Atilla Aytemur

#sanatçıyadokunma!

Daha dün kendi kampanyası için çok sayıda futbolcu ve sanatçıdan aldığı desteği unutan iktidarın, bugün İmamoğlu’nu destekleyenlere bu kadar ağır eleştiri, suçlama ve tehditte bulunması kabul edilebilir bir şey değildir. Düşünce özgürlüğüne saldırı desem, yetmez. Çifte standart demek, hafif kalır.

İktidar, YSK kararı ve muhalefet

Cumhur İttifakı ve YSK içindeki yandaşları hangi ince hesaplarla seçimi yenileme kararı aldılar, bilemiyorum; ama bunun ters tepeceğini tahmin etmek zor değil. İktidar kendi eliyle çakı gibi bir muhalefet ile yıldızı giderek parlayan ve kenara itilmesi artık mümkün olmayan bir siyaset adamını tekrar Türkiye seçmeninin önüne çıkardı.

Ortada kalan ittifak

AK Parti son yıllardaki tercihleriyle MHP’nin pençesine düştü. 2023 başkanlık seçimlerinde yüzde 50+1’i alıp iktidarını sürdürmesi MHP’nin insafına kalmış durumda. AK Parti tabanından bu partiye doğru görülen oy kayması da işin cabası.

23 Nisan ve linç girişimi

CHP’lileri şehit cenazelerine ve protokolüne sokmayın diye dört bir yana talimat yağdırmış bir İçişleri Bakanının, yemeyip içmeyip olayın mahiyeti hakkında kanaatini açıkladığı şartlarda, bu vahim saldırının azmettiricilerinin ve suçlularının kolay kolay açığa çıkarılamayacağını düşünenlerin hayli çok olduğuna dikkatinizi çekmek isterim.

HDP seçimlerde ne yaptı?

Sorunu yakından takip eden akademik ve yazarlar, HDP’nin bu seçimlerde bölgede umduğu kadar başarılı olamamasının tek nedeninin iktidar politika ve uygulamaları olamayacağı kanaatinde. Suriye iç savaşının en sert olduğu dönemde bazı il ve ilçelerde ilan edilen “özyönetim”ler ve başlatılan ‘”hendek ve barikat savaşları” karşısında HDP’nin herhangi bir ciddi politika geliştirememesinin etkileri, bugün de sürüyor.

AK Parti ülkeyi nereye sürüklediğinin farkında mı?

Ülke içinde ve dışında, AK Parti’nin her türlü hukuk dışı yollara başvurarak kaybettiği seçimin sonuçlarını tanımayacağı ve gerekli tedbirleri alıp özellikle İstanbul’u yeniden seçime götüreceği ileri sürülüyordu. Şimdi kendi eliyle bunu doğrulayacak işler yapıyor. AK Parti, zaten hayli örselenmiş güven endeksinin iyice dip yapmasına yol açacak ne varsa yapacak bir yola girmiş gibi görünüyor.

Adresini arayan uyarı!

Artık toplum olarak ötekileştirici ve aşağılayıcı dilden bıktığımız görülmeli. Kutuplaştırıcı politikalar bizi tüketiyor. Bir an evvel her alanda demokratik, barışçı ve toplumsal uzlaşmaya yönelik adımlar atılmalı. Siyasal bakımdan taraf olmak güzel ama medyanın parti örgütü gibi çalışması bu ülke demokrasisine hiç mi hiç hizmet etmiyor.

Sıradaki kriz: S-400’ler

ABD ve Türkiye uzun zamandır ne bölge sorunlarında ne de diğer uluslararası konularda fikir birliği içinde. Soğuk Savaş’ın bitmesi ve Berlin Duvarı’nın yıkılması sonrasında, meselelere bakışları pek birbirine denk düşmüyor. Bu geleneksel ittifak dünyanın yeni dengelerine kendini pek uyarlayamadı. Eski dostlar karşı cephelere düşer oldu.

Başkası Adına Konuşmanın Haysiyetsizliği (*)

Ömer Faruk, muhalif yapılanmaları (eylemlerinin muhtevasını ve halihazırdaki çerçevenin dışına çıkamayan ütopyalarını) da köklü bir şekilde eleştirerek, buradan yeni, özgür ve bağımsız bir hikâye çıkamayacağını ve yeni bir dünya kurulamayacağını ileri sürüyor. Solun fikri müktesebatını, örgütsel modellerini, küçük iktidarlar oluşturma peşinde tükenen siyasal pratiğini de eleştiriye tâbi tutuyor.

Zorlamayalım, “beka” seçimlere sığmaz!

Beka kavramından hareketle ülkenin geleceği hakkında endişe, korku, şüphe ve belirsizlik yaratarak ve muğlak düşmanlara işaret ederek seçmenden oy istemeyi, AK Parti’nin on yedi yıllık iktidarı boyunca attığı en sorunlu adımlardan biri olarak görüyorum.

CHP manifestosu neler vaat ediyor?

AK Parti’de olduğu gibi CHP’de de, yerel yönetimler bir yana, daha genel ve stratejik bakış bir yana. CHP, AK Parti’nin iktidar döneminde güçlerin tek kişide toplandığını, adaletin askıya alınıp yargının kontrol altında tutulduğunu, insan haklarının ve birçok özgürlüğün sınırlandığını vurguluyor.

AK Parti manifestoda ne diyor, ne demiyor?

İnsan hakları kenti: Demokrasiden, insan haklarından, adalet ve yargı bağımsızlığından, medya özgürlüğünden iyice uzaklaşarak son derece ciddi bir otoriterleşme rotasına giren AK Parti’nin manifestosunda böyle bir madde yer almıyor.

Seçilmişlerin meşruiyeti ve Venezuela

Chavez’in yerine gelen Maduro, 2015’te Yüksek Mahkeme’ye yaptığı toplu atamayla bu anayasal kuruluşu kontrolü altına aldı. İkinci olarak, Amazon Eyaleti vekillerinin yemini sırasında usulsüzlük yapıldığını ileri sürüp, muhalefetin kontrolüne geçmiş bulunan Ulusal Meclis’in yetkilerini kaldırdı. Onun ardından, alternatif olmak üzere Mayıs 2017’de aynı yetkilerle donatılmış bir Ulusal Kurucu Meclis yarattı.

Trump’ın açtığı kapıdan giren mevzular

Bugün PKK Türkiye’ye karşı savaşı bırakıp silâhlı güçlerini sınır dışına çekse, HDP’nin liderliğindeki demokratik siyaseti yegâne seçenek olarak tanımlasa, sanıyorum Türkiye’nin PYD/YPG ile olan hikâyesi başka türlü sonuçlanır.

Parti kapattırma sevdası

Vatan Partisi’nin o zamanki öncülü Sosyalist Parti’yi kapatmak için de dâvâ açılmıştı. Parti programının Kürt sorununun çözümüyle ilgili “Demokratik Federal Emekçi Cumhuriyeti” başlıklı bölümünde, ”Kürt Milleti, kendi kaderini tayin hakkına kayıtsız şartsız sahiptir. Eğer isterse ayrı devlet kurabilir” dendiği için kapatılmak isteniyordu.

“Alışamadık”

Siyaset dilinin hakareti, aşağılamayı olağanlaştıran, meşruiyeti önemsiz ve değersiz gösteren, şiddeti ve terörü öven, olağanlaştıran anlayıştan arınması gerekir. Düşünce ve medya özgürlüğünü yürütmeye ayak bağı gibi gören anlayış terk edilmelidir. Başkanlık rejimi, ancak erkler arasında hakiki bir denge ve denetim sisteminin ve geniş bir eleştirel özgürlük ortamının var olduğu koşullarda kendinden bekleneni verebilir.

Böyle gider mi?

Siyasî bakımdan doğru veya yanlış olması bir yana; “1128’ler bildirisi”ni imzalayan bilim insanlarına, bildiri hiçbir suç unsuru içermediği halde, “tek yanlı” olduğu gerekçesiyle işlerinden oldular, yurt dışına çıkışları yasaklandı, haklarında ”terör örgütü propagandası” suçlamasıyla dâvâlar açıldı. İşte o dâvâlar şimdilerde sonuçlanmaya başladı. İstanbul Tabib Odası eski başkanı ve Türkiye Tabibler Birliği eski genel başkanı Prof. Dr. Gençay Gürsoy da bu dâvâların birinde yargılanıp 2 yıl 3 ay ceza almış bulunuyor.

Oslo toplantısı AK Parti’nin oyunu mu?

Daha da şaşırtıcı olan ve katılımcılarda tuhaf duygular uyandıran tepki HDP’den geldi. DPI toplantılarına her zaman çok sayıda mensubu katılan HDP’nin Oslo’ya dair açıklamaları ağır ve olumsuz eleştiriler içeriyordu. Enstitü’nün AK Parti’nin seçim hesabına göre toplantılar düzenleyebileceği iddiası, çok ağır ve tutarsız bir iddia.

Siyasetin güçlü babaları ve etkisiz oğulları

Kumaşının politikaya pek uymadığı ve bu işi isteyerek yapmadığı belliydi. Alçakgönüllülüğü ve protokolü umursamayan tavırları sevilmesi için yetiyordu. Ermeni soykırımıyla ilgili 2005 sempozyumuna tek başına giderken kendisine yumurta atan ırkçı milliyetçileri ve ultra ulusalcıları umursamaz bir tebessümle karşılaması unutulmazdı.

Seçimler ve iktidar koalisyonunun menüsü

Kandil’in dümen suyundaki Zillet İttifakı. Gezi olayları ve finansör Kavala. İki yüzlü AB, çifte standartlı AİHM. Her taşın altından çıkan FETÖ. Düşman terör örgütüyle iş tutan müttefikimiz ABD… Dört ay süreyle bu tür konuşmaları sabahtan akşama dinliyor olacağız.

Osman Kavala’dan gizli örgüt lideri çıkmaz!

İktidar, Büyükada büyük fiyaskosunun üzerinden henüz birkaç ay geçmişken kendisi için ikinci bir yargı ve adalet fiyaskosu hazırlıyor.

İpek Çalışlar ve Atatürk biyografisi

Yazar, Mustafa Kemal’le ilgili tartışmalı konularda halen muğlaklık söz konusuysa, bunu okuyucuya hissettiriyor. Kendisinin de emin olduğu bir kesinleşme durumu ortaya çıkmışsa, yerleşik algılara aykırı bir tabloyla karşılaşsa bile bu hususta gerçekliğin hakkını vermekten kaçınmıyor.

Cumhur İttifakı çöker mi?

Zaten Erdoğan ve Bahçeli de kelimelerini tartarak konuşuyor, partilileri dikkatli davranmaları için uyarıyor; anlaşmazlığın büyüyüp ittifakın temelli yıkılmasına yol açmasını istemiyor; yerel seçim sonrası hasar tespiti yapıp yaraları tedavi etmeyi planlıyorlar. Ama bir nokta var ki, hesaplarını alt üst edebilir: Özellikle Ankara ve İstanbul gibi bazı şehirlerde muhalefet lehine sonuçlar doğması.

Tekrar AB yoluna giriyor muyuz?

“Cumhuriyetimizin ilanından sonraki en büyük çağdaşlaşma projesi olan Avrupa Birliği katılım sürecinin en önemli unsurlarından birini, siyasi reformlar oluşturmaktadır. Ülkemizin daha özgürlükçü, çoğulcu bir demokrasiye ve daha etkin işleyen bir hukuk sistemine kavuşturulması, insan haklarına saygının evrensel standartlar çerçevesinde tüm vatandaşlarımız tarafından özümsenmesi temel bir hedeftir.”

Biraz vicdan…biraz adalet…hepsi bu!

İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, “700. gösterilerini yapmak istediler, izin vermedik. Çünkü artık bu istismarın ve kandırmacanın son bulmasını istedik. Galatasaray Meydanı’nın terör örgütlerinin sözde ortak meşruiyet alanı haline getirilmesine müsaade etmeyiz. Bu millet yüzyıl önce bunların ağababalarına bu ülkeyi teslim etmemişti. Bugün onların paçozlarına da teslim etmez. Bunu herkes böyle bilsin” diyor.

Kanal (3) Risk bombası!

Proje gerçekleşirse, Kanal İstanbul ile İstanbul Boğazı arasında büyük bir İstanbul adası yaratılmış olacak. Bunun Trakya tarafıyla bağlantısı 6 köprü ile kurulacak. İstanbul Boğazı’ndaki 3 köprüyü de ilave edersek, çevresiyle ilişkisini 9 köprüyle kuran, deprem fayının kıyısında bir İstanbul adası söz konusu. Şiddetli bir deprem ve 2 metreyi aşması beklenen tsunami dalgaları burada nelere yol açabilir?

Kanal (2) Türkiye, ücretli geçişe zorlayabilir mi?

Montrö Sözleşmesi’yle Türkiye, herkes için Boğaz’dan geçiş hakkını tanımakta. Savaş hali hariç, kimsenin savaş veya ticaret gemilerine Boğazları tek taraflı olarak kapatamıyor. Üstüne üstelik, BM Üçüncü Deniz Hukuku Sözleşmesi gemilerin Boğazlardan herhangi bir ücret ödemeden transit geçiş hakkını tanımış durumda.

Kanal İstanbul hakiki bir ihtiyaç mı?

Yönetenler ortaya attıkları projeleri kendileri çok beğenmişlerse yürüyüp gidiyor. Halka danışmak, fikrini sormak ve katkısını almak, zaman kaybettiren, anarşi yaratan işler gibi görülüyor. Durum böyle olunca, toplumdaki siyasal bölünme ne ise en isabetli projede bile halk kabaca ona yakın bir tavır sergiliyor.. Kanal İstanbul da iktidarın her şart altında sadık seçmenini coştururken, muhalefet esastan karşı çıkıyor, gereksiz ve tehlikeli buluyor.

N’olacak bu CHP’nin hali!

Topu topu elli gün süren bir kampanya sonunda elde edilen oy düzeyine bakıp “Bu kez de olmadı. Bari genel başkan ve ekibini değiştirelim” demek, meselenin derinliğinin farkına varmamak anlamına gelir. Kılıçdaroğlu’nun bir meydan ve sahne adamı olmadığı âşikâr. Ama yerine İnce ile sorunun çözülüvereceğini zannetmek, elli yıllık iktidarsızlıktan hiç mi hiç ders çıkarılmadığını gösteriyor.

Gitti OHAL, geldi “bu hal”!

Gerçek şu ki, olağanüstü merkezileşmiş ve güçlendirilmiş bir başkanlık rejimine geçmiş bulunuyoruz. Bu rejimin anayasal çerçevesi var da, TBMM veya başka bir devlet kurumu tarafından onaylanmış, belirgin bir yasaya bağlanmış bir yönetim şeması galiba yok. Bunun gibi belirsizlikler varken, bir de valilik ve kolluk kuvvetleri üç yıl süreyle olağanüstü yetkilerle donatılıyor.