Yaşar Sökmensüer
Babamla yaşıt aynı mezardayım
Ne zaman bir şair usulca ayrılsa dünyadan, Kaliforniya Üniversitesi psikoloji profesörü James C. Kaufmann’ın araştırması gelir aklıma. Amerikalı, Kanadalı, Çinli, Avrupalı ve Türkiyeli bin 987...
İnsan kaç kere ölür?
“Hades’in ülkesine indiğinde kapılardan birinin solunda, beyaz servinin yanında bir çeşme göreceksin. Bu unutuş çeşmesidir, sakın suyundan içme.”Yunan mitolojisinden miras bu uyarı, British Museum’daki...
Biz nasıl insanlarız?
Daha önce iki kişiyi daha benzer şekilde öldüren, tecavüz eden katilin gazetelerde yayınlanan ifadesi tanıkların -yaşadığı/yaşamadığı- vicdan azabına bir bıçak daha saplıyor: “Apartmanlardaki komşuların bizi gördüğünü fark ettim, aslında çekip gidecektim ama hepsi pencerelerini kapattılar, uyumaya gittiler, ben de rahatça işimi gördüm...”
Aynalı zamanlar
Her gün aynada gördüğümüz, değişimine ufak ufak, fark etmeden alıştığımız “canlı” hâlimizden değil, fotoğraflarımızdan anlıyoruz yaşlandığımızı.
Dünyanın en güzel aşk şiiri
“İşte” der, gözlerine iyice yakından bakarken kadının. “İşte, uzun yıllar önce unuttuğum o amacımı, sevdiğim kadın için dünyanın en güzel aşk şiirini yazma sözümü… Seni görünce, şimdi, yeniden hatırladım.”
Bir ağacın manası olmak
“Saçları samansarısıydı kirpikleri mavi, belasıydı başımızın”… Ve sanki bir gecede öğretti hayat, “Tahir olmak da ayıp değildi Zühre olmak da, hatta sevda yüzünden ölmek de ayıp değildi.”
Keşke yalnız bunun için sevseydik seni
Ondan hep “sürgün”dür, “göçebe”dir, “öksüz”dür, “parasız”dır/“yatılı”dır, “kimliksiz”dir, “öteki”dir, şehirlerinde “yalnız”dır, Süreya. Oralarda saklıdır, “Biliyorsun, ben hangi şehirdeysem /Yalnızlığın başkenti orası” dizelerinin ağır sızısı.
“Artık o yok” demektir ölüm
Cenaze törenlerinde, tabutun önünde skolastik bir tabloda donmuş gibi duran insanları izler, bunları düşünürüm. Dönüş yolunda, yaşlı, hasta yahut o an bir omza, bir kola ihtiyaç duyan insanlar ve yanlarında onu hakiki bir sevgiyle kollayan/koltuklayanlara rastlarsam… “Öldüğüm için beni affedin” yazan, bir mezartaşı tasarlarsam meselâ…
Kül sokağı
Eski kadınlar, mutfağın taş ocağında yaktıkları ateş geceye doğru küle döndüğünde… Kalan korları, o küle gömerlerdi özenle. Üzerini külle örterlerdi. Kül korurdu, ertesi güne saklarlardı “kor”u.
Yârin adı Serin, kedinin adı Mesafe
Masaya, adama yeniden dönerken, bahçenin kıyısındaki yağ tenekelerinde kırmızı sardunyalar vardı. Hani, neresinden kırılırsa kırılsın, toprağını bulduğunda, toprağına kavuştuğunda, hiç nazlanmadan yeniden canlanan, boy atan sardunyalar...
Mızıkayla da olur, yort savul! (¹)
Kibirsiz, hesapsız ve adil bir merhametin maalesef iktidara, adalete değil, ama vicdana dair bir şeyler öğrettiğini... Vicdanın asla “ama”sının olamayacağını, “çünkü”sünün ise bazen iyice anlatılması gerektiğini... Ve Türkiye’deki en büyük imtihanını, “öteki”nin karşısında vereceğini... Ölümlerle anladım.
Aşkın belgesi olmaz ama belgeseli olur
Işık o çatlaktan dışarıya da sızabiliyor, onu dinlerken karanlıkta kalıyorsun.İşte hayat! Ne yapacaksın... Çatlak çatlak pencereden dışarıyı izliyorum. Arkalarından bakıyorum, odam dışarısı oluyor...
Aşk, birdenbire…
Aşkın nemene(m) bir şey olduğunun mütalaası bana düşmez ama, edebiyata, sinemaya, ülkemizin edepli tarihine bakarsanız, çoğu kez birdenbire olması icap eder. Can Yücel o muammaya,...
Filin yanındaki kadın
Yakın tarihi darbelerle, idamlarla, infazlarla, işkencelerle, faili meçhullerle, cezaevleriyle, türlü ölümlerle dolu bir ülkenin, bir ömrün Hayat Bilgisi farklı oluyor.