Hidayet Ş. Tuksal

Ben yanacağıma o yansın!

28 Şubat sürecinde göstermelik soruşturmalarla memuriyetten men edilen binlerce başörtülü öğretmenin çok iyi hatırlayacağı gibi, 15 Temmuz sonrasında da görevlerinden uzaklaştırılan binlerce öğretmen olgusuyla karşı karşıyayız. Geçmişteki o başörtüsü acılarının şahidi olarak, şimdi görevlerinden atılan memurlarla ilgili okuduğum her haberde içim cızz ediyor. 15 Temmuz gecesi yaşadığımız ve kıl payı kurtulduğumuz darbe girişiminde kim, ne kadar suçlu sorusunun karşılığı, hukukun devreden çıkarıldığı bir KHK sistemiyle bulunamaz!

Hukuk ortadan mı kalktı?

Geçmişte Yüksek Öğrenim Yasası’nın 33a maddesine tâbi olan ÖYP’lilerin şimdi bir KHK ile ansızın 50d maddesine geçirilmesi çok yanlış. Kazanılmış hak kavramını hiçe sayan ve 15 bin kişiyi sıkıntıya sokan bir uygulama söz konusu.

Artık çözüm yok mu?

PKK’ya karşı olanların AK Parti veya Hüdapar tercihleri, Kürt olmaktan vazgeçiş anlamına gelmiyor. Onlar da Kürt kimliğine sahip olmaktan onur duyarak yaşamak istiyorlar. Görüyorum, şahit oluyorum, çocuklarına Kürtçeyi öğretebilmek için özel bir gayret sarf ediyorlar; Kürt kimliğine yönelik saygısızlıkları, Allah’ın âyetine yapılmış bir saygısızlık olarak görüyorlar ve Türkler hangi haklara sahipse, Kürtler olarak onlar da aynı haklara sahip olmak istiyorlar.

‘Değerli yalnızlık’ zoraki vuslatlara evrilirken

Çok değil, altı ay önce, bu konularda hükümeti eleştiren bir laf ettiğinizde, sizden kötüsü olmazdı, trolleşmiş köşelerden yaylım ateşine tutulurdunuz. Şimdilerde ellerindeki bu kartları kaybeden troller yine de boş durmuyorlar. Tahmin edebileceğiniz gibi yeni mevzular FETÖ’cülük, HDP ve PKK üzerinden şekilleniyor.

Artık kimse o kadar güçlü değil!

Geldiğimiz noktada, gördüğüm şu: Kutuplaşmadan şikayet edenler, aslında bizatihi kutuplaşmadan değil, kendi kutuplarının güç kaybetmesinden şikayetçiler, ama bunu bile dürüstçe itiraf etmekten kaçınıp, faturayı başkalarına kesmeye çalışıyorlar.

Evet, biz hatâ yaptık!

Gülen kadrolarına bürokraside büyük yer açan AK Parti’nin günahları yüzüne vurulurken, nedense pek kimse, asıl büyük günah sahiplerine dönüp bir şey söylemiyor. Onların da şöyle bir özeleştiri vermeleri gerekmez mi? (...) “Bir yandan bu milletin dinî inançlarını, örfünü, âdetlerini, alışkanlıklarını, gündelik yaşam pratiklerini aşağıladık; bir yandan da bütün kapıları tutup, onları küçük, verimsiz, elverişsiz dış alanlara hapsetmeye çalıştık. Onların kendileri olma haklarını engelledik, çünkü onları o halleriyle sevmiyor, hattâ nefret ediyorduk. Bunu da pek gizleme gereği duymadık.”

Yazmasam olmaz

Medyada o kadar çok şey konuşuluyor ve o kadar çok veri akıyor ki, bir yandan bilgi kirliliği, öte yandan belki daha önce konuşulmayan pek çok gerçek parçası bir arada ortaya çıkıyor. Mahzurlarına rağmen bu gelişmelerin kapalı bir toplumdan açık bir topluma geçişi kolaylaştırdığını düşünüyorum.

‘Onlar bizim öğretmenimiz değil!’ (Aliya İzzet Begoviç)

Aylardır hendek siyaseti yüzünden güneydoğu şehirlerimizde binlerce insan iki ateş arasında kalmış olarak bu travmayı yaşadı. Siyasetin aşırı düşmanlaşmış ortamında, onların seslerini ne kadar duyabildik? Belki bu yaşadığımız cinnet benzeri musibet, orada yaşananları da yeniden salim akıl ve empatiyle ele almamıza vesile olabilir.