Ana SayfaYazarlarİmparatore!

İmparatore!

 

Maiyetindekilerle birlikte sefere çıktı İmparator. Öfkeliydi. Nasıl öfkeli olmasın, damadına ait işyerinin yanındaki kebapçı paravan koyup önünü kapatmıştı. Kuzgunla haber saldı önce “Tez yıkıla o paravan” diye… Karşı kuzgundan haber geldi, “Gücün yetiyorsa gel sen yık” diye.  Bir de ‘Sen kimsin’ meselesi var ki üzerine enstitü kurulsa yeridir. Herkesin çoook önemli olduğu yerde, ‘Sen kimsin’ dendiğinde, akan sular durur, küçük çaplı bir savaş çıkardı. Kim olduğunu cihana duyurma adına…

 

İmparator Halikarnasos’tan sefere çıkarken, Alaçatı’daki kebapçı boş durmuyor; Adana, Urfa kebaplarının yanında lahmacunları yığınak yaparak savunma hattını güçlendiriyordu. Bu yığınak sayesinde İmparatorun gece baskınını geri püskürten kebapçı bir anda ülke gündemine oturuyor, art arda televizyonlara “Delikanlıysan tekrar gel” röportajları veriyordu… Bunlar yaşanırken İmparator birkaç gün sessiz kaldıktan sonra basının karşısına çıktı. Yenilmiş bir mağdurdan çok mağrurdu. Ki, onun kitabında yenilmek şöyle dursun, kendini Tanrı katına yakın bir yerde görüyordu. Yaptıkları için özür dilemedi; aksine olaya ailesini katarak, “Yine yaparım” deyip geçiştirdi. Unutulmasını istedi bu başarısız seferin. Unutulabilirdi unutulmasına ancak olaya karışan kişi Türk Futbolu’nun ‘tek’ yöneticisi, her şeyin ondan sorulduğu Fatih Terim olmasaydı eğer…

 

Terim de hiçbir şey olmamış gibi davranılmasını istiyordu; çünkü Türk halkının ona vefa borcu vardı. Öyle ya; İmparatorluk kavramının doğduğu, kısa süre çalıştığı topraklarda bir anda kendini Julius Caesar katında bulmuştu. İtalyan futboluna verdikleri karşılığında kendisine İtalya’nın güneyi (Çizme kısmı) teklif edilmiş, ama o bunu reddetmişti. Koca İmparator, ne etsin  fakir güneyi, o doğuştan kuzeyliydi. Bunu yerine ülkesine dönüp bizim çocukken top oynadığımız, dere geldiğinde yeri sıklıkla değişen toprak çakıl karışımı sahanın da içinde olduğu her yerin sahibi olmak istemişti. Bu isteği de yerine getirildi. Bu ülkede futbol ne varsa her şey Terim sayesinde oldu gibi bir egoyla duruyor karşımızda. Öyle bir mağrurluk ki bu, Batı Roma’nın büyük İmparatoru Sezar bile boynu bükük durur, karşısında ezilir…

 

Hal böyle olunca bir yalan sarmalının içinde debelenip gidiyoruz. Futbolumuzun yapılan onca tesisler ve yatırımlara karşın giderek dibe oturmasını içimiz acıyarak izlemek bir yana, sporun evrensel değerlerinden de giderek uzaklaşıyoruz.  Futbolumuzun en tepe noktasındaki Terim, hem yaptığı mafyavari baskının görülmemesini istiyor hem de “Bir daha olsa yine yaparım” diyor. Diyebiliyor. Buna rağmen yerinde hiçbir şey olmamış gibi oturabiliyor.

 

Bu olaydan sonra medyada Terim’in istifa etmesi gerektiği söylendi-yazıldı. Bunu yazanlardan biri de memleketin yetiştirdiği en iyi kalecilerden biri olan Rüştü Reçber oldu. Reçber, Hürriyet Gazetesi’ndeki köşesinde son derece nazik bir dille Terim’in istifa etmesi gerektiği, etmediği takdirde ise görevden alınması gerektiğini yazdı.  Vay sen misin bunu yazan! Terim, baştan sona Rüştü’yü aşağılayan bir mektup yazdı. Mektubun özünü, “Sen benim kim olduğumu biliyor musun? Sen kimsin?” tavrı oluşturuyordu. Öyle ki, Rüştü’ye neredeyse “Ben senin sünnetli halini bilirim” demeye getirdi. Hele bir dilbilgisi dersi var ki, evlere şenlik… Terim’in engin dilbilgisiyle Rüştü’yü aşağılamasını Ahmet Hamdi Tanpınar ya da Yahya Kemal Beyatlı gibi Türk dilinin üstadları okusa mezarlarından kalkar, İmparator’un karşısında el pençe dururlardı, kuşkusuz!

 

Yeni bir futbol sezonuna giriyoruz. Dolar’lar, Euro’lar havada uçuşuyor. Uçaklar iniyor kalkıyor, bir göz boyamadır gidiyor sahalarda.  Giderek dibe oturan futbolun en tepesindeki insanın istifa etmek yerine kükrediği günleri yaşıyoruz. Bizler ise çok sevdiğimiz futbolu kâh içimiz acıyarak kâh sevinerek kâh üzülerek seyredeceğiz. Önümüze konulan mönüye bakıp yemeye çalışacağız ki, futbolu yönetenler ne hikmetse her defasında aynı yemeği yediriyor bizlere…

 

Yazarken bile zaman zaman sinirlendiğim yazıyı bu memleketin topraklarında doğduğu ve bizlere geleceğin anahtarını deyişlerle verdiği için minnet duyduğum “İki kapılı bir handa” yaşayıp giden Aşık Veysel’le bitirmek istiyorum. Ne diyordu büyük halk ozanı: “Beni hor görme kardeşim, sen altınsın ben tunç muyum? Aynı vardan var olmuşuz, sen topraksın ben baç mıyım?”.

 

 

 

 

- Advertisment -