Oral Çalışlar

10 yıl önce 10 yıl sonra: AK Parti

Eğer bir ülkede, milletin iradesi gasp ediliyorsa, çeteler, karanlık odaklar cirit atıyorsa, vesayetçi odaklar kendini hakim olarak görüyorsa, orada ne huzur ne refah ne hak ne özgürlük olur." 10 yıl önce işte böyle bir rüzgar esiyordu. Bu rüzgar Kürt sorununun çözümü yolunda en radikal adımların hazırlayıcısı oldu. Türkiye bazı en tartışılmaz, en tabu konularda, neredeyse her şeyi konuşuyor, tartışıyordu. O günlerde devlet yöneticilerinin söylediklerini bugün bir yurttaş söylemeye kalksa, başına ne geleceğini kimse kestiremez. 15 Temmuz darbe girişimi maalesef siyasetin de toplumun da iktidarın da kimyasını alt üst etti. Normalleşmenin yerini kutuplaşma aldı. İktidar muhalefet ilişkisi yerinden oynadı.

Türkiye’nin çağdaş uygarlık hedefi

AK Parti iktidarı Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın dile getirdiği gibi çok önemli yeniliklere doğru adımlar attı. Ancak şimdi zaman zaman çıkan krizlerden biri daha karşımızda. Türkiye yönünü başından beri Batı’ya çeviren yani çağdaş uygarlığı önüne hedef olarak koyan bir ülke. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi yapının en önemli parçasıdır. Askeri vesayet dönemlerinde başı derde girenlerin, hak arayanların en önemli başvuru makamı oldu. Türkiye, bu krizi de evrensel hukuka sarılarak aşacaktır.

Adalara yeni kaymakam geldi

Adalar’da daha önce olmayan veya kısıtlı kullanılan su, elektrik, doğal gaz deniz altından geçirilerek getirildi, hizmete konuldu. Rahmetli Kadir Topbaş’ın katkılarını hatırlatmak isterim. Çözüm bekleyen konular: Çöp, akülü araçlar, çarşının uygar ve temiz bir görünüm kazanması, sahillerin yurttaşların kullanımına açılması… Tabii bisikletler ne olacak? Kontrolsüzlük zaman zaman ciddi kazalara neden oluyor. Şimdiye kadar onca görüşme yapılmasına rağmen yine belediye ile hükümet arasında uzlaşma sağlanamadığı için olan bize oldu. Hızla artan turist ilgisini de dikkate alan bir gelecek planlaması şart. Yeni kaymakamımıza “hoş geldin” derken, taze taze sorunlarımızı önüne koyuyoruz. Kendisine “kolay gelsin” diyor, başarılar diyoruz.

Avrupa ile habire yol ayrımına gidip geliyoruz

Türkiye Cumhuriyeti, altına imza attığı uluslararası sözleşmelerin kanun hükmünde olduğunu ve kendi kanunlarının üstünde bir yere sahip olduğunu belirtiyor. Yine de “içişlerimize karışamazlar” tepkisinin beklendiği gibi devam edecek olduğu anlaşılıyor. AİHM kararları olsun, Anayasa Mahkemesi kararlarına karşı, sert itirazlar, “önyargılı davranıyorlar” çıkışları görebiliyoruz. Ancak Türkiye’deki hukuk sistemi, bu kararı uygulamakla yükümlü. Siyaseten bu kararın ve bu gibi kararların uygulanmasına yol verilerek, Avrupa ile ilişkilere, yeni bir yön çizilebilir.

74 yıl önce Faik Öztrak, Menderes’i neden eleştirdi?

Adnan Menderes, iktidarı öncesi dönemde Meclis’teki tartışmalarda tek parti, tek adam rejimine yönelik “eleştirici” bir kimlikle öne çıkıyordu. Çok tanıdık bir isim olan Faik Öztrak (tabii ki dede Faik Öztrak) CHP grubu adına yaptığı konuşmada Menderes’i şöyle cevaplamıştı: "Tek parti zihniyetinin en koyu ve güçlü uygulandığı dönemde bu arkadaşımız bazen parti müfettişi, bazen Grup Yönetim Kurulu Üyesi, bazen komisyon sözcüsü idi ve parti içinde daima tek parti zihniyetini savundu."

Yüzyıl dolarken geldiğimiz nokta parlak mı sizce…

Geçen yüzyıl içinde hiçbir ilerleme kaydetmediğimiz de söylenemez. Artık, “Müslüman” da “laik” de gördü ki her iki gerçeklik de ülkenin gerçekliği. Seçimler de genelde yaklaşık “yarı yarıya” sonuçlar veriyor. O zaman artık sadede gelelim: Birinci yüzyılını tamamladığımız cumhuriyet, ortak mirasımız. Ortaklaşa var edilmiş bir yönetim biçimi. Peki geleceği nasıl biçimlendireceğiz? Bu ortaklığı nasıl içselleştireceğiz?

Yarı-Başkanlıkta uzlaşılabilir mi?

Cumhurbaşkanı Erdoğan, yeni bir anayasa yapmak istediklerini bunu da uzlaşarak yapmayı tercih edeceklerini ifade etti. Şimdilik taraflar sessiz. Ancak Ankara’da bir çıkış yolu bulabilir miyiz diye nabız yoklayanların olduğunu duyuyorum. Ankara sohbetlerimden çıkardığım derslerle şöyle bir yorum yaptım: Bizim yönetme geleneklerimiz Selçuklu İmparatorluğu’ndan Osmanlı İmparatorluğu’na kadar yarı başkanlık sayılacak bir sisteme daha çok benziyor. Bir tarafta üstün yönetim iradesini temsil eden padişah, öte tarafta başkanlığını daha çok devşirme kökenli sadrazamların oluşturduğu bakanlar kurulu. Bu iki güç arasında oluşan kuvvetler paylaşımı bir nevi kuvvetler ayrımı anlamına da yorumlanabilirdi. Yeni anayasa çabası içine girişilecekse-bence girişilmelidir- önce ‘Neden yeni bir anayasa?’ sorusuna cevap bulunmalıdır. Yarı başkanlık meselesinin üzerinde biraz düşünelim.

Necip Fazıl ve Sezai Karakoç hangi zinciri kırdı?

Muhafazakâr dünya neden bir Yaşar Kemal çıkaramadı? Bir Orhan Pamukları, bir Nazım Hikmetleri neden yoktur? Bir Ahmet Kaya neden oradan kafa kaldırmaz? Raif Cilasun da ilginç ve kendine özgü bir muhafazakâr romancıdır ama uluslararası olamamıştır. Bu tartışma içinde Necip Fazıl ve Sezai Karakoç öne çıkıyor. Onları diğer muhafazakâr sanatçılardan farklı yapan ne?

Ne Ecevit kaldı ne de Türkeş… Ama 12 Eylül yaşıyor

12 Eylül artık kurumlaştı. Her ne kadar askerin siyaset üzerindeki ağırlığı kalkmış olsa da otoriter siyaset kendini çok net şekilde hissettiriyor. 1981 Anayasası'nın ruhu yaşıyor. Siyasetçi-halk ilişkisi, kurumların giderek merkezi otoriteye daha fazla bağlanması... Darbenin canlı bir organizma olarak aramızda dolaştığını hissediyorum.

12 Eylül’ü Amerikalılar mı yaptı?

12 Eylül iddia edildiği gibi Amerikalıların hazırladığı bir darbe miydi? Bir yönüyle evet diyebilirim. Batı dünyasına bir tehdit olarak kabul edilen Komünist Sovyetler rejiminin hemen yanı başında bir sol parti iktidarı tehlikeli olabilirdi.Bülent Ecevit’in NATO ve Ortak Pazar (AB) konusundaki yaklaşımları Batı dünyasında endişeye sebep oluyordu.

Akşener neden böyle davranıyor?

Akşener, neden böyle davranıyor sorusu kafalarda. Bir ihtimal CHP ile işbirliği seçmen kitlesini eritiyor. Önüne konan anketler belki de öyle gösteriyor. Ancak muhalefeti parçalamanın İYİ Parti seçmeni dahil muhalif seçmende bir karşılığının olduğunu sanmıyorum. Başarı ihtimali olmayan bir çıkmaz sokak.

Angela Berzeg: 81 gündür Korhan’dan haber yok…

“Korhan’ı çok özlüyorum. Onu bulmak istiyorum. Onu birileri kaybettiyse bizden ne istiyorlar? Tina’nın kendiliğinden geldiğini düşünmüyorum, bir şekilde köye getirildiğini sanıyorum. Tina evimize ve arkadaşlarımızın evine geldi, sabahın erken saatlerinde bulundu.”

İki günlük, Ankara turunun özeti: Gazetecilerin dertleri ve yeşil pasaport

İki günde dört görüşme yaptım. İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya, Meclis Başkanı Numan Kurtulmuş, AK Parti Genel Başkan Vekili Efkan Ala. Üç görüşmeyi Ankaralı meslektaşlarımla yaptım. Hande Fırat, Zafer Şahin, Mehmet Acet, Melik Yiğitel ve Sinan Burhan. CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ile bir gün önceki görüşmemi yazmıştım. Ankara’da “yeşil pasaport” önerimizi makul bulan bir havayla karşılaştık. Parti gruplarının da gereken ilgiyi göstereceğini düşünüyoruz.

Kılıçdaroğlu: “Kitle önünde bir değerlendirme yapmalıydık”

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ile partinin geleceği, 14-28 Mayıs seçimleri üzerine konuştuk. İzlenimim: Kılıçdaroğlu, CHP genel başkanlığını sürdürmeye kararlı görünüyor. Kişi adı vererek kimseyi suçlamıyor. Sakin bir şekilde kongreleri izliyor. “Kamuoyu önünde bir özeleştiri yapsanız daha iyi olmaz mıydı?” soruma şöyle cevap verdi: “Seçimden birkaç gün sonra kamuoyu önüne ekibimle birlikte çıkıp hesap vermeyi, bir özeleştiri yapmayı gerçekleştirebilirdik. Aslında parti kademelerinde bunu yaptık. Ama açıktan herkesi bilgilendirici bir değerlendirme yapmamış olmamız bir eksiklik.”

Heyecanlı bir Ankara turu

Türkiye’de basın kartlı gazeteci sayısı, son verilere göre, 17 bin 618. Bu gazetecilerin bir kısmını devlet memurları oluşturuyor ve onların da çoğunun zaten yeşil pasaportu var. O yüzden de tüm basın kartlı gazetecilere yeşil pasaport verilmesi durumunda, yeşil pasaport sayısında herhalde en fazla 10 bin civarında artış söz konusu oluyor. Ancak şu anki yaklaşım sadece 10 yıl kıdemli basın kartlı olanlara yeşil pasaport verilmesi yönünde olduğu için bu şekilde yeşil pasaport edinecek gazetecilerin sayısı 10 binden de daha düşük bir rakama iniyor.

Troçki’nin hayatındaki en güzel şey

Troçki’nin Büyükada’ya ayak basışının 100. yılı anısına dünyanın ünlü Troçkistlerinin katıldığı bir anma toplantısı düzenlendi. Büyükada’da düzenlenen toplantının internet üzerinden yapılan canlı yayınının bazı...

İlerici ya da gerici olmak… Kim ilerici kim gerici?

Cumhurbaşkanı olmak isteyen Faruk Gürler, Meclis'i kuşattı ve direnen partileri tehdit etti. Partiler, Gürler’e boyun eğmedi, bu direnişi gören ordu da Gürler’in arkasından çekildi. Bu bir dönüm noktasıydı. Meclis, darbecileri yenmişti. Onca baskıya rağmen Meclis’in varlığı tayin edici bir rol oynamaya imkan vermişti. Askeri vesayet ciddi ölçüde geriletilmişti. Meclis'in feshedilmesine engel olan “sağcı”, “gerici ” denilen Memduh Tağmaç’tı. “Solcu” Gürler ise Meclis’i kapatmaktan yanaydı.

Mardiros Minakyan… Osmanlı kadınları yasaklanan tiyatro kapılarını nasıl açtılar?

Performans sadece kadınlar için olduğunda tiyatronun etrafını erkekler kuşatıyordu. Saatlerce güneşin altında bekleyen erkekler, aşık oldukları kadınları en azından uzaktan görmek istiyorlardı. Gençler, tiyatronun çevresinde aşıkların bakışlarının karşılaşmasını affetmeyen uyanık polise çok dikkat ederlerdi.

Ekrem bey! Neyi değiştireceksiniz? Neyi dönüştüreceksiniz

İmamoğlu’nun yeniden İstanbul adaylığına doğru yürümesi ne anlama geliyor? Bunu herhalde CHP’deki genel başkanlık yarışından şimdilik çekildiği şeklinde yorumlamak yanlış olmaz. “Değişim ve dönüşüm” noktasında söyledikleri de geçmişte söylediklerine kıyasla farklı bir tondaydı. Daha önce “genel başkan istifa etmeli, yoksa bu iş yürümez” pozisyonundaydı. Şimdi bu iddiasını bir kenara bırakmış ve belediyeye odaklanmış görünüyor.

Hanımcılar, muhafazakâr dünyanın yeni rüzgarı…

“Hanımcı” sözcüğünü ilk kez DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan’ın eşi Zeynep Babacan’dan duydum: “Bizim evde birbirimize hizmet etme gibi bir durumumuz yok." Hanımcılık, görebildiğim kadarıyla, İslami dünyanın geniş kesimlerinin kendi kültürel atmosferi içinde kadın meselesini tanımlamak için kullandığı bir kavram, bir anahtar sözcük. Kadın hakları konusunda duyarlı kadınların gündeme getirdiği, kadın-erkek ilişkilerini masaya yatırdığı bir tartışma başlığı. Sosyal medyada yapılan bazı tartışmalar konunun epeyce hassas olduğunu gözler önüne seriyor.

Kim Jong Un kiminle savaşmaya hazırlanıyor?

Kore’yi sosyalist kabul eden ve ziyaret eden çok sayıda sosyalist gördüm. Şaşırmadım. Bizler de bir zamanlar belki bu düzeyde olmasa bile bugün saçma sayacağımız işler yapabiliyorduk. Kuzey Kore lideri Kim Jong Un, önceki gün aniden Genelkurmay Başkanını ve önde gelen komuta subaylarını görevden aldı ve orduya “Savaşa hazır ol” emrini verdi.

Her türlü tehlikenin başı sosyal medya mı?

Yazılı ve görsel medyanın sıkıntılar yaşadığı, yeni arayışların arttığı bir dönemde sosyal medyanın hayatımıza dahil olması büyük bir zenginlikti. Bir başka açıdan ise ortalığı karıştırdı. Canı sıkılanın, öfkelenenin, yüreği yaralı olanın, özgürlük isteyenin rahatça kullanabileceği bir mecra çıktı. Eline cep telefonunu, tabletini, bilgisayarını alan verip veriştirmeye başladı. Haklı eleştiriler etkisini yitirdi kabalık, saldırganlık bu alanda etkin olmaya başladı.

Karadeniz efsaneleri: Çamlıhemşin’de kimler yaşadı, nasıl yaşadı…

Karadeniz, gizemlerle dolu, insandoğa ilişkisi çok özgün bir bölge. Deniz kıyısından dağlara doğru uzandıkça çok değişik inançların, kültürlerin, dillerin iç içe geçtiğini görüyoruz. Bölgenin insanları da bu coğrafyayla uyum içinde, kendine özgü karakterleriyle hep dikkat çekmiştir.

Kılıçdaroğlu’nu dövdürerek kazanmış mı olacaksınız?

Tüm faturayı sadece Kılıçdaroğlu’na kesmeye çalışanların bir kesimi, ittifak siyasetini, helalleşmeyi benimsememiş olanlardan oluşuyor. İkinci bir kesimi, “Yenilginin acısını kimden çıkarmalıyız?” diye bir anlamda depresyona girenler oluşturuyor. Kılıçdaroğlu’nu, dövseniz de sövseniz o yeni bir CHP kurguladı. Peki bu dönüşüm bundan sonra nasıl devam edecek?

Adalet Bakanı ne yapsın? Bütün memleket cezaevi haline gelecek

Bunların çoğunluğunun 5 yıl civarında bir ceza aldığı biliniyor. Yani 100 bin civarında uyuşturucu hükümlüsü, tutuklusu bu kanundan yararlanacak. Türkiye’de son yıllarda iki İnfaz Kanunu değişikliği yapıldı. Yine cezaevlerini boşaltmak için. Kimleri bıraktılar? Cinayet, hırsızlık, gasp gibi suçlarla kişileri hedef alan ve mağdur edenler yararlandı. Mağdur edenler bırakılırken, fikir suçu, ifade suçu gibi devlete karşı suçlar maddesi içinde yer alan suçlar infazdan yararlanamadı. Devlete karşı gelenler içeride kaldı. Vatandaşı öldürenler, soyanlar bırakıldı.

Avrupa Birliği kapısı açılabilir mi?

AB normlarına uymadan, uymak zorunda kalmadan AB’nin bazı kurumları içinde var olmak… Zaten Türkiye; NATO, Avrupa Konseyi gibi kuruluşların çok eski ve kıdemli üyelerinden. Ancak bu formülü yeterli görmek, “ikinci sınıf” demokrasi tanımlamasını kabul etmek anlamına gelebilir. Halbuki Türkiye üyelik müzakereleri yürüten bir ülke. Herhalde üyelik müzakerelerine başlayıp da bitirememiş en uzun görüşmeleri yürütmüş üye adayıyız.

Devrimci olmak için cesur mu olmak gerekir?

Onlar bizim kuşağın, en gözü pek, en düzene başkaldıran, zeki çocuklarıydılar. Cesurdular. Cesaret bir meziyetse onlarda bu meziyet fazlasıyla vardı. İhtilalciliğin yükselişe geçtiği yerde cesaretli insan sayısı artar. Hatta kimi zaman en beklenmedik isimler, en gözü kara eylemlerin başını çekebilirler. Tabii böyle dönemlerde mantığın, aklıselimin de büyük ölçüde yitirildiğini biliyoruz.

Deniz Gezmiş’in kaybettiği arkadaşına hüzünle bakışı

Arşivi karıştırıyordum. Deniz Gezmiş’in çok bilinmeyen bir fotoğrafını görünce durdum. Fotoğraf bizim kuşağın acısını, çıkmazını, dramını ele veriyor. Yıldız Teknik Üniversitesi öğrencisi, Malatyalı, babasız...

Muhalif medya ‘seçilecek aday’ dayatmasıyla Kılıçdaroğlu’nu dışladı

Seçime giden süreçte; Kılıçdaroğlu, sakin ve toplumu uzlaştırıcı bir siyasetle etki alanını genişletmeye çalışırken, “muhalefetin medyası” olarak düşündüğümüz kanallarda, gazetelerde, sosyal medya alanlarında; dışlayıcı ve militan dil daha etkindi. Kılıçdaroğlu “helalleşme” diyor, medya “şeriatçılarla, tarikatçılarla iş birliği hatadır” karşılığını veriyordu.

CHP’de hareketlilik nasıl sonuçlanır?

Eğer uzlaşamazlar ve parti içinde sert karşılaşmalar ortaya çıkarsa, bir kısmının partiden kopması gündeme gelebilir. Belki daha önce partiden ayrılmış Muharrem İnce gibi isimlerle birlikte yeni bir partileşme çabası içine girebilirler. Böyle bir girişimin toplumdan ne kadar destek bulacağını bilmek zor. İmamoğlu ve arkadaşlarının değişimden neyi kastettiklerini tam olarak bilmiyoruz. İmamoğlu, Kılıçdaroğlu’nun “helalleşme” stratejisini nasıl yorumluyor?