Ana SayfaYazarlarBu sokak o caddeye çıkmaz artık

Bu sokak o caddeye çıkmaz artık

 

“Edibe bu sokağı al götür görmek istemiyorum.”

 

İlhan Berk’in hayat arkadaşına seslendiği bu dizesi, Ankara’da II. Gökçek Hükümdarlığı’nda isimleri bir gecede değiştirilen sokakları, caddeleri getiriyor aklıma.

 

Sadece isimler mi?

 

Dört yıl öncesine kadar, yarım asırlık sokaklarının numaraları iskambil destesi gibi karılıp yeniden dağıtılan Emek Mahallesi ve Bahçelievler’in doğma büyüme sâkiniydim.  

 

(Lafın gelişi; yoksa şimdi de sâkiniyim, ne ki böyle mevzularda sâkinlik müşkül kelime)

 

İsimleri, numaraları değiştirilen sokakların, caddelerin bir semtin, bir mahallenin kimliğini nasıl hırpaladığını; kent hafızasını, adres belleğini nasıl darmadağın ettiğini bizzat yaşadım.

 

Sokaklar, caddeler isimleriyle, hattâ numaralarıyla bir şehrin hafıza mekânlarıdır.

Yerel tarihin vitrinidir de aynı zamanda.

 

Değiştirme amacının, o “tarz müdahalesi”nin nedenlerini de önce oralarda aramalı esasen.

 

Çok zor da olmadı bu tepeden inme değişim… Devletçe, milletçe nominalizmin (adcılık) coşkulu neferleriyiz zira.

 

Adını biz koyarsak, her yerin, her şeyin, elbette dünyanın da adını koyduğumuz gibi döneceğini sanıyoruz.  

 

Sokakların, caddelerin isimlerinin, numaralarının değiştirildiği günlerde on binlerce imza toplandı. Nafile!

 

Gözünüzün önüne getirin. Diyelim ki birisi size 16. Sokak’ı soruyor.

 

Siz onu yıllardır bildiğiniz 16. Sokak’a yani Bahçelievler semtine, Başkent Hastanesi Ek Binası’nın oralara göndereceksiniz.

 

Ama olmadı.

 

Zira 16. Sokak, tam ters istikamette Emek Mahallesi’ne, 8. Cadde’nin oralara, yani başka mahalleye taşınmış!

 

Ve oradaki eski 73. Sokak’ın yeni numarası olmuş. 

 

Bir de cismi aynı olmasına karşın, ismi cüsselenen sokaklar var.

Yılların milimetresi değişmeyen 64. Sokak’ının payına Cadde olmak düştü örneğin: 25. Cadde.

 

Biz semtliler olarak çeyrek asırdır zaten şaşkınız da; esnafı, kuryeleri filân da düşünün.

 

Yahut bir yere adres vereceksiniz; yazın bakalım:

Eski 64. Sokak, yeni 25. Cadde. Emek Mahallesi /ANKARA.

 

Saldım çayıra, postacı kayıra…

 

Öncesinde basitti,  kolayca öğrenilir, öyle de tarif edilirdi numaralı sokaklar.

Bu iki mahalle kurulduğundan beri, 10-50 arası numaralanan sokakların Bahçelievler’e, 50’den sonrasının da Emek’e ait olduğunu bilerek yaşadık/yaşlandık biz.

 

Emek’te dolaşırken birisi bize “42. Sokak nerede?” diye sorsa, o sokağın yerini bilmesek bile “O sokak Bahçelievler’de. Siz şu tarafa yürüyün, ilkokula gelince yine sorun” derdik, meselâ.

 

Sokakların numaralandırılması, birbirini izlemesine dikkat edilerek yapılmıştı çünkü.  

Şimdiyse hüzünlü bir şiir imkânı var elimizde: Bu sokak o caddeye çıkmaz artık…

 

Sakız Hanım, Zemzem Sokak olamadı

 

Sokak isimleri, hattâ numaraları şehrin hafıza kodlarıdır.

 

Eğer adı Kazakistan’a gönderilen caddeye bugün hâlâ 4. Cadde diyorsak, Bişkek’e postalanan diğerinden 8. Cadde söz ediyorsak vardır elbet bir sebebi.

Hafıza mekânlarımızdır oralar. En azından bu kuşaklara unutturamazsınız…

 

Asılan yeni tabelalar, hep birlikte (sokakların asıl sahipleriyle) yaşadığımız tarihimizde “karikatür balonu” olur ancak.

 

Sosyal medyada ironinin değiştirilen sokak isimleriyle başladığını öne sürsem, tekzibi 2023’ü bulur.

 

Numerotaj olarak da artık birbirini izlemeyen yeni sokaklarla fonda “Çöz beni arap saçı”  çalarken… Oralardaki caddenin adı da Abdullah Gabdulla Tukay Caddesi yapıldı.

 

Buyurun. Banghabandu Şeyh Mucibur Rahman Bulvarı’na; Abay Kunanbay’a rakip telâffuzuyla, ezberiyle uğraşılacak bir tekerleme daha.

 

“Doğru telaffuz edenin ismini bir sokağa vereceğiz” yarışması yapsalar, herkes telefon jokeriyle tekerlemeleri sektirmeden söyleyen — ruhu şadolsun — Zeki Müren’i arar:

 

“Bu tarlaya bir şinik kekere mekere ekmişler. Bu tarlaya ekilen bir şinik kekere mekereye boz ala boz başlı porsuk dadanmış…”

 

Bu mevzuda Angora Muharebesi’ni de unutmamak lazım.

Ankara’da Angora Evleri yapıldığında, sâkinleri sokaklara insanı yakalayan isimler yakıştırmıştı.

 

Her biri ayrı bir hikâye, neredeyse kendiliğinden bir şiir imkânı sunan sokak isimleri…

Sokaklardan birisinin adı da Barış Manço’nun şarkısından mülhem “Sakız Hanım”dı.

 

Ama Büyükşehir Belediyesi haz etmedi o isimden. Sakız Hanım’ı değiştirdi, Zemzem Sokak yaptı.

 

Angora’daki diğer sokak isimleri de değiştirme operasyonundan aldı payını.

 

Günışığı Sokak Medrese Sokak’a, Gündönümü Sokak Müderris Sokak’a,  Camadan Sokak Kümbet Sokak’a, Masumlar Sokak Mevlana Sokak’a dönüştürüldü.

 

Ama o zamanın yargısı izin vermedi bu değişikliğe. Ve sokaklar isimlerini yeniden kazandı.

 

Karar: Sokağın bilinen ismi değiştirilemez

 

 

Ankara 12. İdare Mahkemesi sokaklara/caddelere isimlerin “nasıl verileceği”ni de tek tek hatırlattı.

 

Sıralanan uyarıların arasında ulusal, yerel tarihe uyması, söylenişinin güç ya da gülünç olmaması, siyasal amaçlı olmaması, halkın tepkisini çekmemesi ve kentin yetiştirdiği, kente yararlı kişilerin isminin verilmesi de vardı.

 

Kararda çok önemli bir satır arası da yer alıyordu:

 

“Eğer bir sokağın var olan ve bilinen bir ismi varsa, bu ismin korunmasına da dikkat edilmelidir.”

 

Yani diyordu ki, bir caddeye Bangabandhu Şeyh Mucibur Rahman Bulvarı ismini koymayın.

 

Zira ulusal, yerel tarihe de uymaz, söylenişi de güçtür.

Yerleşik sokak isimlerinin korunması gerektiğini de vurguluyordu aynı karar.

Diyordu ki, geçmişte olduğu gibi Bale Sokak, Bâlâ Sokak yapılamaz.

 

Gelişmiş ülkelerde sokaklar, caddeler ismini tarihinden, yerel coğrafyasındaki manasından, orada yaşayan insanlardan ya da kuruluşundaki sistemden alır.

 

Londra’da İğne İplik Caddesi (Threadneedle Street)… İsminin ardında, iki yüzyıllık tarih yatar. Sanayi Devrimi’nde terzilerin toplandığı caddedir orası ve öyle almıştır adını.

 

O caddenin değil adını yahut iki yüzyıllık pirinç tabelasını, o tabelayı duvara rapteden pirinç çivisini bile kolayına değiştiremezsiniz.

 

Londra Belediyesi “eskimişti” diye değiştirmeye kalkmıştı da, kentli o çivinin “tıpkısının aynısı”nı isteyerek tepki göstermişti. Öyle de çözülmüştü mesele.

Çoğu sokak, ismini, kızılderili isimleri gibi yaşayarak almış/kazanmıştır.

Öyle yerleşmiştir kent hafızasına.

Tabelası da eseridir o tarihin.

 

Mansur Yavaş’la yeni dönem

 

Şair Turgut Uyar’ın babası harita binbaşısıymış.

 

Ankara’nın Latin alfabesiyle ilk sokak levhalarını, geceler boyu çalışarak ilk o yazmış.

Değil o tabelaların nümunesi; Ankara’da sokak isimleri, numaraları bile yitirildi.

Oysa önemliydi o isimler; şairlere, Melih Cevdet Anday’a şiir yazdırırdı:

 

“Sevdiğiniz çiçek adları gibi / Sevdiğim sokak adları gibi / Bütün sevdiklerimin adları gibi / Adınız geliyor aklıma.”

Ahmet Telli’den de ritmi, sazı, fasılı gelirdi:

“Kumrular sokağı hüzzamdı bir zaman / Kale'ye rast vaktinde çıkılırdı.”

 

Velhasılı kelâm, diyeceğim odur ki, Mansur Yavaş başkanlığındaki Ankara’nın yeni dönemi belki de caddelerden, sokaklardan başlamalı. 

Derdim nostalji filan değil.

 

Kentsel hafızanın yanısıra günlük hayatı da zorlaştıran, sokakları yaralayan bu konuda bir şeyler yapılmalı.

“Biz yaptık oldu”ların boşa çıkarılabileceğini, değişebileceğini görmeli kentli.  

Yeni dönemde sokak/cadde isimleriyle ilgili hem kent tarihine, hafızasına saygı gösteren, hem de karman çorman sokak numaralarını eskisi gibi düzenleyen  makul  adımlar atılabileceği düşüncesindeyim.

Salâh Birsel’in deyişiyle, “Sokak her zaman haklıdır.”

 

BİR FİLM/BİR REPLİK

NORMALLİK SOKAKTA BAŞL IYOR

 

– Hangi cehenneme gittiğini sanıyorsun?
– Dışarı çıkıyorum…

 

Tales of Ordinary Madness (Sıradan Çılgınlık Öyküleri). Yön: Marco Ferreri, 1981 (Charles Bukowski’nin aynı adlı kitabından). 

 

Güzin Sarıoğlu Serbestiyet’teki “Siyasetin tedirgin edici gölgesi…” yazısında, normal şartlar altında (NŞA) pür siyasete mesafeli akraba yazarlığımızı kulaklarımı çınlatarak kelimelendirdi:

 

“Normal bir politik ortamın olduğu bir ülkede yaşamak istiyoruz. (…) “Adına Dünya dediğimiz kitabı” siyasetin tedirgin edici gölgesi olmadan okumak için. Bir de Yaşar Sökmensüer bile siyaset yazısı yazmak zorunda kalmasın diye!!!”

 

Normallik… Sarıoğlu’nun da kuvvetle hissettirdiği gibi, Bülent Ortaçgil’in “Biralar soğuk mu dedim / Dedi ki normal… Peki ya havalar? / Valla gayet normal… İşler dedim gidişler dedim / Hepsi normal…” şarkısındaki gibi, anormalliği alışkanlıkların normalleştirdiği bir ülke değil de, güzelliğin basit duraklarında “engelsiz” bir hayat mânâsındaki normaldi sözü edilen.

O normalin sokakta başladığını, önce orada hissedildiğini düşünüyorum.  

 

Sarıoğlu’nun baharı satırlarıyla çağıran yazısında uğradığı İhsan Oktay Anar’ın Puslu Kıtalar Atlası romanının önsözüne, Hulki Aktunç’un incelikle iliştirdiği cümleler geliyor aklıma:

“Mutlu yazar, azdır. Belki de yoktur. Ama mutlu okur vardır.”

Sadece kulak değil, “yazı çınlaması” diye de bir şeyler var mutlaka.

Mutlu oldum. Yazarın başka nesi var?

 

 

- Advertisment -
Önceki İçerik
Sonraki İçerik