Cengiz Kapmaz
Ne belirleyici olacak?
Referanduma giderken genel sosyal-siyasal bağlamı ekonomik kriz, dış güçlerin ülkeyi karıştırması ve güvenlik korkuları; dolayısıyla siyasette istikrar (yani güçlü temsil) olmazsa ülkenin kaosa sürükleneceği endişesi belirliyor. Bu da Evet’in ve Evet’çilerin lehine. Bağlamın seçmeni Hayır yönünde etkilemesi, ancak geleceğe dair daha iyi ve umutlu bir alternatifin ortaya konmasıyla mümkün olabilir. Yani korkutan, ürküten değil halkta “daha iyi olabilir” duygusu uyandıracak bir seçeneğin oluşturulması gerekir. Böyle bir durum var mı? Sanmıyorum.
Kaos ve önleyici hazırlık
AK Parti, kaostan kurtulmak için hayata geçireceği önleyici hazırlıkları kendi siyasi gündemine dönüştürmemeli. Milli meseleleri, rakiplerini karşıt duruma düşürüp siyasi güç devşiren bir mantıkla değil, ortaklaştıran ve paylaştıran bir tarzda ele almalı. Özellikle, önce polemik iklimi yaratıp ardından önerdiği tercihleri bu polemik iklimine bağlı olarak şekillendirme “metodu”ndan vazgeçmeli. Kamusal sahayı İslami kimliğin evi haline getirmemeli. “Geçiş dönemi sistemi” özgürlük ve demokratik değerlerle birleştiğinde, bu acı ve ıstırap sona erecek.
Beyaz maskeli siyah adam
Seçildikten hemen sonra geldiği Ankara’da, tüm dünyaya “ABD İslamla bir savaş halinde değildir, asla da olmayacak” dedi. Ancak en büyük savaşları Irak, Afganistan, Suriye, Mısır ve Libya’da verdi. Son günleri ise kabus gibi geçti. Giderayak Türkiye’nin sinir uçlarıyla oynadıkça oynadı. Ankara’nın “ama o cephane Türkiye metropollerinde patlıyor” itirazlarını görmezden geldi. PYD’yi cephaneye boğdu.
Kaygılılar, idealistler ve ortak nokta
Daha fazla demokrasi, daha fazla özgürlük tabii ki ısrarımız olmalı. Lâkin Türkiye’nin yaşadığı sıkıntılardan çıkışın tek reçetesi olarak ileri sürülmesi, evet, kağıt üzerinde daha fazla özgürlük getirir, ancak istikrar getirmez. Çünkü demokrasiden uzaklaşıldığı için demokrasi zemini kaybedilmiş değil. Demokrasi için olmazsa olmaz olan güvenlik zemini tahrip edildiği için, demokratikleşme yerine koruyucu güvenlik politikalarına öncelik verilmiş bulunuyor.
Reina ve güvenlik boşluğu
Saldırı öncesi evre, bizlere yabancı nüfus açısından şüphe uyandıran yerleşim yerleri içinde yeterli derinlik ve yoğunlukta bir istihbarat ağı yaratamadığımızı haykırıyor. Saldırı sırasında, Reina’nın önündeki kontrol noktasında görevli dört polisten üçünün çay içmeye gittiği haberleri tekzip edilmedi. Saldırı sonrasında, ne hızlı bir müdahale geldi, ne de olay yeri etrafında çok sıkı bir güvenlik çemberi. Katil durduran sivil polisler dahi en küçük bir şüphecilik ve gözlemcilik sergilemedi.
IŞİD ve ideolojik ihmal
Özneyi belirsizleştiren “üst aklın taşeronları” söyleminin tedavüle çıkarılması, IŞİD değil DAEŞ kavramlaştırmasına gidilmesi, herhalde AKP’nin kendi tabanının hhassasiyetlerine yönelik endişelerinden kaynaklanmakta. Oysa bu endişe gereksiz. AK Parti’nin ve Türkiye’nin, IŞİD’e karşı ciddi bir ideolojik mücadele başlatmaktan kazanacağı çok şey var.
IŞİD ve arkasındaki zekâ
Karşımızda stratejik düşünen, Türkiye’yi iyi analiz edebilen, Türkiye’de istediği sonuçları yaratabilen bir örgüt ve zekâ var. IŞİD son Reina saldırısı ile bir taraftan dindar-laik kutuplaşmasını derinleştirmek istedi. Diğer taraftan eylemlerle ülkeyi yorup bunaltarak “KCK-YPG çizgisi ile uzlaşma dışında bir seçeneğin yok” çaresizliği için propaganda zemini oluşturmayı amaçladı. Önümüzdeki dönemde IŞİD’in Türkiye’nin etnik ve inançsal fay hatlarını hedefleyen eylemlere yönelmesi büyük ihtimaldir.
İran Kürtlerinin sessizliği bitiyor mu?
İKDP İran rejimine karşı yeniden silahlı mücadeleye döner, PJAK’ın ara ara tutuşan gerilla savaşının ise İKDP’yle aynı safta yer alması ihtimali belirirken, gelişmelerde ABD’nin ve Türkiye’nin tutumu belirleyici olacak.
Bağımsız Kürdistan ve sonrası
Rojava’dan sonra sıra, bağımsız Kürdistan olasılığında. Ardından da İran Kürtlerini irdeleyeceğim. Amacım, Kürt sorunundaki kısır ve yüzeysel bakış açılarına yeni ufuklar kazandırmak; düşünülmeyenin düşünülmesine katkı sunmak. Tüm dünya bağımsız Kürdistan ile yatıp kalkıyor, bu konuda enine boyuna analizler yapılıyor, yazılar yazılıyor. Bizde ise tam bir sessizlik. Yumurta kapıya dayandığında düşünürüz ertelemeciliği, bekle gör tutumu.
Rojava’nın dönüştürülmesi planı
ABD Suriye’de kaybetti. Kaybetmesinin temel nedeni Rojava’yı Türkiye’ye rağmen desteklemesi, buna karşı Türkiye’nin Rusya eksenli bir siyasete kayması oldu. Bu da ABD’nin Suriye’deki etkinliğini zayıflattı. Geriye tek formül kaldı: Türkiye ile ABD’nin yeni bir işbirliğine gitmesi. Çünkü böyle bir işbirliği inşa edilmezse ABD Ortadoğu’yu tamamen kaybedecek. Kulislerde Rojava’nın dönüştürülmesi projesine Trump’ın da sıcak bakacağı konuşuluyor.
Algı suikastı
Katil bazı mesajları profesyonelce kodladı. Gerek jest ve mimikleri gerekse diğer davranışlarıyla koyu bir cihatçı portresini özellikle vurguladı. Beden dili kendisinden bu yönde davranmasının istendiği yönünde bir izlenim bıraktı. Özellikle El Nusra yeminini ezberden okuması, “Halep’in hesabı sorulacak” vurgusu yapması, ihaleyi hükümete bırakma çabası olarak görülebilir. Suikast MİT tırları operasyonunun farklı bir versiyonu izlenimini uyandırmakta.
Küçük kız ve PKK
PKK silâhlı mücadele başlatırken Vietnam’dan etkilenmişti. Vietnam gerilla savaşı, en büyük ilham kaynağıydı. Ancak Vietnam Savaşının sona ermesinin üzerinden 41 yıl, PKK’nin silâhlı mücadele başlatmasının üzerinden 32 yıl geçtikten sonra, tarihî bir yüzleşme gerçekleşti. Napalm yemiş fotoğrafıyla tüm dünyaya bir vahşeti haykıran Kim Phuc, 15 Aralık’ta PKK’nin karşısına dikildi; emperyalizme karşı direnme ruhunu, o ruhu Kürdistan dağlarında dolaştırdıklarını iddia eden “asi devrimci”lerden geri aldı
Düşünce üreten refleks yok
Türkiye’nin zırhlı araç açığı çok büyük. Yerleşke seçimleri hâlâ değişik patlayıcıların patlama yarıçapı ve emniyet mesafesi gözetilmeden yapılmakta. PKK her türlü patlayıcıya çok rahat ulaşabiliyor. Bu da Türkiye’nin sınırlarını koruyamadığını gösteriyor.
Savaş değil ihmal kayıpları; kaçınılmaz değil önlenebilir zayiat
PKK otuz yıllık mücadele tarihinde yarı-konvansiyonel bir gerilla gücüne dönüşemedi. Dahası, küçülerek tim düzenine dönmek zorunda kaldı. Artık arazide devletle başa çıkamıyor. Buna karşılık güvenlik kuvvetlerinin kayıplarının yüzde 90’ı, EYP’lerden ve bombalı araçlardan geliyor. Bu kayıplar neden bir türlü önlenemiyor?
ABD ile olabilecek en kötü Stinger senaryosu
ABD’nin YPG’ye Stinger füzeleri vermesi çok radikal bir adım. “Tavşana kaç tazıya tut” politikasının uzantısı. Tam bir kıyamet senaryosuna gebe. Türkiye’nin ulusal güvenlik çıkarlarını can evinden vurmakla kalmayacak; devlet aklında giderilmesi ve telafisi imkansız öfkeye yol açacak. Türkiye ile ABD arasında da yeni bir dönem başlatacak.
Dolar ve büyük resim
Otuz yıllık Kürt savaşının Türkiye’ye maliyeti 1.2 trilyon dolar. Üçüncü Boğaz Köprüsü’nün ise Türkiye’ye maliyeti 3 milyar dolar. Yani biz kaynaklarımızı savaşa harcamasaydık tam 400 adet üçüncü köprü inşa edebilecektik. Tam teşekküllü, modern tıbbi cihazlarla donatılmış bir hastanenin maliyeti 5.6 milyon dolar. Eğer biz bu parayı hastanelere yatırmış olsaydık tam 214,285 adet hastane inşa edebilecektik. Bir kişiye iş ve aş bulmak için gerekli yatırım maliyeti kişi başına 400,000 TL. Eğer biz bu 1.2 trilyonu savaşa değil iş ve aş hacmini arttırmaya harcasaydık tam 10,526,315 kişiye istihdam sağlamış olurduk. Bunlar inanılmaz rakamlar.
HDP’yi bu noktaya Öcalan mı getirdi?
Öcalan’ın kararlı bir tutum takınmamasında, örgütten yana kaygıları kadar devletin aldığı pozisyonun da etkili olup olmadığını düşünmemiz gerekir. Öcalan çizgisinin şiddet ile arasına mesafe koymamasında hükümet ve devletin de yeterince “teşvik edici” olmaması etkili olmuş olabilir mi? Emre Taner'in Meclis’teki sözleri, bu konuda da sorgulayıcılıktan uzak olmamamız gerektiğini hatırlatıyor. Ancak ben PKK’nin şiddet ile arasına mesafe koymamasında KCK-HDP çizgisi ile Rojava idealinin daha belirleyici olduğunu düşünenler arasındayım.
Yeni güvenlik eliti
Başarısız 15 Temmuz askerî darbesinde güvenlik bürokrasisinin yerle yeksan olması, “dişe diş, kana kan mücadele” anlayışını savunan kadrolara aradıkları fırsatı verdi. Tasfiye edilen FETÖ’cü güvenlik eliti yerine, ağırlıklı olarak Ülkücü, belirli oranda da Ulusalcı zihniyet taşıyan kadrolar geldi. Yeni güvenlik eliti, çok geçmeden alternatif bir tez yarattı. Bu tez tasfiye konseptiydi. KCK-HDP diye bir bütün olarak kavramlaştırılan organizmayı toptan çökertme harekâtıydı. Tez çok kısa bir süre sonra güvenlik bürokrasisi içinde egemen tez haline geldi, hararetli taraftar buldu.
Öcalan’ın projeleri çöktü mü?
Son zamanlarda Kürt entelektüelleri arasında ciddi bir arayış ve tartışma başladı. Bu tartışmanın taraflarını üç kategoride toplayabiliriz. Birinci grubu “alternatifçiler,” ikinci grubu “bağımsızlıkçılar” (serxwebuncular), üçüncü grubu ise “Öcalancılar” oluşturuyor.
HDP Meclis’te yeni bir sayfa açmalı
Eğer HDP, yaşadığı temsil krizinden dersler çıkarmadan Meclise dönerse, etkili bir siyasi aktör olamaz. Mecliste varlığı bir işe de yaramaz. Bu haliyle halkın beklentilerine yanıt da olamaz. Meclise dönmeyi çözüm sürecine geri dönüş yapmanın imkânlarını yaratacak zemin olarak değerlendirmesi gerekir. Buna karşılık kuru bir retorik, sol popülist bir söylemle siyaset yapmaya devam ederse hem kendisini hem tabanını yanıltır. Bu da yaşadığı temsil krizinin daha da derinleşmesine yol açar.
Gri alan perspektifi
Türkiye 15 Temmuz darbesi sonrası “istisnaî hal” yönetimine geçmeseydi, Cemaatin Türkiye içindeki Gladyo tarzı yapılanmasını bu kadar derinleştirerek deşifre edebilir miydi? Vicdanlı ve gerçekçi olalım. Ama diğer taraftan, Türkiye doğru şeyleri yanlış yöntemlerle hayata geçirirse de bu kuşatmadan çıkamaz. Örneğin ABD’nin Türkiye içindeki muazzam propaganda gücünü etkisiz kılarken, bununla eş zamanlı olarak idam cezası geri getirilmelidir derse, o zaman hem kendisini dışarıda iyi bir şekilde anlatamaz. Hem de yürürlükteki tasarruflara ilişkin soru işaretlerinin çoğalmasına zemin sunar.
Kapitalist modernite krizi
İlk dört tez kadar yaygın olmasa da, kıyıda köşede seslendirilen, ama her geçen gün iddiaları güçlenen bir tez daha var. Immanuel Wallerstein, Murray Bookchin, Paul Burkett ve Rudolf Bahro gibi düşünürlerin seslendirdiği bu tez, bizatihî kapitalizmin krizde olduğunu, çünkü 500 yıllık kapitalist modernitenin kendi miadını ve dönemini tamamladığını iddia ediyor.
Hubble limiti
Ezilenlerin psikolojisinde, kurtarıcıya sempatiden önce hasmına öfke vardır. Bu öfkenin nelere kadir olduğunu Amerikan seçimlerinde gördük. Ezilenler kurtarıcılarına sempati göstermek yerine, kendilerine “düşman”larını gösteren öfkenin peşine düştüler.
Meşruiyet değil temsil krizi
(1) AK Parti’nin başlattığı değişim; (2) 6-7 Ekim 2014 olayları; (3) Çözüm Süreci; nihayet (4) “hendek siyaseti,” HDP’nin üst kademesi ile tabanı, kitlesi arasında adım adım bir kuşku, yabancılaşma, hayal kırıklığı ve yüz çevirme krizi yarattı. HDP artık Kürt halkının zihnini okuyamıyor. Peki, Ankara’daki karar vericiler okuyabiliyor mu?
Şiddet ve temsiliyet (ya da: Sinn Fein’leşseydi, bunları yaşamayacaktı)
HDP eşbaşkanları Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ’ın da aralarında bulunduğu dokuz milletvekilinin tutuklanması ile şimdi yeni bir sayfa açıldı. Bu da bizi madalyonun diğer yüzüne götürüyor. Kürtler yüzde 70-30 şeklinde ikiye ayrılmış görünüyor. Yüzde 70’i entegrasyonu savunuyor. Düzen ile bir problemi olmadığına inanıyor. Diğer yüzde 30’u KCK-HDP çizgisini destekliyor. Türkiye aşırı politize olmuş, temsiliyeti de örselenmiş bu kesitle nasıl yaşayacak?
Üçüncü Dünya Savaşı’nı Türkiye mi çıkaracak?
Türkiye açısından bugünlerde Suriye’de işlerin yolunda gittiğini söylemek zor. Muhalif örgütlere verilen destek, Rusya, Suriye ve İran ile ilişkileri rayından çıkardığı gibi Amerika ile de ilişkileri gerginleştiriyor. Washington Fırat Kalkanı’ndan desteğini çekti. Suriye rejimi, YPG ile ortak operasyonlara hazırlanıyor.
Sahalar ve görevler karıştı
Çözüm Süreci sırasında Kürt hareketinin legal ve illegal yapıları birbirine karıştı. Sonra da ayrıştırılamadı. Bu arka planı gözardı edersek, Kürt sorununda meydana gelen pek çok olguyu anlaşılır kılamayız. Nitekim Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi Başkanı Gültan Kışanak ile “belediye eşbaşkanı” Fırat Anlı’nın gözaltına alınmasını tetikleyen ve kolaylaştıran da bu geçmiş pratik oldu.
MHP’lileştirilmiş değişimle de olsa, eski sisteme elveda!
MHP’nin önerisi hayata geçerse, siyasal engel, ancak sistem değişikliği muhafazakârlaştırılarak aşılmış olacak. Sistemin esası değişmeyecek, Anayasa’nın ilk dört maddesi yerinde duracak. Bu durumda radikal sistem değişikliği isteyenler ne yapacak? Karşı mı çıkacak? Hayır. Zira reel politik şartlar, MHP’nin önerisini desteklememiz gerektiğini söylüyor. Ancak bu, ucu açık bir destek olacak.
Darbe komisyonu Öcalan’ı dinlemeli!
2001’den bu yana hangi yıllarda ciddi tahrikler nedeniyle çatışmalar tekrar tırmandıysa, devlet içinde bazı odakların siyasileri vesayete alacak girişimleri de o yıllarda yoğunlaşmış. Yani birileri, Kürt sorununda çatışmalı bir ortamı başlatmayı, askeri vesayetin aracı olarak kullanmak istemiş gibi gözüküyor. Bir de ne zaman herhangi bir devlet heyeti İmralı’ya gidip Öcalan’la bir uzlaşmaya varacak gibi olsa, o gün mutlaka bir belâ patlak vermiş. Bunu bizzat Öcalan söylüyor. Ayrıca, 6-7 Ekim ve Yasin Börü olaylarının da bir darbe ortamı yaratmayı amaçlayan olaylar olduğunu ifade ediyor.
Musul’u övdüler, Dâbık’ı unuttular!
Kusura bakma sen dediysem… Bir medya prototipi, kendi bahçesindeki patlıcana acı diyen Türk medyasının rol modeli olduğun için sana sen dedim! Ama unutma! Kendi gündemi olmayanlar başkalarının gündemi olurlar. Kendi gündemini belirleyemeyenler başkalarının gündeminin peşinden sürüklenir. Musul’u övdüler, Dâbık’ı unuttular. Neden? Bizim savaşın medyası olmadığı için!