Tuncer Köseoğlu

Uçtu, uçtu…

Samsun’da her şey havada uçtu. Uçanlara bakmaktan, toplanmamıza vesile olan zeminde oynanan futbola dikkat kesilemedik. Maytaplar, meşaleler havada uçtu… O da yetmedi kelebek bıçak fırlatıldı. ‘’Ya o bıçak bir futbolcuya değseydi’’ diye aklımdan bile geçirmiyorum bile. Yetmedi, en son taraftarlar sahaya uçtu…

Çınar…

Fırtına ve buz parçalarının gökten ateş topu gibi düşmesinden sonra özellikle sosyal medyada en çok paylaşılan fotoğraflar asırlık ağaçların devrilmesi oldu. Çınar ağaçlarının devrilmesini fırtınanın şiddetine bağladı ahali. Ertesi gün hasar tespiti için yaşadığım mahalleyi dolaştım. Birkaç ağaç devrilmişti. Ağaçlar; tamamen betonla kaplanmış, toprakla ve suyla olan bağı kesilmişti. Yüzyıllardır toprağa kökleriyle tutunan ve bu sayede her türlü badireyi atlatıp günümüze kadar gelen ağaçların suyla ve toprakla olan bağını koparıyoruz, sonra da devrilmelerine hayret ediyoruz.

İmparatore!

Giderek dibe oturan futbolun en tepesindeki insanın istifa etmek yerine kükrediği günleri yaşıyoruz. Bizler ise çok sevdiğimiz futbolu kâh içimiz acıyarak kâh sevinerek kâh üzülerek seyredeceğiz. Önümüze konulan mönüye bakıp yemeye çalışacağız ki, futbolu yönetenler ne hikmetse her defasında aynı yemeği yediriyor bizlere…

Ya evde yoksan…

İstanbul, benim için kendisine yapılan bütün kötülüklere karşın, dünyanın en güzel kenti ve en önemlisi aşk ile yaşanılacak bir yer. Şimdi bu kente bunca kötülüğü yapanlar son yağışları doğal afet deyip geçiştirecekler; bir dahaki ‘doğal afet’ gelene kadar... Her yeşil alanın, tarlaların, bataklıkların, tepelerin üzerine şehrin kaldıramayacağı kadar yüksek binalar yapmak, suya gidecek yer bırakmadan her yeri betonlamanın neresi doğal afet?

Zehir…

Birkaç gündür sosyal medyada parklarda kışı geçiren Suriyeli mültecilerin videoları, fotoğrafları paylaşılıyor. Bu paylaşımla birlikte herkes demesem de büyük bir çoğunluk, memleketin elden gittiğinden dem vurup, içindeki ‘zehri’ akıtıyor. Öyle ya bu mülteciler; oturacağımız parklarda gireceğimiz denizlerin kıyılarında ‘tuhaf’ giysileriyle dolaşıp bizim modern yaşam özgürlüğümüzü engelliyor, rahatsız ediyorlar.

‘Ahlaksız’ ahlakçılar…

Dikkat ettim bu ‘ahlakçıların’ ortak özelliği çok çabuk tahrik oluyorlar. Kadın kot giydi, kısa giydi, uzun giydi, bol giydi, tahrik oluyorlar. Sürekli bir tahrik olma hali var. Aslına bakacak olursak kadının ne giydiğinin pek bir önemi yok, kadın olmaları başlıca tahrik nedeni. Beyin sadece bu şekilde çalışıyor belli ki…

Kiraz zamanı…

Bu sene kirazı dalından yeme şansına erişememiş olsak da sosyal medyada paylaşılan kiraz ağacı fotoğrafları sayesinde bu arzumuza gem vurmuş olduk, hafiften hayıflanarak… Kısa ömürlü meyvedir kiraz, hayatın kendisi gibi. Rüzgâr vurup geçer yeşil dallarından ardında sararan yaprak bırakarak.

Arda’nın onuru ve yüzleşme…

Ailelerin ‘Arda’ adını verdiği, çocukların formasını gururla taşıdığı bir futbol idolünün, başı sıkıştığında ‘sokak çocuğu’ havalarına girmesi kabullenilemez bir durum. İdol olmanın nimetleri olduğu kadar ağır külfetleri de vardır. “O külfeti kaldıramıyorsan, kalsaydın o çok sevdiğin sokak aralarında” derler insana…

Haydar Abi …

Kadıköy Rıhtım Caddesi’nde oturduğu küçük iskemlesinde insanları seyreden, dükkanına gelenlere bıçak satmaktan çok sohbet etmeyi tercih eden Haydar Abi, yok artık. Caddedeki kalabalıklar, birbirlerinin omuzuna değerek görmeden geçip gitmişti o ufak tefek adamın yanından. Bir yerlere yetişmeye çalışırken birçok şeyin farkına varmadığımız gibi…

Remezan…

Ramazan sofralarına, tanıdık olsun olmasın, sokaktan geçen herkes buyur edilirdi. Tanrı misafirlerine soru sormak ayıptı sofralarda. İcap ederse kendisi anlatırdı. En önemlisi küçük dükkânlara yardım istemek için gelenler, eli boş gönderilmezdi. Kurulan sofraları karşılayanlar böbürlenmezdi şimdiki gibi. Şimdilerde çokça görür olduk dev pankartlarda; “Bu akşamki iftar sofrasını falanca işadamı karşıladı” diye.

Çuval…

Türkiye devletinin bu davalardan yüzünün akıyla çıkması için önünde büyük bir şans var. Her şey, ‘FETÖ Davası’ çuvalının içine doldurarak heba edilip, ‘damatlar’ ince hastalıktan tahliye edilirken, muhalifler içeriye mi tıkılacak? Yoksa, adalet duygusundan ayrılmadan, yeni mağduriyetler yaratmadan suçlular hak ettiği cezaları mı alacak?

Fıtrat…

Aradan üç yıl gibi kısa bir süre geçmesine karşın Soma katliamının unutulması, bu memleketin fıtratında çok çabuk unutmanın olduğunu düşündürdü bana. Öyle ya; yakın tarihimize baktığımda büyük felaketler, katliamlar gördük ve hepsini unuttuk gitti. Yeni katliamlar, felaketler yaşayana kadar unutacağız da…

Al Jazeera Türk…

Başta okuruna saygı olmak üzere haberin evrensel değerlerine bağlı kalarak yayın yapan Al Jazeera Türk’ün, kepenklerini kapatması Türk Medyası açısından çok üzücü. Kıymeti gelecekte çok daha iyi anlaşılacaktır. Bu kadar bilgi kirliliği arasında bir soluklanma yeri gibiydi; habere kıymet verenler açısından.

Demokrasinin menemenle imtihanı

Menemeni istediği gibi getirilmediği halde yemeyi kabul eden bizler gibi ‘uysal’ kuşak yerine her şeye itiraz eden, sorgulayan, dünyayı gören, algılayan yeni bir kuşak geliyor. Bu kuşağı köprülerle, barajlarla, havaalanlarıyla yanınıza çekemezsiniz. Parmak sallayarak azarlayarak hiç yola getiremezsiniz. Başka bir dil, başka bir söylem bulunmalı; ayrıştırmadan, ötekileştirmeden…

Tutunmaya çalışanlar…

En acı veren ne biliyor musunuz? Sürenle, sürülenler aynı sınıftan ve aynı ekmeğin kavgasını veriyor. Bir şekilde hayata tutunmaya, kök salmaya çalışıyorlar. Vatanları ellerinden çalınan Suriyeli mültecileri, yaşadıkları zor şartların sorumlusu olarak gören ve onları kovarak rahatlayan Pamukyazı sakinlerinin unuttuğu bir şey var: Zenginlerin kurguladıkları vahşi bir oyunun mağdurudur kovan da, kovalanan da…

Nerden baksan tutarsızlık, nerden baksan ahmakça…

Galatasaray yine şampiyon olacak, şampiyonluklar kaybedecek. Sevindirecek, üzecek gönül verenlerini. Hiç kimsenin 25 milyona yakın gönül vereni olduğu tahmin edilen bir kulübü böyle küçük düşürmeye hakkı yok.

Bir mahalleye kök salmak…

Yolunuz Cankurtaran’a düşerse, Erol Taş’ın kahvesinde bir soluklanın ve dalın ara sokaklara. O sokaklarda hâlâ Dede Efendi’nin doğduğu evden bütün insanlığa yaydığı o muhteşem nağmeleri yankılanıyor çünkü. Hissederseniz, duyarsınız o nağmeleri…

Kabahat…

Bana göre; büyüklerin birbirlerine ne olursa olsun işledikleri suçların karşılıklı hafifletici nedeni olabilir. İki şeyin asla… Bir; büyüklerin çocuklara karşı işledikleri suçlar, diğeri de hayvanlara karşı işledikleri suçlar. Bu ikisi affedilemez çünkü; ikisi de masumdur, ikisi de savunmasızdır...

En alttakiler

Hiçbir gazetenin sayfalarında yer almadı onların ‘’başarı’’ hikâyeleri. Sadece zaman zaman hatırlanırlar. Arada polisin aklına gelir, gazeteci ordusuyla gidilip basılır kaldıkları ‘sağlıksız’ yerler. Sanki daha uyguna kalınacak, barınılacak yer varmış gibi derdest edilirler odalarından.

Çocuklar bizi gözetliyor…

Küçük kangal yavrusunun da Elanur’un da ortak özelliği masum olmaları. Masumlara kıymayın efendiler. Ve asla unutmayın şunu: Çocuklar bizleri gözetliyor. Bizim yaptıklarımızı yapmayacak kadar iyi gözetliyor hem de…

Hatalıysak aramızda kalsın!

Futbol seyrinin keyif vermediği bütün kurumlarıyla dibe vurduğu zamanlardayız. Buradan çıkmanın, bu oyunu güzel kılmanın yolunu elbet bir şekilde bulacağız. İşe; bir kaybedenin olduğu yerde kazanmanın o kadar da anlamlı olmadığını ilke edinerek başlamalıyız.

Aşıklar Şehri’nin büyüsü…

Filmin olmazsa olmazı ise insanlık tarihi kadar eski olan ‘aşkın’ karmaşık hali… İnsanların fast food ilişkiler yaşadığı, ilişkilerin akıllı telefonun değişim süresi kadar sürmediği, hatta çok sert bir biçimde yaşandığı bir dünyada naif bir aşkın yaşanması insanlara iyi geliyor haliyle.

Sana ne…

Böyle dayatmaları görünce insan isyan ediyor haklı olarak. Biz büyüklerimizden öyle gördük. İnsanın inancı, cebindeki parası, hangi partiye oy vereceği sorulmazdı. Ayıp sayılırdı böyle şeyler. Ayıbı da geçtim resmen faşist bir baskıyla karşı karşıya insanlar. Benim gibi ‘arafta’ kalmış, neyin ne olduğunu anlamaya çalışan insanlar da var bu toplumda. İşte bu sessiz insanlar adına parmak sallayanların menşei ne olursa olsun ‘Sana ne’ diyoruz kısaca.

10. yıl…

Çinlilerin ettiği beddua gibi, 'ilginç zamanlarda yaşayasın' dönemindeyiz. Bir güç zehirlenmesi yaşıyor geçmişte tanıdığım bazı insanlar. Bu kadar da olmaz dedirtecek şeylere tanık oluyoruz ahali olarak. En ufak bir muhalefet sesi FETÖ’cü olmakla itham edilerek susturulmaya çalışılıyor. İşin ilginci FETÖ’nün ‘cici cemaat’ olduğu dönemlerde aynı kaptan yiyenler, aynı halayda duranlar, daha bir bağırarak söylüyor karşısındakine bu FETÖ’cü ithamını.

Öküzün boynuzunda…

2016 yılında öyle şeyler yaşadık ki ben de babaannemin teorisine hak verdim. Dünyayı fena salladı öküz, biz ise memleket olarak fazlasıyla nasibimizi aldık bundan. Darbe girişiminden katliamlara neler yaşamadık ki. Hani; Sultanahmet Meydanı’na bir uzay gemisi inse ve ülkemizi işgale kalkışsa buna bile şaşırmayacak hale geldik.

Heykel…

Şehrin dinamikleri gereği heykellerin yer değiştirmesine karşı çıkıp yaygara koparmak yerine, sanat kalitesi yüksek, soğuk dökümhanelerde yapılmayan, sanatçı eli değen heykeller yapılırsa; işte o zaman Atatürk’ün modern Türkiye’ye verdikleri bir anlam kazanır.

Teferruat

Bakın; ülke tarihinin en önemli açık saldırı hedefi durumunda. Bu saldırılardan umudumuzu, sağduyumuzu yitirmeden ayağa kalkacağız, buna inanıyorum. Bunu yaparken de işte o teferruatlara iyi bakmalı. Her ayrıntıyı özenle hesaplamalıyız.

20 metre…

Taraftarın isteği üzerine genç polisi orta sahaya kadar getiren ve alkışlatan kişi Galatasaray kaptanı Selçuk İnan’dı. Futbol hayatı boyunca o taraftar önünde sayısız zaferler kazanmış, hüzünler yaşamış ve bütün yaşamını ayaklarının gücüyle güzelleştirmiş Selçuk, orta sahaya kadar zor yürüyebilmişti. Onu, kendi nitelendirmesiyle ‘Hayatının en zor 20 metresini’ yürütemeyen de 44 insanımızın katledilmesiydi.

Kapıları kilitlemek…

Bu ülkede büyükler çocuklar için hep iyi şeyler düşünür. İyi şeyler düşündükleri için de ‘bazı çocuklar’ büyümeden göçüp giderler… Büyüyüp de ne olacak ki, bir de dünyanın kahrını çekmek var dimi? Ayrıca çocukları kötülüklerden korumak, canlarını almaktan daha zordur. Yurttan kaçıp, ‘kötü’ olacaklarına kanatsız melekler olarak göçüp gitsinler daha iyi. Öyle uygun gördü büyükler!

İstanbul’dan gitmek…

İnsan sadece kalabalıklardan, gürültüden kaçmaz. Öyle an gelir ki kendisinden kaçası gelir. İşte öyle anlarda kendinize soluk alabileceğiniz limanlar bulun. İstanbul’da kendinizi iyi hissedeceğiniz çok yer var; onları keşfedin.