Cemile Bayraktar

“Din elden gidiyor” ama bu kez fail laikler değil

Kilise o kadar yoğun biçimde “din benim” dedi ki, kendi yaptığı hatalar dine mal edildi, eleştirilmesi gereken Kilise iken, eleştirilen din oldu. Evet, hayattan tamamen silinip süpürülmedi ama sahibi, hamisi olduğunu, elden gitmemesinin garantörü olduğunu söyleyen Kilise eliyle zayıfladı, geriledi. Şimdi elbette anladığı halde anlamak istemeyecekler için açıklama yapayım, iktidar ve Kilise’yi aynı kefeye koymuyorum. Ancak, şunu söylüyorum; iktidar, dinin sahibi olmadığı halde dinin sahibiymiş gibi yapmaya devam ederse, dinin kaderini kendi kaderine bağlarsa, din benim, ben elden gidersem din elden gider demeye getirirse, kendi yaptığı hatalar dine mal edilir.

Biz kimden kaçıyorduk anne?

Meğer ne kadar da meraklıymışız o ana akıma kapılmaya, kurucu ideolojinin yanında konumlanmaya, onların yöntemlerini kullanmaya… Bakın, şimdi o kadınlardan biri, dizide “Senin de o huzurun bozulsun anne!” diye bağırdığında bozuluyorsunuz. O kadınlardan bir diğeri, “Bizler, kaçtığımızın ne olduğunu dahi unutmuşuz, İsmet Özel’in dediği gibi ‘savaş bitmiş ama biz cephede unutulmuşuz’. Ve dahası, biz kimden kaçtığımızı, artık kaçmamıza gerek olmadığını bile unutmuşuz. Çünkü o kadar uzun süre kaçtık ki, artık neyden kaçtığımızın önemi kalmadı, sadece kaçmaya odaklandık. Sahi, biz kimden kaçıyorduk anne?” diye yazdığında kızıyorsunuz.

CHP iktidar olursa başörtülü kadınların mağdur edileceğini düşünen Özlem Zengin’in durumuna baksın

AK Parti dışında bir partinin iktidara gelmesi ile başörtüsü yasağı olacağını iddia edenlere sormak isterim; önleri açılan bazı dini grupların, “Kadınların okuması, çalışması, sesi haramdır. Kadınlar erkekler aynı sınıfta ders göremez. Bu başörtülü kadın üniversitede bana ders anlatmaz, haramdır, dersi boykot ediyorum. 6284 var diye afetler oluyor. Kadının tek rolü anne olmak, eş olmaktır ve yeri de evidir.” yasaklamaları ile, dün başörtülü kadınların okuma ve çalışma haklarını yasaklayanlar arasında ne tür bir fark var da, birini yasakçı ötekini garantör olarak görebiliyorsunuz?

“Şahane mazlumlar” neden yüceltilir?

Zannediyorum, 14 Mayıs seçimini kendi varlığı ve iktidarı üzerine kurup aşırı kişisel bir mesele haline getirenler, vatandaşı başörtüsü yasağı, “bu mesele imani bir konudur” diyerek ahiretle korkutarak yürütmeyi düşünüyor. Adorno’nun dediği gibi “Şahane mazlumların yüceltilmesi, sonuçta onları mazlumlaştıran şahane sistemin yüceltilmesinden başka bir şey değildir.”

28 Şubat’ta neden hiçbir şey yazmadım?

28 Şubat’ı yaşayan, bu ülkedeki binlerce kadının da yaşadığına bizzat şahit olan ve bugün emeklilik planları yapacak yaşlara doğru yürürken yarı yaşındaki çocuklarla öğrenciliğe devam etmeye çalışan, istediği mesleğe dahi ulaşamayan yani 28 Şubat’ın etkileri kendileri için halen devam eden binlerce kadından biri olarak, yazı yazmaya başladığım dönemden bu yana, her 28 Şubat’ta, 28 Şubat’ı eleştirerek yazdım. Bu 28 Şubat, istisna… çünkü kendimde artık 28 Şubat’ı eleştirecek, ki eleştirilmeyi hak ediyor olsa da, haklılık göremiyorum. “Kendimde” derken aslında kast ettiğim doğrudan kendim değilim. 28 Şubat’ı yaşayanlar adına, 28 Şubat’ı eleştirecek yüz bulamıyorum, dahası içimden de gelmiyor.

Din, Diyanet’in memuru mu?

Evet, İslam’da koruyucu ailelik, evlat edinme, namahremlik, nikâh gibi konular Kuran ve sünnete bağlı olarak belirlenmiş. Diyanet fetvalar uydurmuş gibi yapmanın bir alemi yok ancak Diyanet’in de dinin kurallar bütünü olmadığını, İslami ilimlerin sadece fıkıh ilminden ibaret olmadığını öğrenmeye ihtiyacı var. Diyanet’in eski başkanlarından Ali Bardakoğlu’nun da işaret ettiği gibi aslında fıkıh ve ahlak arasında ayrılmaz bir ilişki vardır ancak fıkhın ahlaktan azade bir şekilde kurallar bütünü olarak ele alınması sonrası ahlak yönü geri plana itilmiştir.

Biz neden değersiziz?

Bu yazıyı, devleti yıpratmak için yazmıyorum. İktidarı, “bu acı durumdan fırsat bulup” eleştirmek için yazmıyorum. Siyaset yapmak gibi bir niyetim yok. Hain değilim. Şu durumda en son aklıma gelecek şey bunlar olurdu. Depremin fiziken ve ruhen dokunduğu her Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı gibi soruyorum; biz neden değersiziz? Evim barkım yıkıldığında, taşların altında kaldığımda aradığım devlettir, vatandaşı olduğum devlet. Ve beni, seni oradan ilk çıkarması gereken de devlettir. Bizler zaten ülkesinin korkuttuğu insanlarız, korunmaya en ihtiyaç duyduğumuz dakikalarda, her anlamdaki yoksunluk nedeniyle tir tir titrerken bizi neden daha fazla korkutuyorsunuz?

“Keşke Allah kadınları yaratmasaydı?”

Bakın ne diyor BBC’ye konuşan Afgan bir kadın; “Keşke Allah kadınları yaratmasaydı.” Bu nida Müslüman bir kadın olarak benim için o kadar ağır ki, hem İslam, hem kadın kimliğim yara alıyor. Afganistan’daki kadınlar, kardeşlerimiz, kaderdaşlarımız ters 28 Şubat yaşarken Müslüman kadınlar olarak, Türkiyeli Müslümanlar neden bu kadar sessiziz bunu anlamakta güçlük çekiyorum. Kabil Havalimanı’nı kimin yöneteceğini kadınlara uygulanan baskıdan daha çok konuştuk. Konuşursak İslam baskıcı olarak görülür diye mi korkuyoruz? Taliban’a dokunmak İslam’a dokunmak değildir ki.

Sen de en az benim kadar mağdursun

Nebiye Arı, iki kesimin de lincinden geçmiş. Bu arada konuyla ilgili meşhur soruyu soracak olanlar varsa; yine mi mağdur oldunuz, evet yine mağdur olduk. On yıllardır otoriter ve baskıcı rejimler tarafından konsolide edilen kitleler olarak, küçük otoriteciklere dönüştük ve başkasının hayatı hakkında tasarrufta bulunmak bir utançken bunu kendimizde hak olarak görüyoruz. Bundan büyük mağduriyet mi var? O nedenle “yine mi mağdursun” sorusunun cevabını şu şekilde revize ediyorum; evet, mağdurum ama sen de en az benim kadar mağdursun.

AK Parti’nin yeni eski Türkiye’si

AK Parti 3 Kasım 2002’de iktidara geldi. Yani üzerinden tam 20 yıl geçti. 20 yıl sonraki bu Türkiye’de yazdığınız tweetler, muhtemelen yazdığınızı bile hatırlamadığınız birkaç cümle, birkaç yıl sonra amel defteri gibi yargı önünde karşınıza geliyor. Milliyetçi-devletçi söylem kutsanıyor ve sürekli güvenlik politikaları üzerinden toplum şekillendiriliyor. Başörtülü polisimiz var ama bir başka başörtülü kadını sert biçimde gözaltına alabiliyor. Her hafta en az bir gazeteci Adliye’den “ifade vermeye geldim” selfie’si paylaşıyor. İktidara eklemlenmemiş medyanın reklam pastasından aldığı dilim sıfır. Daha fazla uzatmama gerek yok sanırım. İşte AK Parti’nin yeni eski Türkiye’si bu, yani eskisi gibi bir yer. Aksini iddia edebilir miyiz?

Hani başörtüsü siyasi simge değildi!

Dindar kesim, başörtüsü yasaklarına karşı çıkarken yıllarca başörtüsünün siyasi simge olmadığı vurgusunda bulundu. Karşılarındaki yasağı savunan kesim ise siyasi simge olduğu konusunda ısrarcıydı. Bugün yasağı savunan kesim, meseleyi siyasetin nesnesi, aracı olmaktan çıkartıp, bireysel hak ve özgürlükler başlığı altında yasal olarak çözmek istiyor, helalleşmekten bahsederek ellerini uzatıyor. Ve karşılarında yıllarca yasağa karşı olmuş olan kesim, başörtüsünü siyasetin bir aracı haline getirerek yasal güvence verilmesi konusunda itirazlarını sunuyor ya da ek konularla başörtüsü konusunu birlikte ele almak istiyor. Hani başörtüsü siyasi simge değildi?