Yaşar Sökmensüer
Bu sokak o caddeye çıkmaz artık
Ankara’da Angora Evleri yapıldığında, sakinleri sokaklara insanı yakalayan isimler yakıştırmıştı. Her biri ayrı bir hikâye, neredeyse kendiliğinden bir şiir imkânı sunan sokak isimleri... Sokaklardan birisinin adı da Barış Manço’nun şarkısından mülhem “Sakız Hanım”dı. Ama Büyükşehir Belediyesi hazzetmedi o isimden. Sakız Hanım’ı değiştirdi, Zemzem Sokak yaptı.
Gelene değil gidene sevinen kuşak
Darbelerle, baskılarla, hokkabazlarla dolu o kısa ömrümüzde, biz hep “gelenlere değil gidenlere sevinmeye” alışmıştık. “Yarın yeni bir gün” umudunu, tahayyülünü sevmiştik haşarı gönlümüzde.
Herkesin rüyası kendine benzer
Hani Federico Fellini demişti ya, “Sinema rüyanın dilini kullandığından beri rüyalar hakkında konuşmak, filmler hakkında konuşmak gibi. Yıllar saniyeler içinde geçebilir”...
Utanç duygusunun hüzünlü fazileti
Utanmak, kibir denilen en büyük günahın organik panzehiridir. Yalanın, iftiranın, hatta zalimliğin önündeki son engeldir. Utanmanın empatiyle, terbiyeyle, özeleştiriyle, ahlakla, vicdanla yakından alakası vardır çünkü.
Çay kültüründen çay kavgasına
Geçen hafta çay kültürümüze değinirken, bu yazımda da az biraz dünyada çay kültürüne yer vermeye çalışacağımı belirtmiştim.Yazarken karşıma çok yönlü kültürel örneğin daniskası çıktı.“Çivisi...
Çaya ihanetimdir
Hayatın, muhabbetin hengâmesinde, masaya bırakılıp da kimse fark etmeden soğuyan çay gibi yaşlanıyorsun. Damağında gençliğin tadı, bardağında durma bir şeyleri karıştıran çay kaşıkları…
Suret-i aşk
Bir aşkı kepaze etmek için iki kişi yeterli olabilir, ama üçüncü tekil/çoğul şahıslar âleme rezil rüsva olmak için daha elverişlidir. O nedenle hem kendine, hem çevresine netamelidir.
Bir film okudum hayatım değişti
Film, Gustav Klimt’in ünlü “The Kiss” tablosuyla açılır.Sert, köşeli çizgiler, geometrik desenlerle sembolize edilen erkek, kadını sımsıkı avuçları arasına hapsederek öpmektedir.Kadın ise yumuşacık çiçek...
Babamla yaşıt aynı mezardayım
Ne zaman bir şair usulca ayrılsa dünyadan, Kaliforniya Üniversitesi psikoloji profesörü James C. Kaufmann’ın araştırması gelir aklıma. Amerikalı, Kanadalı, Çinli, Avrupalı ve Türkiyeli bin 987...
İnsan kaç kere ölür?
“Hades’in ülkesine indiğinde kapılardan birinin solunda, beyaz servinin yanında bir çeşme göreceksin. Bu unutuş çeşmesidir, sakın suyundan içme.”Yunan mitolojisinden miras bu uyarı, British Museum’daki...
Biz nasıl insanlarız?
Daha önce iki kişiyi daha benzer şekilde öldüren, tecavüz eden katilin gazetelerde yayınlanan ifadesi tanıkların -yaşadığı/yaşamadığı- vicdan azabına bir bıçak daha saplıyor: “Apartmanlardaki komşuların bizi gördüğünü fark ettim, aslında çekip gidecektim ama hepsi pencerelerini kapattılar, uyumaya gittiler, ben de rahatça işimi gördüm...”
Aynalı zamanlar
Her gün aynada gördüğümüz, değişimine ufak ufak, fark etmeden alıştığımız “canlı” hâlimizden değil, fotoğraflarımızdan anlıyoruz yaşlandığımızı.
Dünyanın en güzel aşk şiiri
“İşte” der, gözlerine iyice yakından bakarken kadının. “İşte, uzun yıllar önce unuttuğum o amacımı, sevdiğim kadın için dünyanın en güzel aşk şiirini yazma sözümü… Seni görünce, şimdi, yeniden hatırladım.”
Bir ağacın manası olmak
“Saçları samansarısıydı kirpikleri mavi, belasıydı başımızın”… Ve sanki bir gecede öğretti hayat, “Tahir olmak da ayıp değildi Zühre olmak da, hatta sevda yüzünden ölmek de ayıp değildi.”
Keşke yalnız bunun için sevseydik seni
Ondan hep “sürgün”dür, “göçebe”dir, “öksüz”dür, “parasız”dır/“yatılı”dır, “kimliksiz”dir, “öteki”dir, şehirlerinde “yalnız”dır, Süreya. Oralarda saklıdır, “Biliyorsun, ben hangi şehirdeysem /Yalnızlığın başkenti orası” dizelerinin ağır sızısı.
“Artık o yok” demektir ölüm
Cenaze törenlerinde, tabutun önünde skolastik bir tabloda donmuş gibi duran insanları izler, bunları düşünürüm. Dönüş yolunda, yaşlı, hasta yahut o an bir omza, bir kola ihtiyaç duyan insanlar ve yanlarında onu hakiki bir sevgiyle kollayan/koltuklayanlara rastlarsam… “Öldüğüm için beni affedin” yazan, bir mezartaşı tasarlarsam meselâ…
Kül sokağı
Eski kadınlar, mutfağın taş ocağında yaktıkları ateş geceye doğru küle döndüğünde… Kalan korları, o küle gömerlerdi özenle. Üzerini külle örterlerdi. Kül korurdu, ertesi güne saklarlardı “kor”u.
Yârin adı Serin, kedinin adı Mesafe
Masaya, adama yeniden dönerken, bahçenin kıyısındaki yağ tenekelerinde kırmızı sardunyalar vardı. Hani, neresinden kırılırsa kırılsın, toprağını bulduğunda, toprağına kavuştuğunda, hiç nazlanmadan yeniden canlanan, boy atan sardunyalar...
Mızıkayla da olur, yort savul! (¹)
Kibirsiz, hesapsız ve adil bir merhametin maalesef iktidara, adalete değil, ama vicdana dair bir şeyler öğrettiğini... Vicdanın asla “ama”sının olamayacağını, “çünkü”sünün ise bazen iyice anlatılması gerektiğini... Ve Türkiye’deki en büyük imtihanını, “öteki”nin karşısında vereceğini... Ölümlerle anladım.
Aşkın belgesi olmaz ama belgeseli olur
Işık o çatlaktan dışarıya da sızabiliyor, onu dinlerken karanlıkta kalıyorsun.İşte hayat! Ne yapacaksın... Çatlak çatlak pencereden dışarıyı izliyorum. Arkalarından bakıyorum, odam dışarısı oluyor...
Aşk, birdenbire…
Aşkın nemene(m) bir şey olduğunun mütalaası bana düşmez ama, edebiyata, sinemaya, ülkemizin edepli tarihine bakarsanız, çoğu kez birdenbire olması icap eder. Can Yücel o muammaya,...
Filin yanındaki kadın
Yakın tarihi darbelerle, idamlarla, infazlarla, işkencelerle, faili meçhullerle, cezaevleriyle, türlü ölümlerle dolu bir ülkenin, bir ömrün Hayat Bilgisi farklı oluyor.