Kemal Sayar

Kendini bil

İnsanın içgörü yolculuğu kendini bilmekle başlar. Neyi ne kadar az bildiğimize dair bir şüphe, dünyaya büyük sözlerle nizam verme alışkanlığından bizi geri çağıracaktır. Şişkin egodan mütevazı egoya yolculuk. Her erdemin başı kendini bilmektir, o kadar ki Hz. Peygamber, ancak kendisini bilenin Rabbini bilebileceğini söylemiştir. Alemi bilmek istiyorsan, önce kendini tanı.

Senden sonrası

Kendimizin farkında olmak, kendimizi açık seçik görebilmek, başka insanların bizi nasıl gördüğüne dair sarih bir düşünceye sahip olmaktır. Bir maymun muza uzanır, bir insan yıldızlara ve göklere. İnsan kendi içine derinleşebilen, biricik ve harikulade varoluşu üzerine düşünebilen bir varlık. İnsanın farkındalığı bir seferliğine mahsus bir işlem değil, daima kendi içimize bakacak ve kendi kendimizi sorgulayacak bir cesaret ve hüner gerektiriyor.

Meleklerin hışırtısı

Rahmet ve lütfun hayata bütünüyle nüfuz ettiği bir kozmolojik tasavvurda insan, mekanik kuvvetlerin kıskacında bir zavallı değil, aşkın alemle sürekli irtibat halinde olabilme imkanıyla, tekamül edesi bir varlıktır. Biraz çabalayan herkes, kalbini cilalayan, kendisini dünyanın kirinden pasından arındırmaya niyetlenen herkes, yolda meleklerle karşılaşabilir. Yeter ki Tanrı’nın sözlerinin içine alacak bir boşluk bıraksın içerisinde ve ışığın yaralarından sızmasına izin versin.

Yıldızın parladığı an

15 Temmuz, hamasi nutuklarla gölgelenemez. Ne yapıyorsun, ne yapıyorum? Cevap vermemiz gereken soru budur. O gece bize bir ödev yüklüyor, her birimiz bu ülkeyi bulduğumuzdan daha güzel bırakmak zorundayız. Yıldızın milletimizin ufkunda parladığı o an, birbirimizin gözlerine, sahip olduğumuz şeyin kıymetini bilerek bakabildiğimiz o andır.

Âkif

Bu dünyadan gülün kokusunu izleyen bir adam geçti. Dünyanın rengine kanmayan, çerçöpe aldanmayan sahici bir adam. Dertli bir adam, derdini sevmiş bir adam. Nasıl yaşarsak bu dünyada, öyle ölüyoruz. Etrafı gürültüye vermeden yaşayan güzel bir insan, kimseyi ürkütmeden sessizce Rahmet’e gitti. Ardında gül kokusu ve anlamlı bir hayat bırakarak. Ezberlenmiş sözlerden uzağa, verilmiş bir söze gitti.

İnşirah

Ruhun yara aldığı her seferinde bir yardım ümidi de vardır. Bu kez bir el uzanacak ve beni buradan çekip çıkaracak. O el uzanmadığında hayal kırıklığı ve güven kaybı büyür. Ama belki de o el çok önceleri bize uzanmıştır da farkında değilizdir. Belki göğsümüzü genişletecek olan yanı başımızdadır.

Dağılmış bir duman

Dağılmış bir dumanım ben. Yarıklardan içeri sızıyorum. İnsanların arasındaki bölgelerde dolaşıyorum, barikatların üzerinden geçiyorum, açık bırakılmış yaralardan giriyorum. Ne tümden iyiyim, ne tümden kötü. İnsanım, olmakta olanım. Nefret kurutur beni, sevgi diriltir. İnsanım, bu dünyaya var olmaya değil, yâr olmaya geldim.

Şahidiyim ben, kendi hayatımın

Gördüğümüz her şeyi kendi benliğimizin prizmasında kırıp döküp görüyor ve benlik yanılsamasından başımızı kaldıramıyorsak, bir rahatlık alanına kendimizi hapsetmişiz demektir. O halde ne kadar sahicisin, bir sor kendine. Görgü şahidi olduğun şu hayatın ne kadarını sen kendi iradenle yazdın, ne kadarı eline tutuşturulan repliklerden ibaret?

Geçer

Geçer dostum, geçer. Hayat bizi iyileştirir. Şafi olana sığın yeter. Her şey geçer. Güzellik kalır, iyilik kalır, merhamet kalır, dostluk ve muhabbet kalır. Bu dünyada hakikatte uğruna yaşanmaya değer olan ne ise, o kalır.

‘Yaralarım aşktandır’

Yalnızca O’ndan um ve O’nun dışındaki varlıklara yum gözlerini. ‘O zaman nur, içinden dışına sızar. Tıpkı karanlık bir gecede karanlık bir odada bulunan mumun ışığı gibi. Işık, evin pencerelerinden süzülür ve dışarıyı aydınlatır’. Kalk ve şu harabe evi onar. O’nun lütfunu istikamet belle. Nereye gideceğini biliyorsan bütün dünya sana yol verecektir inan. Sadece bir adım.

Minerva’nın baykuşu

Dünyanın başka renk ve seslerini de içine alan, yerel duyarlıkları es geçmeyen bir insan hakları düşüncesi ümit edilir ki adaletsizliklere karşı daha güçlü bir duvar örer. Ufukta görünmüyor mu? Biz hayal etmekle başlayalım, zira hayal devrimcidir. Gün ışımaya durduğunda, bilgeliğin kuşu kanatlarını çırpar.

Gölge krallığı

‘İstanbul'a gelince şaşırıp kaldım. Kimse kimsenin yüzüne, gözüne bakmıyordu. Bakacağım bir çift göz bulamadım; kimse de benim gözlerime bakmadı’ diye dertlenmişti Neşet Ertaş usta. Benliklerimizi azıcık geri çekelim ve görüş sahamızı insan kardeşlerimizin ruhunu görebilecek kadar genişletelim. Bir gölge krallığında yaşıyoruz ve ancak birbirimize değebildiğimizde, ruhlarımız birbiriyle karşılaşabildiğinde insan olduğumuzu fark edebiliyoruz.

Dikkat ekonomisi

Düşünmek inziva ister. Tefekkür, dünyaya gitmek, onunla konuşmak ama sonra yaşadıklarımızı hazmedebileceğimiz bir tecrit hücresi bulmakla gerçekleşir. İçe dönüş olmadan ne güzel bir dize çıkar, ne de ilham verici bir düşünce. İbadet de önünde sonunda bir sevgi yoğunlaşmasıdır, Tanrı’yla aradaki perdelerin kalkması, onun varlığına dikkat kesilerek sadece huzurda olma halidir. Dikkat, hayret ve şükranı besler. Bir çiçeği dikkatle inceleyen kişi onun yaratılışındaki güzelliği görmezden gelemez.

Yağmurlardan sonra büyürmüş başak

Travma bizi beklenmeyenin yumruğuyla tanıştırır. Bizi güçsüzlük ve çaresizliğimizle tanıştırır, hayatı bağımsız ve mutlak bir biçimde yaşayamıyoruz ve varlığımız kedere gömülü. Biz acıya ve kedere gömülü yaşayan varlıklarız. Varlığın ıstıraba dayanılmaz ilişiği. Her hayat dönemecinde, her sokak başında sevinç kadar gözyaşı da var.

Yurdunu sev

Yurdunu seven, hesap kitap yapmaz, zaten hiçbir sevgi hesaba gelmez. Tarihe borçluyuz, bizden önce buraları bize bir yurt kılanlara borçluyuz, işte o yüzden ahde vefa gösterenler sever yurdunu. Çokları sıkışmış başlarına burada teselli bulmuş, yurtsuzluğun ağrısını iyi bilenler onda yeniden şifaya kavuşmuş ve o uzun ve derin tarih oyuğunda sükûna ermişlerdir.

Kötülerin tutkusu, iyilerin basireti

Bizi onaracak olan kötülerin her türlü kutsalı çiğneyerek gemi azıya aldıkları bir çağda, sadece iyilerin inancı ve basiretidir. İnancımız onurumuzdur, sevincimiz ve neşemizdir. Onu kötülerin elinde rehin olmaktan kurtaracak olan da iyilerin iyiliğe duydukları sadakattir ancak.

Kalbin direnişi

Omuz omuza durduğumuzda dünya neler yapabileceğimizi gördü. O uzun gecede kötülüğün dibini gördüğümüz gibi insanın yücelişine de tanıklık ettik. İstiklal ve hürriyetin bizim için artık ekmek ve su kadar aziz ve vazgeçilmez olduğunu yaşayarak bildik.

Sevmeyi bilen, cana kıyamaz

Oysa hayat da bir başka hayata ulanmakta ustadır. İntihar terörizminin beslendiği varoluşsal boşluğu onarmamız gerek. ‘Beni yakan ateş herkesi yaksın’ diyen bir nihilist deliliği, ancak gönüllerin imarıyla önleyebiliriz. Sevmeyi bilen, cana kıyamaz.

Güzelliği ararken

‘Burada benim dışımda herkes çok mutlu, bir ben değilim’ dedi öğrenci. ‘Çünkü iyiliği ve güzelliği her yerde görmeyi öğrendiler’ dedi üstat. ‘Ben niye iyiliği ve güzelliği her yerde göremiyorum?’ diye sordu öğrenci.’ ‘Çünkü’ dedi üstat, ‘içinde göremediğin şeyi dışarıda hiç göremezsin.’

Olmak sabır ister

İnsanın kendisine sınır koymayı beceremediği bir kültürde büyümek mümkün değildir. Sorumluluk almadan, başkalarının yükünü sırtlanmadan büyümek mümkün değildir. Arzularımızın hemen tatmin bulduğu, sabır ve kanaatin unutulduğu bir iklimde büyüyemeyiz. Ruhsal olgunluk için bir tutam acı, emek ve gözyaşı gerekir. Nefsinden feragat etmeyi bilmeyen kişi, kemâlât dairesinden içeri adım atamaz.

Muselmann

Kollektif suçluluğun devam etmesi için mağdurun hala acı çekiyor olması gerektiğini dile getiriyorlar. Peki mağdur yer değiştirmiş olamaz mı? Belki de mağdur o zaman ve şimdi hep aynı kişiydi, Nazi kamplarında adına Muselmann denen kişi.

Kahkaha kimden yana?

Gülmekle hem kendimizin oyuncu bir halde olduğumuzu gösterir hem de karşımızdakini bu oyuna katılmaya çağırırız. Kahkaha bizi olumlu bir duygu haline çağırır, gülmeye sıklıkla, gülerek cevap veririz. Gülerek muhatabımızı dostluğa ve barışa, birlikte gülmeye çağırırız.

Tamirci çırağı

Ne ‘bay kontrol’ olmak, ne ‘sayın profesör’lük yaramdan sızan kanı durdurabilir. Babama bakıp da ağladığım o günden, kendime bakıp da ağladığım bu güne geldim. Ben bir tamirci çırağıyım artık. Ustamla birlikte kendimi onarmanın sevdasındayım. Kendimi onarırsam şayet, dünyayı da onarabileceğim. Şükür olsun, aşk olsun.

Konuşmanın sonu

Konuşma iyileştirir. Yüz yüze konuşma kendimize ve başkalarına daha çok saygı duymamızı, başkalarıyla daha güzel bir biçimde ilgilenmemizi mümkün kılar. Konuşmak birbirimizi işitmek ve birbirimizle ilişki kurmak için elimizdeki en büyük imkân.

Allah’ı işitmek

Üzerimize yağan bombalar, belki de Allah’ın sözlerini hâlâ duyabilen ve insanlığa hâlâ bir şeyler fısıldayabilecek son insanları da susturmak içindir. Masumlara kendi kalplerinden öte bir sığınak yoktur. Hâlâ Tanrı’yı hatırlayabilenler, neoliberal iktisadın ‘loser’larıdır.

Kalb-i selim

Din barıştır, adalet ve merhamettir. Tevhid ahlâkî ve etik birliği de ifade eder: Amaçlar ve araçlar arasında ayrım gözetilemez. Meşru amaçlara ancak meşru araçlarla erişilebilir. Modern terörist radikal, bir barış ve adalet çağrısı olan dinin anlamını boşaltıyor ve onu kendi sapkın dünyevî hedeflerine payanda kılıyor. Kalb-i selime ve dahî, akleden kalbe, bugünlerde ne de çok ihtiyacımız var!

Göğe bakalım

Göğü açın efendiler! Allah bize göğe bakmamızı emrediyor, siz onu plazalar, hanlar ve devasa alışveriş merkezleri ile kapamayın. Tabiat bize Allah’ın emanetidir, ona ihanet etmeyelim. Bir geleneği olmayan gelecek inşa edemez. Geleneği bilmeyen geleceği de tar ü mar eder. İnsanın göğe bakma ve kuşun gökte uçma hakkını Allah vermiştir, kimse gasp edemez.

Vatanı imanla sev

Siirtli hastam, İstanbul’da iş kurmuş, çetin zorluklarla baş ederek bir yere gelmiş, merhametli bir adam. Görüşmemiz bittikten sonra memleket meselesine dair üç beş kelam ettik. Arapça bir söz söyledi kalkarken, biz böyle deriz dedi, vatanı imanla sev! Vatanı imanla sev. Çünkü burası, senden öncekiler onu imanla sevdiği için, hâlâ vatandır.

Unutmayı hatırla

Her insanın ‘unutulma hakkı’ vardır. Arama motorlarında bıraktığımız sanal ayak izlerinin silinmesini talep etmeye hakkımız vardır. Bir müşteri değil insanız biz.

Hayır!

Dünyayı, zulme ve kıyıcılığa kocaman bir ‘Hayır!’ diyerek daha güzel bir yer kılarız. Ufak bir mırıltı halinde başlayan bu isyan, kimileyin büyük devrimlerin fitilini ateşler. Öfke, "ben adaletim" derse kör bir güce dönüşür, yakar yıkar, yağmalar. Adalet talep eden öfke ise inşa eder, dönüştürür. Adalet isteyen öfke, masumların ve mazlumların bayrağıdır. O halde, onarılamaz acılara ve affedilemez cürümlere tanık olduğumuzda, yumruklarımızı öfkeyle sıkalım. Hayır! Sizin bomba yüklü arabalarınıza! Hayır! İnsan öldürmek için duyduğunuz o iğrenç iştaha! Hayır! Şeytanla yarışan yıkıp yok etme kibrinize!