Oral Çalışlar
Esad’la diyalog
Süper devletlerin gölgesinin çöktüğü bir bölgede hareket edebilmek, hele de sınır ötesi operasyona girişmek elbette kolay değildir. Ülke içinde, milliyetçi rüzgarın desteğinde, “Türkiye yapar” havası estirilse de işlerin aslında hiç de kolay olmadığı biliniyor. Rusya’nın önerisi: “Esad’la anlaşın.” Ankara buna nasıl bir cevap verecek? PYD’yi, Afrin ve Membiç’ten çıkarmayı önüne koymuşken, Esad’la hangi temelde anlaşabilecek?
‘Ağırlaştırılmış müebbet’
Ilıcak'ın, Altanların siyasi tercihleri üzerine çok şeyler söylenebilir. Gülencilerle olan ilişkileri nedeniyle yaklaşan tehlikeyi görmediklerine, görmek istemediklerine dikkat çekilebilir. Bunların tamamı, “siyasi tercih hatası” olarak, “aymazlık” olarak değerlendirilebilir, eleştirilebilir ve eleştirilmelidir. Bu gerekçelerle “ağırlaştırılmış müebbet”e hükmetmek ise hukuka aykırı ve düşünce hayatını sınırlıyor. Basın ve ifade özgürlüğünü yok etmeye, bir korku dünyası yaratmaya kimsenin hakkı yok.
Varna buluşması
Nazım, bu şiiri yazdığında, Bulgaristan, Sovyet sisteminin en bağımlı parçalarındandı. Türkiye ise, Batı kampının komünizme karşı ileri karakoluydu.Sovyet bloku dağıldı, Bulgaristan AB üyesi oldu. Türkiye hâlâ üyelik müzakereleri yürütmekle meşgul. Bu görüşmelere de Bulgaristan aracılık ediyor.
Liberaller
Kritik dönüşüm, 17-25 Aralık 2013'te yaşandı. Gülencilerin ilk müdahale girişimi olan bu operasyon, liberalleri böldü. Liberal olarak bilinen birçok isim, Erdoğan'la yolları ayırarak Gülencilerin etki alanı içine girdi. Temmuz'da ise ipler koptu. AK Parti, darbeyi savuşturmanın agresifliğiyle liberallerle de zıtlaştı. 28 Şubat'ta başlamış bir diyaloğun sona ermekte olduğunu görüyoruz.
HDP kongresinde Demirtaş sıkıntısı
Son kongreyle birlikte HDP'nin “batıda ağırlık kazanma” projesinin bir kırılmaya uğradığını görebiliyoruz: HDP'nin melezleşme atılımı, bir ölçüde başka bahara kaldı. 7 Haziran 2015’in kazanımlarını, PKK "özyönetim" ilanı yoluyla tasfiyeye başladı. Aynı anda devlete egemen olan "çatışmacı" zihniyet harekete geçti, Demirtaş ve arkadaşları tutuklandılar.
Görmezden geldiğimiz HDP
HDP Kongresi'nin, "bunun asıl sebebi devlettir" noktasına takılıp kalmak yerine, ciddi bir eleştiri-özeleştiri yapma cesaretini göstermesi, önem taşıyor. Zor ve ciddi günlerden geçiyoruz. Kürt meselesi, bölgenin çözülmeyen derdi olarak, orta yerde duruyor. Yasal zeminde ısrara, şiddeti reddeden siyasete ve hak temelli çözüme sarılmaya ihtiyaç var. HDP'nin ağır bir sorumluluğu bulunuyor.
CHP değişime öncülük edebilmeli…
Bütün bunlara rağmen, CHP'nin temel konularda ciddi değişim geçirdiğini söylemek zor. Kürt meselesinde, Ermeni, Kıbrıs, Suriyeli mülteciler, militarizm vb. bir çok konu başlığında; CHP'nin özgürlükçü, demokrat bir yerden konuştuğunu göremiyoruz...
CHP’nin yumuşak karnı….
Kılıçdaroğlu'nun da, İnce'nin de Afrin operasyonunda, tek eleştirileri ÖSO ile TSK'nın işbirliği. O kadar... Bu noktaya nasıl gelindiğini sorgulamıyorlar. CHP liderliği, Suriye krizinin arkasındaki asıl sorunu, ya bilmiyor, ya da bilmek istemiyor. CHP, demokrasi ve özgürlükler konusundaki istikrarsız tutumunu gözden geçirip, yeni bir kimlikle seçmenin karşısına çıkabilmelidir.
Türkiye’de demokrasi meselesi (2)
Geçmiş statükoyla mücadele içinde değişim isteyen, bir anlamda kurumları, zihniyeti değiştiren AK Parti, tersten bir değişime uğradı: Süreç içinde, değiştirici kimliğini büyük ölçüde yitirdi. Bazı yorumlara göre, devleti fethederken, kendisi de devlet tarafından fethedildi.
Siyaset militarize oluyor…
Siyasetin dilinin militarize olması; sorunların diyalogla, kurumların harekete geçirilmesiyle çözülme olanağını ortadan kaldırıyor. Siyaset alanını savaş alanına çeviren yaklaşımlar, siyaseti yok ediyor.
Demokrasi birikimi, şaka mı?
Yanıbaşımızdaki, çevremizdeki Ortadoğu rejimleriyle karşılaştırıldığında Türkiye çok partili rejimiyle ve serbest seçimleriyle daha ileri bir yerdedir. Zaafların olması, otoriterleşme eğiliminin siyaset sahnesinde sık sık boy göstermesi gibi gerçeklere rağmen; İran, Mısır, Suudi Arabistan, Suriye, Irak vb. ülkelerdeki rejimlerle karşılaştırıldığında, Türkiye, mukayese bile kabul edilemeyecek düzeyde üstünlüğe sahip.
Konuşma zemini yok olmasın
Konumuz, meslektaşlarımızın ve siyasetçilerin tutumu. Son derece zor bir süreçten geçtiğimiz için, dilimizi, üslubumuzu “kışkırtıcı olmayan” bir hale getirmemizde yarar var… “İhanet” suçlamaları ve "vatanseverlik" yarışları da, böyle dönemlerde, yükselişe geçiyor. Öyle konuşmalar dinliyorum, öyle yazılar okuyorum ki, “Bu havada susup oturmak en iyisi” demek geliyor içimden. Yaşadığımız bunca olayı, bunca demokrasi deneyimini düşünüp, hayıflanıyorum.
Tek sebep emperyalizm mi?
Türkiye’nin Kürt meselesini çözmesini Batılı güçler istememiş olabilir mi? PKK’ya “Dayan arkandayız” mesajı verilmiş midir? Bunu ciddi bir ihtimal olarak görebilir miyiz? Öyle bile olsa bölgedeki kargaşanın,vahşetin tüm faturasını batıya/süper devletlere yıkarak işin içinden çıkmaya çalışmak yanlış…
Silahlar konuşunca…
Ortadoğu sahnesinin en etkili iki oyuncusu, hiç şüphesiz, hala iki süper devlet. Tabii, bölge ülkesi olmadıkları için, meseleye bir askeri ve siyasi kazanç hesabı olarak bakıyorlar… Türkiye için durum farklı. Bölgedeki savaş, içeriye şiddet potansiyeli olarak yansıyor. Ayrıca, milyonlarca mültecinin yarattığı ekonomik, siyasi ve sosyal sorunlarla boğuşuyoruz. Gelişmeleri farklı gözlerle değerlendirsek bile, sonuç olarak, Türkiye’nin, bölgedeki sıcak çatışmanın içine aktif olarak girdiğini görüyoruz. Artık silahlar konuşuyor.
Hrant’ın yokluğunda 11 yıl
Sonraki yıllarda Gülencilerin ön ayak olduğu 17-15 Aralık (2013) ve 15 Temmuz (2016), siyasetin kimyasını alt üst etti. Geleneksel otoriter devlet alışkanlığı, yeni iktidar içinde filizlenerek büyüdü ve kazanılmış birçok mevzinin kaybını beraberinde getirdi. Gazetecilere yeniden hapishane yolu göründü. “Fetih ruhu” ayaklandı. Batı düşmanlığı yeniden devlet diline egemen oldu. Çözüm çöpe atıldı. Özgürlüklerin tehlikeli görüldüğü, “devlet her şeydir” diyen kültür yeniden üstünlük kurdu.
Bahçeli’nin uyarısı: Yargıyı çatıştırmayın
Yargı kurumlarını birbiriyle çatıştırıcı bir yola girildiğini ve bunun yargıyı itibarsızlaştırıcı etkisini dile getiriyorlar. Hukukun olmadığı yerde, siyasete de, demokrasiye de yer kalmayacağı açıktır.
Sinemanın kadınları isyanda
Hollywood’lu kadınların başını çektiği “tecavüze karşı” kampanya, büyük bir birikimin patlaması. Binlerce yıldır erkek egemen bir dünyada yaşıyoruz. Bu baskıcı mantık, cinselliği öldürüyor, erkekliği de tacizci hale getiriyor. Eşit imkanlar dünyasında seksin de, cinselliğin de daha değerli olacağına şüphem yok._x000D_
_x000D_
Hadise’ye kesilen ceza…
RTÜK'e ve de memleketimiz bürokrasisine egemen olan erkek mantığının bu tabloyu içine sindirmesi ve kabullenmesi kolay değil. Hadise de çok yerinde bir saptamayla yasağın arkasındaki erkek egemenliğini görüyor ve dikkat çekiyor: "Erkektir yapar, kadındır susar" zihniyetine sonuna kadar karşı çıkıyorum!"_x000D_
_x000D_
Abdullah Gül … Zamanı mı?
Gül'ün her çıkışı, her açıklaması bir olay? Neden? Çünkü, bunun AK Parti saflarında belli ki bir karşılığı var. AK Parti kuruluş felsefesiyle, kuruluş ilkeleri ve programıyla çelişen bir görüntü içinde. AB'ye uyum yasaları, askeri ve bürokratik vesayetin kırılması gibi adımlar, geride kalmış durumda. Programına sivilleşmeyi hedef olarak koymuş olan AK Parti; giderek, OHAL'in süreklileştiği, Meclis'in etkisizleştiği bir dönemle özdeşleşiyor._x000D_
_x000D_
Osman Kavala’dan açıklama
"Hayatı boyunca darbelere karşı olmuş ve yıllardan beri Gülen cemaatinin devlet içerisindeki yapılanmasının olumsuzlukları konusunda kamuoyunun dikkatini çekmeye çalışmış biri olduğum ortadayken, böyle bir suç iddiasının üzerime atılmasını büyük bir hayretle karşılıyorum."
İran: Ne kadar statükocu olmuşuz
Tepkinin nedenlerine ve hedeflerine dair farklı yorumlar yapılabilir. Gözden kaçırdığımız noktalar olabilir. Batının rolüne dair analizler ve karşılaştırmalar üretilebilir.Halktan yükselen tepkiyi anlamak yerine, meseleye statükoya sarılan bir yerden bakanların amacı ne? Baskı rejimlerine bahane üretmek yerine, halkın psikolojisi üstüne düşünmek ve çözümün demokraside olduğunu kabul etmek…_x000D_
_x000D_
Nazlı Ilıcak’tan mektup
Cezaevinden gelen mektuplara alışık olduğumuz halde, cezaevlerinden yıllarca mektup yazmanın sıkıntısını yaşamış olmamıza rağmen heyecanlandık, duygulandık. Bir buçuk yıla yakın bir süredir haberleşmelerine yasak konulmuştu. 12 Mart ve 12 Eylül askeri darbeleri döneminde, zaman zaman bir disiplin cezası olarak uygulanan mektuplaşma yasağı bu kez "terör örgütü" suçlamasıyla tutuklanan gazetecilere uygulanıyor. Tecrit, ancak iddianamenin yazılması ve mahkemenin vereceği karar ile son bulabiliyor._x000D_
_x000D_
2018 öncekilerden daha iyi olacak
“Memleketimiz için, ummadığımız anda bir barış, birlikte yaşama umudunu yeniden yaşatabileceğimiz bir dinamizm istiyorum, bekliyorum. (...) Farklılık, çoğulculuk ve eleştiri hakkı, ülkemizin geleceği açısından demokrasimizin en büyük besin kaynağıdır. Bunların (…) toplumun tüm kesimlerince desteklenmesi gerektiğine yürekten inanıyorum. 2018’de sadece cezaevindeki düşünce suçlularına özgürlük değil, tüm ülkem ve tüm yurttaşlarımız için barış, demokrasi ve kardeşlik bekliyorum.”_x000D_
_x000D_
Hâlâ içerdeler
Hayatımın yedi yılbaşını demir parmaklıklar arkasında geçirdim. Ömrümün yedi yılı daracık bir odanın içinde geçip gitti. Şimdi de meslektaşlarım, arkadaşlarım, dostlarım cezaevinde. Çocukları, eşleri, yakınları hapishane kapılarında. Bunun ne anlama geldiğini acı şekilde hissediyorum…_x000D_
_x000D_
Ürküten kararname ve tek tip elbise
Olağanüstü Hal süresince” ifadeleri, idare ve yargı tarafından değişik şekilde yorumlanabilir. Ayrıca, Herhangi bir gösteri, “darbecilerle ilişkili” olduğu gerekçesiyle sivil milislerin hedefi haline gelirse yargı bunu nasıl yorumlayacak? Doğrusu Abdullah Gül’ün önerisi uyarınca ve Adalet Bakanı Gül’ün söylediği gibi metnin yeniden yazılmasıdır.
Fatih Portakal: ‘Tek başına dizi değerinde’
Böyle bir ortamda yorum yapmak, hem düşündüklerini söyleyip, hem de sürdürülebilir bir dili bulmak, kolay değil. Birçok gazeteci meslektaşımız tutukluyken, yargılanırken, haberciler, yorumcular zorlanıyorlar. Fatih Portakal'ı popülist bulanlar var. Farklı kesimlerden farklı nedenlerle eleştiriler alıyor. Geçenlerde ölüm tehdidi de aldı.
Yılbaşını afişlerle tehdit…
Baştaki afişe dönersek: Afiş afiş olarak kalmıyor. Şiddeti davet edebiliyor. Bazı terör örgütleri, yılbaşı kutlamalarını hedef alabiliyor. Yaşadığımız acı tecrübelerden ders çıkararak başta Diyanet İşleri Başkanlığı olmak üzere bütün kurumların özen göstermesi gerekiyor.
Araplar ve Kudüs
Türkiye'de laik-seküler kesim içinde geleneksel olarak Arap dünyasının bütününü küçümseyen; gericiliğin, dini yobazlığın oradan geldiğini düşünenler vardır. “Muhafazakar”lar, Araplara yönelik bu yargıyı genelde eleştirmiştir. Son günlerde Kudüs nedeniyle ortaya çıkan yeni siyasi ortamda; muhafazakarlar da, geleneksel ulusalcı-modernist-sekülerist yaklaşıma benzer bir hava içine girmiş durumda.
Kudüs, sadece Müslümanların meselesi değil
Rusya, Çin ve Fransa gibi ülkelerin desteğinin sürmesini sağlamak, özellikle önemli. Şimdiye kadar Filistin'i tanımış ve çoğunluğu Hıristiyan olan bu tür ülkelerin kilit bir konumu var. Onların duyarlıklarını gözardı eden stratejilerden uzak durmak gerek.
Yahudileri toptan düşman görmek
Yahudiler, ırkçılıktan en çok zarar görmüş halkların başında gelir. Son olarak İkinci Dünya Savaşı'nda faşizmin zulmüne uğradılar. Milyonlarca Yahudi büyük bir katliamın kurbanı oldu. Ancak kaderin cilvesi, bir gün onları da başkalarına baskı yapan bir devletin kurucusu haline getirdi.