin herhangi bir savaşta haksız olma ihtimali var mı?

Yüksek bir haklılık duygusuna sahipseniz, bir tarafını oluşturduğunuz münakaşalı durumlarda verileri gözden geçirerek karar verme ve böylece belki kendi haksızlığınıza hükmetme ihtimaliniz de ona paralel olarak azalır. Hele onu da aşan “mutlak” bir haklılık duygusuna sahipseniz, kendinizi haksız bulma ihtimaliniz hiç yoktur. Savaş, bütün bir toplumu böyle kişiler haline getirebilir.

Müslüman siyasetçiler “Allah’ın kendilerini gözetlediğini” neden ve nasıl unutuyorlar?

Allah korkusu, iktidarı ele geçirmiş Müslüman kimlikli siyasetçileri “madde”nin iğvasından bir dereceye kadar (“çok az bir mal ile imtihan oldukları” sürece) koruyabilir. Fakat “mal” çoğaldığında bunun sigortası “inanç” olamaz, sigorta ancak bir toplum sözleşmesiyle belirlenmiş ve sıkıca denetlenmiş ölçüler ve kriterler olabilir.

Son defa yazıyorum ve havlu atıyorum: ‘Balyoz çetesi’ne neden ulaşılamıyor?

Yok, yok... Bu öyle basitçe gazeteciliğimizin fikri takip zaafıyla, meraksızlığıyla açıklanabilecek bir hikâye gibi görünmüyor... Bu hikâyede iktidarından muhalefetine, herkesi rahatsız eden bir şeyler olmalı... Bana gelince: Bu, Balyoz davasının beraatle sonuçlanmasından (1 Nisan 2015) itibaren yazdığım beşinci yazı ve artık ben de havlu atıyorum; belli ki o yazıların da suya yazılmış olmaktan başka bir hükmü yok. Yine de meslektaşlarıma umutsuzca şöyle seslenerek bitirmek istiyorum: Ya saçmaladığımı gösterin, ya siz de bir şey söyleyin!

Halkı suçlamakla anlamaya çalışmak arasında popülizm tartışmaları

Popülist liderleri oylarıyla iktidara getiren toplumlara kızarak elde edebileceğimiz hiçbir şey yok. Olan biteni anlamada “insan doğası” gibi değişmez parametreler işe yaramaz. Doğru soru şudur bence: İnsanı çevreleyen hangi koşullar değişti de insanlar popülist liderlere yönelmeye başladılar?