Selim Kuneralp
Demokrasilerine sahip çıkan halklar
Halkın demokrasi için mücadele verdiği yeni örnek Güney Kore. Benim de üç yıl boyunca Büyükelçi olarak görev yaptığım için yakından tanıdığım, severek beğendiğim Kore demokrasisi de bir badireden geçmektedir. Kore halkında gösteri ve protesto geleneği epey güçlüdür. 1980’li yıllarda kanlı bir şekilde sonuçlanan bu gösteriler daha sonraki dönemde, 1988 yılında askeri diktatörlüğün bitmesine ve ülkenin tarihinde ilk defa demokrasiyle yönetilmesine yol açmıştı.
Hukuk ve siyaset
UCM faaliyete geçtiği 2002 yılından bu yana 67 adet tutuklama emri vermiş, yargılananların hepsi ise kendi hükümetleri veya sığındıkları ülkelerin hükümetleri tarafından mahkemeye teslim edilmiştir. Şimdiye kadar görülen davaların hepsi Afrika ülkeleriyle ilgilidir. Bu nedenle Afrika’lı bir çok yorumcu UCM’ni Batının tekelinde olan bir örgüt olarak görmekteler. Son olarak UCM Savcısı İngiliz uyruklu Karim Khan, Myanmar Cuntasının lideri General Min Aung Hlaing aleyhine bir dava açarak tutuklama emri çıkartılmasını talep etmiştir. Böyle bir karar çıksa dahi uygulama ihtimali Myanmar’da rejim değişikliği olmadıkça pek görünmemektedir.
Türkiye, Avustralya’yı neden veto etti?
Türkiye’nin COP-31’e aday olduğunu Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Bakü’de yaptığı konuşmadan öğrendim. Aynı zirve için iki yıldır uğraşan Avustralya hükümetinin bir pazarlık süreci içinde bazı konferans öncesi faaliyetlerin ülkemizde yapılmasını önerdiğini, ancak bu önerinin reddedildiğini yine yabancı kaynaklardan öğreniyoruz. Neticede Avustralya’nın adaylığı bizim engellememiz nedeniyle Bakü’de onaylanamamış, ülke konferans için gerekli hazırlıklara başlayamaz olmuştur.
ABD seçimleri ve sonrası
Bazı gözlemciler Trump’un Suriye’deki 900 ABD askerini geri çekeceğini, YPG/PYD’ye desteğini keseceğini bekliyorlar. Gerçekten de önceki döneminde Trump böyle bir arzuyu dile getirmiş, ancak askeri danışmanları tarafından vazgeçirilmişti. Şahsen ABD desteğinin kesilmesinin o kadar kolay olmadığını düşünüyorum zira YPG/PYD’nin gözetimindeki kamplarda 10.000 kadar İŞİD’ci terörist ve ailelerinin bulunduğu bilinmektedir. ABD ve ona refakat eden diğer Batı ülkelerinin kuvvetleri çekilirse bu kampların akıbeti sadece Batı için değil, aynı zamanda Rusya için de ciddi bir sorun olacaktır. Kaldı ki ABD’nin boşaltacağı alana İran’ın yerleşme ihtimalini de gözden çıkarmamak lazım. Bu da herhalde işimize gelmeyecektir.
AB: İlerlemesiz rapor
Geniş Avrupa’yı bir araya getiren Avrupa Siyasi Topluluğunun geçen hafta Macaristan’da yapılan zirvesine Cumhurbaşkanının iki yıldan sonra ilk defa katılmış olması, Trump’un seçilmesinden önce kararlaştırılmış olmakla beraber iplerin tamamen kopmadığını olumlu bir işaretidir. Toplantı sırasında Kıbrıs (Rum) Cumhurbaşkanı ile samimi bir ortamda gayrı resmi bir şekilde de olsa görüşmüş olması her ne kadar resmi Kıbrıs politikamızda bir değişiklik anlamına gelmemişse de, muhakkak AB çevrelerinde olumlu şekilde not edilmiştir. Umarım bu tür temasların arkası gelir ve Trump’un uygulaması beklenen politika neticesinde ABD’nin Avrupa’da yaratacağı boşluğun telafisinde ülkemiz hak ettiği yeri alır.
Selim Kuneralp: Dünyaya sırtını çevirmiş bir Amerika görebiliriz
"1920'leri hatırlatan sağa kaymanın Amerika'da bir geçmişi var. Yani dünyaya sırtını çevirmek, izolasyonizmim. Orta Doğu'da daha İsrail yanlısı bir politika izleyeceği kesin denebilir. Çin’e karşı katı bir ekonomik politika izleyecek gibi görünüyor."
Seçimleri çalan çalana
Maduro oyların %54’ünü aldığını ilan ettirmiş, muhalefetin adayını ülkeyi terk etmeye zorlamış, adaylığı engellenen esas lider ise saklanmaya mecbur bırakılmıştır. Muhalif adayın %65 ile seçimin esas galibi olduğu genel kanaatti. Gürcistan’da eski başbakan ve Rus yanlısı oligark İvanişvili’nin, oy satın almalar ile sandıklara müdahalelerin bolca görüldüğü bir seçimde zaten iktidarda olan partisi %53 oy aldı. Oy satın almalar için 150 milyon dolar harcandığı söylenmektedir. Cezayir ve Tunus ise tipik seçim çalma örnekleridir.
Dış politikada yeni arayışlar
BRICS ile ilgili ilk baştaki heyecanın biraz dağıldığını görüyoruz. Son zamanlarda Batıya tekrar göz kırpma işaretleri de verilir oldu. Şansölye Scholz’un İstanbul ziyareti de en azından Almanya’da ülkemizle ilişkilerin çığırından çıkmasını önleme iradesinin mevcut olduğunu gösteriyor. Ülkemiz Batı değerlerinden büyük ölçüde kopmuş olmasına rağmen yabana atılabilecek bir konumda değil.
Savaşlar nasıl biter?
Bugünkü şartlarda ne Ukrayna savaşında, ne de Orta Doğu’da buna benzen bir dış müdahale olası görülmediğine göre ve saldırgan taraflar olan Rusya ile İsrail’e karşı kısmen yarım ağızla uygulanan yaptırımlar da fazla etkili olmadığına göre savaşların kendi dinamikleriyle devam etmesi en kuvvetli ihtimaldir. Özellikle Gazze ve Lübnan’da meydana gelen mezalimin boyutları her gün artsa ve kamu oylarında infiale yol açsa da uluslararası toplumda değil müdahalede bulunmak, yaptırımları etkinleştirmek iradesinin bulunmadığı açıktır. Dolayısıyla her iki savaşın da taraflardan biri tükenmeden maalesef sona ermesini beklemek yanlış olur.
Birleşmiş Milletler iflah ve ıslah olur mu?
Dünya kamuoyu Gazze, Lübnan ve Ukrayna savaşları karşısında uluslararası toplumun hareketsizliğine haklı bir tepki gösteriyor. Ancak burada suçlu BM değil, onun üyesi olan devletler. BM dünya jandarması olacak bir konumda değil. Kore Savaşında olduğu gibi her savaşa BM müdahil olup kendine göre bir düzen kurmaya kalkacak güçte olsaydı bu gücün ne şekilde kullanılacağı sorusu da bence sorulmaya değer. Böyle bir durumda işler daha mı iyi olurdu, daha mı kötü olurdu bilmek pek mümkün değil.
Korumacılık hortladı: Türkiye’ye etkileri
Avrupa Merkez Bankası eski başkanı ve eski İtalya başbakanı Mario Draghi’nin AB Komisyonu’nun isteği üzerine hazırladığı raporda yaptığı teklifler arasında AB sanayiini desteklemek için 800 milyar euroluk bir fonun kurulması da vardı. Oysa rekabeti bozacak teşvikler DTÖ kurallarına aykırıdır. Ne yazık ki DTÖ ihtilafların çözümlenmesi mekanizması nerede ise 10 yıldır felç içinde olduğu için ABD, AB, Çin ve başkalarının kuralları ihlal etmelerinin bir yaptırımı kalmadı. Bu gelişmelerin neticesinde küreselleşmenin geriye gitmesi tehlikesi ciddi bir şekilde baş göstermeye başladı.
Türkevi hatıralarım
1976 sonlarına doğru genç memur olarak ilk tayin yerim olan Birleşmiş Milletler (BM) Nezdindeki Daimi Temsilciliğimize atanmıştım. Gerçekten Türkevi binası 3 milyon dolara IBM’den satın alınmıştı. Kaparo yanlış hatırlamıyorsam 300 bin dolardı. Ancak 70 sente muhtaç olduğumuz dönemde eksik parayı toparlamak pek kolay olmuyordu. Süre kısalıyordu. Sonunda bir Amerikan bankasından Hazine'nin borç olarak aldığı birkaç yüz milyon dolarlık paranın küçük bir kısmı IBM’e ödenmiş, bina da bizim olmuştu. IBM döneminden kalma yırtık yer halılarının ben ayrılıncaya kadar kullanıldığını hatırlarım. Giriş katındaki vitrinleri süslemek için çok fazla bir malzememiz yoktu. Atatürk ve zamanın Cumhurbaşkanı Korutürk’ün fotoğrafları, birkaç Kütahya çinisi ve bakır eşya ve tabii bayraktan ibaretti teşhir ettiklerimiz.
200 yıldır Mısır’la ilişkiler hep sıkıntılı oldu
Mısır’la ilişkilerimizin nerede ise 200 yıldır hep inişli çıkışlı olduğunu hatırlamak gerekiyor. Belki de bu normal sayılmalıdır. 19’uncu yüzyılın ikinci yarısı ve 20’inci yılın ilk yılları dışında iki ülke arasındaki ilişkiler hep bir rekabet ortamında cereyan etti. Hem Osmanlı hem Cumhuriyet dönemlerinde muntazam aralıklarla meydana gelen krizlere ana hatlarıyla göz atmak belki bu seferki yakınlaşmanın da pek kalıcı olmayacağına işaret edebilir.
BRİCS, ŞİÖ, AB ve NATO
Rusya ile Çin’i karşısına alan bir ittifak mensubu olacaksınız, diğer taraftan da onların Batı karşıtı ekonomik model ve askeri güç oluşturma çabalarına ortak olacaksınız, işte orada sıkıntı çıkar. Nitekim hiçbir NATO üyesi, AB üyesi veya aday ülke ne BRİCS’e ne de ŞİÖ’ye üye olmaya çalışmıştır. AB ve NATO içinde çıban başı olan Macaristan dahi bunu yapmaya çalışmamıştır. Ülkemizde özellikle iktidar ve Çin ile Rusya sevdalıları cephelerinde dünyanın çok kutuplu olmaya doğru gittiğini, ülkemizin de böyle bir ortamda stratejik otonomisini arttırmak istemesinin doğal olduğunu iddia eder dururlar. Oysa dünya çok kutuplu bir yapılanmaya doğru gitmiyor. Soğuk savaş sonrası tek kutuplu yapı belki ortadan kalktı. Ancak yerini tekrar iki kutuplu bir yapı aldı.
Vize serbestisi başka bahara
Peki kriterler yerine getirilse acaba vizeler kalkar mı sorusu da sorulabilir. Bunun cevabının olumlu olacağından emin değilim maalesef. 15 Temmuz 2016 darbe girişimden sonra ülkemiz kaynaklı kaçak göçmen ve ilticacı akımı katlana katlana gitmeye başladı. Vize diyalogunun başladığı dönemde ülkemiz kaynaklı ilticacı sayısı yılda 5000 iken, geçtiğimiz yıl 100.000’e ulaştı. Bu şartlarda vize serbestisini konuşmak çok zor olacaktır. Kriterler yerine getirilip yukarıda bahsettiğim iki kanun tadil edilse bile bunların tatbikinin ilticacı sayısını azaltıp azaltmayacağının belirlenmesi birkaç yıl alacaktır.
Yine Avrupa Birliği, yine boş laflar
AB ülkelerinin vize kolaylaştırma yoluna gitme konusundaki iştahsızlıkların başlıca nedeni her yıl gittikçe artan sayıda ve yüzbinleri geçen ülkemiz kökenli kaçan göçmenler sorunu olduğu açıktır. Buna karşılık toplantı sonrasında yaptığı açıklamalarda Bakan Fidan altı kriterin yerine getirilmesi konusunda ilgili kurumların çalışmalarını sürdürdüklerini duyurdu. Bu çalışmaların on yılda tamamlanamamış olması iktidarın pek bir acelesi olmadığının işareti sayılmalıdır. Aslında eksik kriterlerin en önemlisini teşkil eden Terörle Mücadele Kanunu’nun AB’nin istediği şekilde kurucu üyesi olduğumuz Avrupa Konseyi standartlarına uyarlanması mümkün olabilse ülkemiz çok farklı bir yer olurdu.
Bangladeş ve Venezuela: Tespitler, sonuçlar
Bangladeş ve Venezuela tecrübelerinin gösterdiği gibi yıllanmış olan ve ayrıca ülkenin mahkemeler başta olmak üzere tüm kurumlarını ele geçirmiş olan iktidarların seçim yoluyla değişmesi kolay olmuyor. Hatta imkânsız denebilir çünkü modern çağda örneği yok. Ayrıca dikkat çeken husus Bangladeş ekonomisinin devrik rejim zamanında çok iyi bir performans göstermesine rağmen rejimin halk tarafından devrilmiş olmasıdır. Venezuela’da ise halkın rejim karşıtlığının önemli bir nedeni petrol zengini ülkenin yanlış politikalar neticesinde fakirleşmiş olmasıdır. Bu iki ülkeye bakılınca halkın refahını arttırmanın her zaman onu tatmin etmeye yetmediği sonucuna varılabilir.
İsrail- Hamas, Rusya- Ukrayna savaşları. Benzerlikler, farklar
Batının ve genelde dış dünyanın ümidi savaşın yayılmasını önlemektir. Öyle anlaşılıyor ki bölge ülkeleri de aynı amacı benimsemiş gözüküyor. Bu satırları yazdığımda İran henüz Haniye cinayetinin intikamını almamıştı. Tersine yeni Cumhurbaşkanı Pezeşkiyan, İngiltere’de okumuş, tecrübeli diplomat ve nükleer müzakereleri zamanında yürüten Abbas Araghchi’yi Dışişleri Bakanlığına getirmek suretiyle tırmandırma taraftarı olmadığını göstermiştir. Muhafazakarlardan oluşan Meclis bu atamayı onaylarsa tırmandırma arzusunun orada da olmadığı anlaşılacaktır. Batı ise ateşkes müzakereleri devam ettiği sürece İran’ın İsrail’e karşı şiddetli bir askeri saldırıda bulunmayacağını hesap etmekte, bu amaçla dolaylı bir şekilde yürütülen görüşmeleri mümkün mertebe sürdürmeye çalışmaktadır.
Mavi Vatan ve başka masallar
Güney Afrika’nın Uluslararası Adalet Divanında açtığı ve İsrail’i soykırım suçundan mahkûm ettirmeye yönelik davaya uzun bir bekleyişten sonra iktidar müdahil olmaya karar verdi ve gerekli dilekçeyi Divana geçtiğimiz hafta takdim etti. Ancak Divan Tüzüğünün 63/2 Maddesinin Divan kararlarının müdahil ülkeler için de bağlayıcı olduğunu belirtmesi dava hakkında alınabilecek kararın Ermeni soykırım iddialarına destek teşkil edeceği endişesine yol açtığı anlaşılmaktadır. Gecikmenin bir nedeni de bu olabilir.
Montrö Vaşington’da
Vaşington’da’ki NATO zirvesinden çıkan ortak bildiriye Montrö Sözleşmesi’nin girmesi bir ilk. Türkiye’nin de en azından kullanılan ifadelere karşı çıkmadığı anlaşılmaktadır. Boğazların savaş gemilerine kapatılmış olmasından en fazla zarar görmüş olan ülke şüphesiz Rusya’dır. Korkarım Ukrayna Savaşı bittiğinde Montrö’nün gözden geçirilmesi Rusya’nın önceliklerinden biri olacaktır. 20 yıllığına yapılan Sözleşme bu yirmi yılın sonunda beşer yıllık sürelerle otomatik olarak uzatılmaktadır. Kafamızı kuma sokmayalım. 2026 ilk baharında gelebilecek olan Montrö’nün tadili taleplerinin neler olabileceğini belirleyelim ve hazırlıklarımızı ona göre yapalım.
50’nci yılında Kıbrıs: Doğrular ve yanlışlar
Harekatın 50'nci, KKTC’nin ilanının 41'inci yılında Türkiye hariç onu tanıyan ülke yok. İzolasyonlar devam ediyor, havaalanına Türk uçakları dışında inen uçak yok. Posta hizmetleri Türkiye üzerinden yürüyor. Türk lirası kullanılıyor, birçok kilit noktada bulunan görevliler Türkiye tarafından atanıyor. Bu durumun değişeceğine ilişkin hiçbir işaret yok. TBMM, DEM Parti dışındaki partilerin oyuyla gerçeküstü bir karar kabul etti. Bana göre bu belgenin en içler acısı kısmı, Türk Devletleri Teşkilatı’nın KKTC’ye gözlemcilik vermiş olmasının memnuniyetle karşılandığının belirtilmiş olmasıdır. 41 yıl sonra KKTC’ye STK muamelesi çekilmiş olması üzücü değilse nedir diye sormak geliyor içimden.
“Çok fazla sarılan sıkı tutamaz” ya da dış politikada bocalamaya devam
Bir evi muhakkak satmak istediğinizi potansiyel alıcıya hissettirirseniz fiyat düşer. Tersine alıcıysanız ve evi çok beğendiğinizi ve almaya kararlı olduğunuzu satıcıya hissettirirseniz, fiyat yükselir. Bunlar müzakerenin temel ilkeleridir. Oysa bakıyorum ki haftalardan beri iktidarımız Suriye diktatörü Esad ile görüşme yapma hevesi içinde. Esad da haliyle fiyatı yükseltiyor. Bunda şaşırtıcı bir şey yok. Bakalım fiyat nereye kadar çıkacak ve alıcı taraf bunu ödemeye razı olacak mı? Ülkemiz normal bir şekilde yönetiliyor olsaydı, temaslar ilk önce bir üçüncü ülkede teknik düzeyde ve mümkünse gizlice başlatılır, işler olgunlaştıktan sonra devlet başkanı düzeyine çıkarılırdı.
ANALİZ | Selim Kuneralp: von der Leyen’in “Akdeniz Komiseri”, bende Türkiye’nin AB adaylığı için kuşku uyandırdı
Emekli Büyükelçi Selim Kuneralp yorumluyor: Yeniden AB Komisyonu Başkanı seçilen Ursulu von der Leyen “Akdeniz için bir komiser görevlendireceğim” demişti. Bu, Türkiye için bende kuşku uyandırdı. Türkiye aday ülke, şimdiye kadar Genişlemeden Sorumlu Komiserler tarafından takip ediliyordu. Bizi de eğer Akdeniz Komiseri takip edecekse, adaylıktan biraz daha uzaklaşmış olacağız.
Üç ülke üç seçim
Birleşik Krallık seçim neticelerinin Fransa’dakilerden büyük farkı istikrarı sağlamış olmasıdır. Fransa belki bir yıl halkın desteğinden yoksun bir hükümetle idare edilecekken, Birleşik Krallık seçimin ertesi günü eski başbakanın istifa ettiğine, yenisinin atandığına ve seçimden iki gün sonra yeni iktidarın ilk kabine toplantısının yapıldığına şahit olmuştur. İktidar boşluğu sadece yarım saat sürmüştür. Ülke bir hukuk devleti olmasa şüphesiz temsil adaletini sağladığı pek iddia edilemeyecek bu sistemin sakıncaları çok büyük olurdu. Ancak oy dağılımına bakıldığında nısbi sistem uygulanmış olsaydı, ülkenin diğer çoğu Avrupa ülkeleri gibi koalisyonlar veya azınlık hükümetleri ile yönetilmiş olacağını görürdük. Birleşik Krallık halkı mevcut sistemden memnuna benziyor.
Üçüncü dünya savaşı çıkar mı?
Üçüncü Dünya Savaşının Orta Doğu’da patlaması geçmişte olduğu gibi bugün de pek mümkün değildir. Orta Doğu Savaşları hep orada kalmış ve yayılmamıştır. Üçüncü Dünya Savaşını başlatacak birisi varsa o da köşeye sıkışmış ve savaşı kazanamayacağını anlamış bir Putin’dir.
Şu Patrikhane “meselesi”
Patrik Bartholomeos 14-16 Haziran tarihlerinde İsviçre’nin Bürgenstock sayfiye kasabasında düzenlenen Ukrayna destek konferansına davet edildi ve ortaya çıkan belgeyi katılımcı çoğu devlet temsilcileriyle imzalaması yine bir bardak suda fırtına yarattı. Hatırlayanlar için Bürgenstock kasabasının yakın tarihimizde bir yeri zaten vardı. Kıbrıs’ın AB’ne katılma antlaşması imzalanmadan hemen önce soruna bir çözüm arayışı bulmak için yapılan konferans da orada toplanmış ve her zamanki gibi başarısızlıkla sonuçlanmıştı.
Fransa nereye?
28 yaşındaki Bardella’nın arkasında kuvvetli bir halk desteğiyle başbakanlığı ele geçirmesi halinde Macron’u sıkıştırma imkanları artacaktır. Macron, AB zirvelerinde ülkeyi temsil etmeye devam edecek, ancak başta Dışişleri Bakanları olmak üzere Bakan Konseylerinde kendisine karşı olan hükümetin bakanları ülkeyi temsil edecektir. Bu sefer hükümeti kurmaları olası olan partilerin sisteme yani Beşinci Cumhuriyete eskiden olduğu kadar bağlı oldukları söylenemez. Sol cephenin uçuk ekonomik politikaları şimdiden sermayeyi ürkütmeye başlamıştır. Büyük sermaye sahiplerinin bir kısmı bu nedenle aşırı sağa eğilim göstermektedir. Şüphe yok ki aşırı solun iktidara gelmesi halinde Fransız ekonomisi büyük bir darbe yiyecek, sermaye ülkeden kaçacak ve büyük bir ekonomik kriz yaşanacaktır. Aşırı sağın kazanması ise AB ile ilişkilerde bunalımlı bir dönemin kapısını açacaktır.
“AB çatladı” mı?
Netice endişe edildiği kadar “kötü” olmamıştır. Haklı olarak Fransa’da aşırı veya radikal sağın en fazla oyu alması, Almanya’da ikinci sırada olması ve başka ülkelerde de kayda değer ilerlemeler kaydetmesi, endişe edildiği kadar vahim neticeler doğurmamıştır. Sağa kayma olmuştur ama bu kayma ortanın sağındaki partilere olmuş ve onların grubu Avrupa Halkları Partisi (EPP) birinciliğini korumuştur.
Trump’ın davaları ve olası sonuçları
ABD tarihinde ilk defa bir eski başkan yargılanmaktadır. Üstelik Donald Trump aynı zamanda bir dönem daha başkanlığa adaydır. ABD tarihinde bir eski başkanın yeniden başkanlığa aday olduğuna sadece ikinci defa rastlanmaktadır. Şimdiye kadarki tek örnek 1901-1909 döneminde başkanlık yapmış olan Theodore Roosevelt’tir. O tarihlerde henüz dönem sınırlaması olmadığı için Roosevelt 1912 seçimlerine girmiş ancak kazanamamıştı. Temmuz ayında yapılacak Kongre’de Cumhuriyetçi Partinin adaylığını benimsemesi ve yeniden seçilmesi halinde Trump 250 yıllık ABD tarihinde iktidarı kaybettikten sonra yeniden kazanmayı başaran ilk kişi olacaktır.
Demografi sorunu, kaçak göç sorunu
TÜİK tarafından yayınlanan ülkemiz kadınlarının süratle azalan doğurganlığı ile ilgili rakam içinde bulunduğumuz her bakımdan kaotik durumda layık olduğu ilgiyi uyandırmadı. 2001 yılında 2,38 olan doğurganlık nüfusun stabl olması için gereken 2,1’i de geride bırakarak 1,5’e düşmüştür. En garantili çözüm en azından kısa ve orta vadede göçü teşvik etmektir. Burada kastedilen tabii kaçaklar değil, nitelik sahibi ve duyulan ihtiyaca cevap verecek kişilerin göçüdür şüphesiz. Politikacıların söylemlerini değiştirip göçmenleri düşmanlaştırmak yerine onların demografik sebeplerden dolayı zamanla gittikçe artacak bir ihtiyaca cevap verebileceklerini halklarına anlatmaları iyi olurdu.