Ana SayfaGÜNÜN YAZILARI28 Şubat’ta neden hiçbir şey yazmadım?

28 Şubat’ta neden hiçbir şey yazmadım?

28 Şubat’ı yaşayan, bu ülkedeki binlerce kadının da yaşadığına bizzat şahit olan ve bugün emeklilik planları yapacak yaşlara doğru yürürken yarı yaşındaki çocuklarla öğrenciliğe devam etmeye çalışan, istediği mesleğe dahi ulaşamayan yani 28 Şubat’ın etkileri kendileri için halen devam eden binlerce kadından biri olarak, yazı yazmaya başladığım dönemden bu yana, her 28 Şubat’ta, 28 Şubat’ı eleştirerek yazdım. Bu 28 Şubat, istisna… çünkü kendimde artık 28 Şubat’ı eleştirecek, ki eleştirilmeyi hak ediyor olsa da, haklılık göremiyorum. “Kendimde” derken aslında kast ettiğim doğrudan kendim değilim. 28 Şubat’ı yaşayanlar adına, 28 Şubat’ı eleştirecek yüz bulamıyorum, dahası içimden de gelmiyor.

28 Şubat, çok yönlü bir süreçti. Genellikle meseleyi hep dindar kesim üzerinden konuştuk ancak mesele kesinlikle dindar kesim üzerinden yaşanmış olsa da hayatları ortadan bölünen çoğunlukla kadınlardı. Aslında, Türkiye’deki laik çevreler de 28 Şubat’ta demokrasinin rafa kalkması, ekonomik olarak ülkenin kaynaklarının belli zümrelerin ellerinde heder edilmesi, katsayı haksızlığı ile gençlerin geleceğinin karartılmasıyla bu süreçten olumsuz etkilendi ama “laikliğin ülkede daim olması için” demokrasi, refah ve gelecekten vazgeçmek bu kesim için ödenilmesi gereken basit bir bedel olduğu için bu süreci, kendilerine rağmen alkışladılar. Nihayetinde, Türkiye’de hep var olan ancak 1980’lerden sonra dindar kesimin daha görünür hale gelmesiyle daha baskın bir hal alan otoriter laikçilik, 28 Şubat sürecinde zirve noktasına ulaştı. Ben, bu çok yönlü 28 Şubat sürecinin bu yazıda bir yönünü, ezilen taraflarını ele almak istiyorum.

 Türkiye’de bazı askerler ve sivil olmalarına rağmen militarist anlayışı olmazsa olmaz kabul eden kesimler, sık sık “demokrasiye balans ayarı verilmesini” normal ve hatta gerekli olarak gördüğü için, 1990’lar için söyleyecek olursak, azınlık sayılabilecek dindar kesim, yine azınlık sayılabilecek sol ve liberal kesimler dışında bu oldukça garip duruma kimse tepki vermedi, ülkenin “çoğunluğu” tarafından garip karşılanmadı. Konuyu dağıtmadan Türkiye’deki dindar kesimin neden azınlık olduğunu belirteyim. Çünkü Türkiye’de dindarlar iki kesimden oluşuyor; popüler dindarlık, halk dindarlığı dediğimiz, genellikle eğitimli olmayan, kentli olmayan, olsa dahi büyük şehirlerin gettolarında yaşayan, dar gelirli kesimler de dindar kesimin bir zümresidir ancak bu kesimler için yönetimin verdiği kararlar sorgulanamaz. Bunu asla tahkir etmek amaçlı söylemiyorum, bunlar sosyolojik tespitlerdir çünkü onlar için yönetimlerin ve hatta yöneticilerin bekası kendilerinden önce gelir, dolayısıyla protest tepkiler göstermezler, sandık dışında herhangi bir tepkileri de olmaz. Çünkü onlar bu ülkenin asli unsurlarından oldukları halde onlara “akıllarının bu işlere basmayacağı” öğretilmiştir.

Dindar kesimin ikinci zümresini ise eğitimli, kentli, görece alım gücü yüksek kesimlerden oluşan, dindarlıklarını siyasi tepkilerine referans gösterdikleri için İslamcı olarak tanımlanan kesim oluşturur ki, bu kesim diğer dindar kesime oranla azınlık sayılabilir.

Konuya, 28 Şubat’a dönecek olursak, 28 Şubat’tan sonra yani o baskı sisteminden sonra bir ülke tarihi için çok kısa sayılabilecek bir zaman dilimi sonrasında, 2002’de, 28 Şubat’ta tasfiye edilenler, her şeye rağmen demokratik bir yöntemle iktidara geldiler. Aslında hikayeyi herkes biliyor, iktidara geldikten sonra uzun süre bir oh diyemediler; ülkenin resmi ideolojisinin baskıları, kapatma davaları, Cumhuriyet Mitingleri, Cumhuriyet balolarında başı örtülü eş krizleri derken 28 Şubat’tan kalan şeylerle mücadele etmek zorunda kaldılar. Buna rağmen, ilk on yıllık yönetimlerinde, Türkiye’de ekonomiden demokrasiye kadar birçok konuda çok cesur adımlar attılar ve olumlu yansımalarına da şahit olduk. Bu başarılı politikalar sonucunda, popüler, halk dindarı kesimleri bırakın, sol ve liberal çevrelerden de tevessül gördüler.

28 Şubat, AK Parti’yi iktidara taşıyan tek neden değildi elbette ama etkili nedenlerden biriydi. Ve iktidar da, 28 Şubat ve temsil ettiği anlayışa yönelik tepkilerini her daim -çok haklı olarak- dile getirdi. Halen de dile getirmekte. Diğer yandan yakın zamanda Türkiye’de beklenmedik şeyler de oldu. Örneğin, 28 Şubat’ı gerekli gören, destekleyen, 28 Şubat haksızlıkları konusunda bırakın özür dilemeyi, “yine mi mağdur oldun” diye çamurlaşabilen kesimlerin sesi de olabilen Cumhuriyet Halk Partisi, Sn. Kemal Kılıçdaroğlu nezdinde “eski Türkiye” ile helalleşme çağrısı yaptı. Kılıçdaroğlu, 28 Şubat’ta görevinden atılmış öğretmenleri ziyaret etti. Ve hatta defacto olarak serbest bırakılan başörtüsünü, kadınların hür bir biçimde giyinme haklarını yasal güvence altına almayı önerdi. Ancak başka sürprizler de vardı.

28 Şubat’ta, medyası kontrol altında tutulan, şirketleri batırılan, DGM’lerde yargılanan, ifade özgürlüğü kısıtlanan, eğitim ve çalışma hakları gasp edilen, iradelerine kayyum atanan, irtica ile mücadele adı altında iç düşman olarak lanse edilen, ekonomik sorunlar altında ezilen, kitapları yasaklanan, ayrımcılığa uğrayan kesimlerin çoğunluğu, neredeyse 28 Şubat’taki tüm olumsuzlukları bir yolunu bulup savunanlar gibi bugün mevcut olan bazı problemleri savunmaya başladı. Bununla da yetinmeyip, 28 Şubat’ın, “eski Türkiye’nin” ne kadar kötü olduğunu anlatmaya devam ettiler. Bugünü, bugünün problemlerini en derin şekilde yaşarken, bugünün problemlerinin başarı olduğunu iddia edip, dünün -yani içinde olmadığımız dönemin- ne kadar olumsuzluklarla dolu olduğunu ifade edebildiler. 2023’ün 28 Şubat’ında da bu gelenek bozulmadı.

28 Şubat’ı yaşayan, bu ülkedeki binlerce kadının da yaşadığına bizzat şahit olan ve bugün emeklilik planları yapacak yaşlara doğru yürürken yarı yaşındaki çocuklarla öğrenciliğe devam etmeye çalışan, istediği mesleğe dahi ulaşamayan yani 28 Şubat’ın etkileri kendileri için halen devam eden binlerce kadından biri olarak,, yazı yazmaya başladığım dönemden bu yana, her 28 Şubat’ta, 28 Şubat’ı eleştirerek yazdım. Bu 28 Şubat, istisna… çünkü kendimde artık 28 Şubat’ı eleştirecek, ki eleştirilmeyi hak ediyor olsa da, haklılık göremiyorum. “Kendimde” derken aslında kast ettiğim doğrudan kendim değilim. 28 Şubat’ı yaşayanlar adına, 28 Şubat’ı eleştirecek yüz bulamıyorum, dahası içimden de gelmiyor.

Düşünün mesela, farazi konuşalım, diyelim ki “Yönetim istifa, çadır yok, televizyon kanalımız neden sansüre uğruyor, maaşım yetmiyor, devlet iktidar demek değildir, ülkenin şu kaynakları nerelere harcandı, otoriter bir rejime dönüldü, yeni Türkiye’nin eski Türkiye’den farkı var mı” ve benzeri sorularınız varsa ve bu soruları sormaktan imtina ediyorsanız, soranlarla ilgili soruşturma başlatılıyorsa ya da tüm yukarıda alıntı olarak verdiklerimi, dün 28 Şubat’ta yaşamış olanlar, ya uygulamaya kalksa ya da savunsa, siz çıkıp “28 Şubat çok kötüydü”, diyebilir misiniz, o kötülük kanatlarınızı kırmış olsa bile?

- Advertisment -