Ayşe Kilimci

Bir hışm’ınan geldi geçti…

Farklı cephelerin özde aynı olsa bile farklı söylemlerine sarılsa da, düşünmeden edemiyor insan, kadın liderlerin ufuk, yerlilik, sahicilik ve yenilikçilik açısından tekrara, ufuksuzluğa, alafucuruk bozdumanlığa ve kimilerinin ‘hoş’ nitelemesinin bayatlığına rağmen, boşluğa neden yaslandığını? Yaslanacak sağlam ve yüzdesi yeterli kitle olmadığını bildikleri için olabilir mi ?

Sevgili Neşet Ertaş,

İnsanın derdinin büyüklüğünce güzelleştiğini sizden öğrendik, siz söyleyince öğrendik.Derd güzelleştirirmiş insanın kalbini. Bir gülüşten bin sıcaklık alınca siz, anlarmışsınız ki o kişinin derdi çok, daha bi severmişsiniz, o birini, derdiyle güzelleşeni…_x000D_ _x000D_

Ellerinizin kıymetini bilin.

15 Temmuz işgal girişiminde canından geçtiği gibi, ayağından, ellerinden vazgeçen, vatanından ve milli iradenin kararından vazgeçmeyen direnişçiler gibi, ‘vatan için bir ayak (yahut eller) ne önemi var, feda olsun’ diyebilme yiğitliği, güzelliği gibi, kiminin…

Sevgili Bereket Apartmanı,

Keşke herkes yaşadığı evleri ana hatlarıyla anlatsa, evinin hallerini mahallesinin renklerini, toplumumuzun kanaviçesini işlerdik böyle böyle. Son zamanların hoyrat yaşamalarından söz etmiyorum, hikâyenin hükmünün yürüdüğü günlerden söz ediyorum. Bir yapı yeri, yangın yeri hükümsüzlüğünde madem günlerimiz, yaşanmışı kurtarmak da kar. Evler evler, başlığı altında, tek sayfayı geçmeyen 'yangında ilk kurtarılacak şeyler' kampanyası olsa...

Kız çocukları ve şehirlere dair

 Bugün  (11 Ekim) dünya kız çocukları günüymüş.Sayılar katı ve acı gerçeği yeterince söylüyor, yinelemek gereksiz.Kızlar erken, çok erken yaşta evlendiriliyor, bütün dünyanın gerçeği bu,...

Sevgili Evliya Çelebi…

Bir sevmek çivisi kaktınız dünyanın yüzüne, ki hâlâ parlamakta…Kaç asır sonra Evliya yüzyılı dediler yüzyılımıza ve size, insanlığın yüzakı âdem …_x000D_ _x000D_

Ekim’le gelen öfkeyle giden…

Bu şirazesi kaymış dünyanın ve çağın ruh sağlığı günü olsa ne yazar, edep günü olsa ne yazar? Akıl olmadıktan ve kin hepimizi boğduktan sonra… Ekim ayı şenlikli, en esaslı günü de 10 Ekim.Dünya ruh sağlığı günü. Bu güne mim koy ey okur.

Sevgili ustam Cumalı,

Şimdi sizin bildiğinizden farklı bir edebiyat dünyası var, kazananı kaybedeni belirsiz, okkanın altına giden yığınla, ölçüler değişti, masası olan yeğleniyor, piar çalışması iyi ve ajanı uyanık olan biraz direnebiliyor, ama, sayılar ağlanası…Kamp kamp, saf saf, klüp klüp bölündü millet. Yayınevlerinin derdi, ne yazarlar, ne güzel kitaplar, varsa satış, yoksa satış, belli rakam üstü satışı yakalayamayan sakız içi manii yazsın, havası baskın…

Biz ne liderler gördük…

Gemisini kurtaran, parasız yatılı okuyan yoksul halk çocukları ağzıyla kuş tutsa da, varsıl büyük kentli okumuş aile çocukları da siyaset arenasında niyeyse hep duvara tosladı, bilemedik neden? Toslamayanı da tüfekle indirdiler zaten. Belki okumak cehaleti aldığı, öteki noksanlar, en başta da cesaret ve dik duruş eksikliği, önceyi ve şimdiyi doğru okumaya engel olduğundan…_x000D_ _x000D_

Sevgili Madam Curie,

Dünyamız da, yalan dünyada son yıllarda olan bitenle, savaşlar ve insanlığın düşürüldüğü hak edilmedik hal ile, siz sahi dünyada olanlara öğretmeyi sürdürüyor olsa gerek…Misal, Alfred Nobel dinamiti bulduğuna bin kere pişmandır, siz, ‘dünyayı bu hallere getiresiniz diye miydi bizim onca didindiğimiz, yazıklar olsun ’ diyorsunuzdur belki…

Çocukların güldüğü…

Türkiyeyi dünyaya yalanla şikayet eden kimileri, hani Türkiye ve Istanbul’a sakın ha gelmeyin, ne can ne mal güvenliği var, diyen de, hep yaptığı gibi habire güler, buna da gülmüştür, ki zaten hep sırıtır, gerekçesini kendi de bilmez. Şablon aynı ve buna, onca ciddi işi arasında çocuklar gülerdi, ciddiye alsalardı…

Sevgili Şikemperverler,

Dünya birbirini yerken sofralardan ve sizin damak tadınızdan sözetmek, bunu düşünmek bile tuhaf belki. Neylersiniz, ağrıyan yer başka, acıkan yer başka… Hem dünya tarihinin, hem siyasi tarihin, hem sanat tarihinin sofralar üstünden de anlatılmasından yanayım, bende’niz de. Yokluğun mutfağının anlatılmasından da yanayım. Ama açlığın, kıtlığın, savaşın ne adının anılmasından yanayım elbet, ne insanların bununla sınanması, terbiye edildi sanılmasından yana…

Zil çaldı!

Eli kitaba dili alfabeye değmeyen, sayıya vurulamayan, okula gidemeyen çocuklar da var, uzun süreli tedavi gören hasta çocuklar, çırak çocuklar, tarım işçisi, mülteci, kayıp, şiddet ve savaş nedeniyle oyundan, okuldan, hayattan koparılanlar, eli suça , kendi mapusa düşen çocuk suçlular…Engeli özel eğitim almasına bile engel olanlar…Dili, vatanı, mahallesi, hısımı, gelecek günlere dair hayalleri olmayanlar…

Sevgili Ezel Hanım,

Eli kazmalı, baltalı, sopalı, oradan buradan toplanıp getirilmiş kişiler eliyle 11 ölüm,15 linç, 200 tecavüz.74 kilise, 26 okul, iki manastır, bir sinagog tamamen yakılır yıkılırken, 4214 ev, 1004 işyeri yağmalanırken, kiliselerin kutsal resim, haç, ikonları, öteki kutsal eşyaları tahribedilirken... 1924 yılı İstanbul nüfusunun 1/4' ünü oluşturan Rum'ların sayısı 6-7 Eylül’den sonra 1500'lere düşerken, bütün gayrimüslimler bundan payını alırken, ülke renklerini yitirirken, içimiz kan ağlarken, sosyal kumaşımızın rengi atar, kumaşı yatıkmışçasına tel tel ayrılırken…

Çatılar uçsun mu uçmasın mı?…

Şimdi pek bir sahiplenip, normalleştirip, yadırgamayıp,didikleyip, çözüm aramak, sorunu masaya yatırıp, toplumu bilgilendirmek dururken, bu yadırgı ve ayıplı hali kabule ve handiyse özendirmeye çeyrek kala zamanlarda, bir de bunu medya aracılığıyla insanlık hali, doğaldır, kişileri bağlar, demek, zulmün, ayıbın, cehaletin, zilletin, ard niyetli olmanın ta kendisidir.

Adaletin bu mu dünya?

Kimimiz kör, kimimiz felç oldu… Böyle kolayca söyleniverdiğine bakmayın, ölümün böylesi zor, çok zor… İnanın, anlatması ölmekten de zor.

Ya benimsin, ya kara toprağın!

O seni kalbinden vurduysa, çek sen de onu sırtından, alnın çatından vur, vur ki kalbin soğusun… Psikiyatristlerin, toplumbilimcilerin asıl, bu konuyu konuşması gerek.

Sevgili Miralay,

Bu mektubu size 26 Ağustos 2017 günü yazıyorum. Zafer haftasındayız, vatanı sizden sonra, siz gibilerin yeniden kurtardığının bayramındayız… Emrinizdeki bir askerinizin hikayesini yazacaktım aslında. Komutan atlanır mı? Askerlik onuru ve başkomutana verdiği sözü tutamadığı için hayatından geçen, onurundan geçmeyen bir kahraman atlanır mı?

Ölümün yakışmadığı…

Üç yaşındaki Alperen’cik, sana bir söz demeye yüzümüz yok, ne uçak ne balon uçurmaya, ne de uçurtma… En büyük Beşiktaş ve bütün büyüklerin karşında yüzü yerde.

Sevgili Asırlık Mimar Niemeyer,

Bir de, derler ya, siz mimari dehalar der ya hani, ‘bir ülke insanlarının zekası, kaldırımlarının yerden yüksekliğiyle ters orantılıdır…’İşte bu sözün derin anlamını Ayvalık’ta anladık, hem öyle derin anladık ki, yirmi sene kaldırımları üç basamakla indik, ama, çıkamadık, olağanüstü idi kaldırımlarımız, tam ortasına da o kazulet palmiyeler dikilmiş, yürü yürüyebilirsen, ancak kanat takılırsa…Şimdi büyükşehir özene bezene kaldırımların doğrusunu yaptı, resmini çekip eşe dosta atıyoruz, denizi değil, kaldırımı paylaşıyoruz, işe bakın.

Ölsek ölsek nasıl ölsek?

İstanbul’un laz balıkçılara kalacağını, Şile dahil haritadan silineceğini söylemeye başladı. Yer’in bize fısıldayacak hâli yok elbet, zâti anlamaya çapımız yetmez, onu zât-ı âlileri anlar, geceleri fısıldaşıyor olmalı, âşıkla mâşuk. Siz başınızı yastığa koyup gamsız uykulara dalın, bakın bilim kişisi ne yapıyor; yerin altındaki homurtuyu dinliyor, sabaha kadar söyleşiyor…

Sayın sevgililer…

Biz usturuplu yaşayan, evliliğiyle de örnek olan, sırlı sıtırlı politikacılar gördük, yaşımız yetmediğinden Menderes’in gönül maceralarını bilmedik. Bu, sonradan okuyup öğrenmemize engel olmadı elbet.

Çocuğun yükü!

Günümüzün giderek zorlaşan ve insanlar için olduğu kadar çocuklar için de yaşanmaz bir hal alan dünyasındaki krizlerden en ağır bedeli ödeyerek, çocuklar ve kadınlar geçiyor. Çocuk ulusu üstelik savunmasız…

Sayın 4.Murad,

Bulunduğunuz âlemde Kevser şarabı sunuyor olmalı melaikeler size. Yakışmaz mı sultanım?Bizi hiç sormayınız, tiryakisi içkinin pahalılığından yakınıyor, uyanığı merdivenaltı imalata girişiyor, pervasızı bunları beş kuruşa alıp içip, ölüyor. Aşıklar için değişen bir şey yok, onlar su içse mest…

Kadını nasıl saklasak?

Din devleti olunacağı saplantısıyla ve kadın sorununa tek yanlı çözümcüler, eldeki düğümü dişine vuranlar, hak ve çözüm için yalnız yaygara koparanlar, kurban kadınların kimini görürken kimini tek gözle görüp, yarım ağız söyleyenler yıllardır kadın cephesinin kangrene dönmüş hukuk yaralarından, yoksunluk ve çözümsüzlüğünden yeterince haberdar olsalar belki farklı yerde durur, daha yapıcı olurlar.

Sevgili Ruya Tabircisi,

Gazi paşam ilkin fırtına gibi geliyor, ruyama, üstünde yakası samur paltosu, başında fötr’ü, elinde bastonu, pabuçları biraz uzun burunlu ve siyah rugan, bağcıksız.

Sıcakla gelen…

Bunca büyük ve yanıtsız soruyla, dışarıdaki boğucu sıcağı kalbinize taşıyıp daralın diye değil, alimin avutma ve teselli etme, karşındakine yalnız olmadığını hissettirme seçeneğini, öğüdünü hayatın uğultusu içinde bir an durup düşünün diye diyorum, acizane…

Sevgili Müeyyet Bey,

Cezaevindeki görevli, iki oğlunun görüşüne gelen annenize “Hanım, sen de durmuş, durmuş hep komünist doğurmuşsun” deyince, Sıdıka hanım “sen haltetmişsin ben üç tane aslan yavrusu doğurdum” demiş, yiğitçe…

Oynamak…

Çocukların kendi ülkelerinde, mahalle ve kalmışsa eğer oyun arsalarında, yahut okullarında oynayabilmesi, bir disiplin olarak oyunun ciddiyetle ele alınmasında, yazılmasında, çeşitlendirilip öğretilmesinde ve oynanmasında emek etmek, savaş ve dünyayı tutuşturma eyleminden zor mu?

Sevgililer…

 Geçen yıl bu zaman, ömrümüze ömür katanlar, vatanı kurtaranlar. Bunu yaparken tatlı canından geçenler, merhaba! ‘Selamünaleyküm ya ehl-i beytül’ deyin derdi ananem, kabristan ziyaretinde yahut önünden...