Ümit Kurt
Darbeleri olumlayan entelektüel aparat
1990’lardan itibaren ve 2000’ler boyunca, bu 1980’lerin ikinci yarısı boyunca Zincirbozan ve 12 Eylül ve Kenan Evren sonrası askeri darbe tartışması yaygın olarak unutuldu. Roller değişti, o zaman bundan sonra kararlı ve ilkeli bir biçimde “mutlaka askeri darbe veya askeri vesayet karşıtı olacağım” diyen politikacılar, gazeteciler ve sair taife 2002 sonrasında büyük ölçüde tavır değiştirdiler.
Anormal politika ve iktidarı devirme geleneği
Örneğin 27 Mayıs sonrasında DP’lerin ailelerinin, çocuklarının, eşlerinin gördüğü baskıdan, hoyrat davranışlardan hiç söz edilmezdi. Zira onlar karşı devrimciydiler, bunlara müstahaktılar.
Devirmek ve alaşağı etmek söylemi ve 27 Mayıs
Türkiye’de son beş-on yıllık gelişmeleri, tartışmaları dikkatle izlediğimizde bugün de siyaset alanında yeniden satha çıktığını söylemek mümkün. Örneğin bugün pek çok insan AKP’yi seçimlerde yenilgiye uğratmaktan değil; iktidardan devirmekten, alaşağı etmekten bahsediyor.
27 Mayıs “iyicil” bir darbe miydi?
Çok partililik ve seçimler, Kemalist devrimin iktidardan tasfiye ettiği düşünülen komparador-işbirlikçi burjuvazi ve toprak ağaları vs. bunları hepsinin geri gelmesine ve iktidarı yeniden ele geçirmesine yol açmıştı. Bu bağlamda DP, bu Hegelci determinist tarih anlayışı ve düşünüş tarzına göre tarihin ilerlemesi gereken yöne, ilerleyeceği varsayılan patikaya aykırı bir olaydı.
27 Mayıs darbesi neden kritik bir nokta?
Beğenelim beğenmeyelim 1950’ler, 60’lar, 70’ler ve 80’ler boyunca sosyal bilimlerde varlığını kuvvetle sürdüren-hissettiren Marksist anlayışlardan neşet eden bir olgu vardı: devrimlerin ve devrim benzeri olayların devrimlere gönderme yaparak değerlendirilmesi veya değerlendirilmeye layık görülmemesi.
Türkiye’nin darbeler tarihi
“Türkiye’de neden darbeler oldu?” sorusu bir entelektüel tarih sorunu aslında. Ben, burada başka bir yazının konusu olan doğrudan doğruya darbelerin kendi ideolojik, sosyal-ekonomik ve sınıfsal nedenlerini açıklamak yerine; insanların darbelere bakışındaki düşüncelerinin nasıl değiştiğini, bir genel entelektüel ortam ve atmosferdeki değişimden insanların darbeler bağlamında nasıl etkilendiğini izah etmek istiyorum.
Zihniyet, siyaset ve tarih
Toplumumuzu ilgilendiren can alıcı meseleleri tahlil ederken pragmatizmin sağladığı konformizme teşne olmadan, meseleleri şahıslar ekseninde, güncel koşullar etrafında açıklamak yerine, onlara tarihi gelişim, kültürel eğilim ve etkileşimler bağlamında yaklaşmaya çalışmak gerekiyor.
Tarihsizlik ve belleksizlik
Türkiye toplumunun tarihle olan ilişkisi tarihsizlik üzerine kurulu. İlginç olan bu parametrenin Türk toplumunun ulus devlet inşası sürecinden beri tarihe yaklaşımıyla tam bir uyum içinde olması.
Osmanlı’dan Cumhuriyet Türkiye’sine intikal eden milliyetçi bakiye
Cumhuriyet rejiminin inşa etmeye çalıştığı tek bir etnik temele dayalı Türk modern ulus-devlet projesinin oluşturulmasında Türk Yurdu'nda ortaya konulan milliyetçi ideolojinin içeriğini teşkil eden birçok unsurun o dönemde işlevsel bir şekilde kullanıldığını görüyoruz.
Ana bir damar olarak Türk milliyetçiliğinde ırk(-çılık) ve ırkçı söylemler / Son söz yerine-3
Irk’ı bir insan topluluğunu diğerlerinden ayıran temel nitelikleri biyoloji ve fiziki antropoloji terimleri ile açıklayan bir kategori olarak tanımladığımızda bile, Türk milliyetçiliğinde ırkçı bir söylemin izlerine rastlamak mümkündür. Ancak bunun baskın bir söylem olduğunu söylemek zordur.
Ana bir damar olarak Türk milliyetçiliğinde ırk(-çılık) ve ırkçı söylemler / Son söz yerine-2
Irkçılığın ve sistematik ırkçı politikaların Nazi ırkçılığı temel referans noktası alınarak tanımlanması, ırkçılığın tanımını katılaştırır ve ‘dondurur’. Bu durum ırkçılığın değişik varyasyonlarını görmememizi engeller. Kaldı ki nasyonel sosyalistlerin bile ırkçılığı sadece biyolojik-fiziksel değil oldukça pragmatiktir ve Nazilerin politik ihtiyaçlarına göre farklı biçimler ve yönelimler almıştır.
Ana bir damar olarak Türk milliyetçiliğinde ırk(-çılık) ve ırkçı söylemler / Son söz yerine-1
Türk milli kimliğinin inşa sürecini şekillendiren bir etmen olarak ırkçı motifler sadece biyolojik-fizyolojik veya antropolojik bir damardan besleniyor değildir. Irkçılık Türk kimliğinin özselleştirilmesi ve biricikleştirilmesi ile ortaya koyulan bir üstünlük söylemiyle de kendini yüksek perdeden belli edebilir.
Ana bir damar olarak Türk milliyetçiliğinde ırk(-çılık) ve ırkçı söylemler-8
F. Sâcid’e göre Türklük gayr-i müslim unsurlardan üstündür. Türklük olgundur, ona isyan edenlerin bu yaptığını çocukluk olarak niteler: “Düşünün bir: Kaç yıl oldu siz beşiğe düşeli? ‘Çocuk yaşındayız’ diye çocukluk mu etmeli?”. Hıristiyan unsurları aşağılarken seçtiği sözcükler F. Sacid’in ırkçı söylemin derin sularında yüzdüğünü gösterir:
Ana bir damar olarak Türk milliyetçiliğinde ırk(-çılık) ve ırkçı söylemler-7
Irkçı düşüncenin yaygınlaşmasında önemli rol oynayan Gustav Le Bon’un seciyenin terbiyesinde ırkın büyük bir tesiri olduğu görüşünün Türk Yurdu sayfalarında yer bulması, Türk Yurdu yazarlarının ırkçı düşün deryasına dalmaya yatkınlıklarının bir göstergesidir.
Ana bir damar olarak Türk milliyetçiliğinde ırk(-çılık) ve ırkçı söylemler-6
Türklüğünü unutmak ve unutturmak istemesi, bu “patolojinin” doğal sonucudur: “Ve Türk olduğumu düşünmek, kendimi öldürmek arzularını verirdi”. Seyfeddin’in muhayyilesindeki Avrupalılık kendi çıkarından başka hiçbir şeyi düşünmez; çıkarcı-materyalisttir.
Ana bir damar olarak Türk milliyetçiliğinde ırk(-çılık) ve ırkçı söylemler-5
Seyfeddin milli kimliği açık seçik bir biçimde “damarlarda akan kan” üzerinden tanımlar. Ahmed Nihad’ın Türklüğünü reddederek artık Avrupalı olduğunu iddia etmesi bu nedenle Seyfeddin’in büyük tepkisine sebep olur. Zira “kan”, Ahmed Nihad’ı kati surette Türklüğe bağlıyor olmalıdır.
Ana bir damar olarak Türk milliyetçiliğinde ırk(-çılık) ve ırkçı söylemler-4
Seyfeddin’e göre Batı, Sudan, Fas, Cezayir, Tunus ve Trablus’u ele geçirirken Türklerle beraber Arapları da ezmektedir. Türkler ve Müslümanlar kendi vatanlarında tabi ve azınlık durumuna düşmektedirler:
Ana bir damar olarak Türk milliyetçiliğinde ırk(-çılık) ve ırkçı söylemler-3
Unutmamak gerekir ki modern anlamda 19. yüzyılda ‘bilimsel ırkçılık’ın yükselişinden önce, ‘ırk’ kavramı, ‘kültür’ kavramının işlevini yerine getirmiştir. I. Dünya Savaşı sonrası dönemde ise şaşırtıcı olmamakla birlikte ırkçılık açık bir biçimde biyolojik karakterinden soyutlanarak yeniden kültürel özünü edinmiştir.
Ana bir damar olarak Türk milliyetçiliğinde ırk(-çılık) ve ırkçı söylemler-2
Ancak soy, etnisite ve kan bağına dayalı tanımlama Ağaoğlu’nda tutarlılık ve baskınlık arz etmez. Daha çok “kültürel özcü” bir tutumdan söz edilebilir. Kültürel özcülük ile biyolojik ırkçılık arasındaki fark başlı başına bir tartışma konusudur.
Ana bir damar olarak Türk milliyetçiliğinde ırk(-çılık) ve ırkçı söylemler-1
Türklüğün ezelden ebede uzanan bir süreklilik içinde sabitlenmesi ve özselleştirilmesi, Türk milli kimlik inşasının can damarını oluşturur. Bu “vâsi ve müphem” sahada Türk unsuru bazen diğer ırklara karışarak bazen de başka medeniyetlere kapılarak kendi şahsiyetini ve kavmi karakterini kaybetmiştir.
Türk milli kimliğinin inşası-9: Bitirirken
Türk milliyetçiliği fikrinin oluşturulması, sistematikleştirilmesi ve yaygınlık kazanmasında çok önemli bir rol oynayan Türk Yurdu dergisi ve bu dergide mesai harcayan Türkçü entelijansiyanın ortaya koyduğu fikriyat bize, Türk milli kimliğinin nasıl kurulduğu sorusunu bir kez daha hatırlatmıştır.
Türk milli kimliğinin inşası-8
Türk Yurdu’nda en azından 1911-16 arası dönem itibariyle İslam’ın bu tür bir kontrol mekanizmasıyla zapturapt altına alınması gerektiğine dair bir düşüncenin izlerinin olmadığını söyleyebiliriz.
Türk milli kimliğinin inşası-6
Türklerin tarihini Osmanlı tarihinden ibaret görmeyip İslam öncesi devirlere kadar götüren Türkçü tarih anlayışının ilham kaynağı, Batı’daki Türkoloji çalışmalarıdır.
Türk milli kimliğinin inşası-5
Şimdi şu nokta çok açık ve nettir: Türk milli kimliğinin tarihsel olarak harcında İslam her zaman vardır ve olmaya devam edecektir. Ancak bu harcın ne derece yoğun olduğu sorusu her daim bakidir. Bunun yanında Gökalp’in kullanmış olduğu muasırlaşmak kavramı Türk siyasi hayatını etkilemeye devam etmektedir.
Türk milli kimliğinin inşası-4
Türk milliyetçiliğinin erken dönem Türkçü varyantında Türklük başat unsurdur. İşte, tam bu noktada ismi geçen aydınların modern ve seküler bir milliyetçi damardan beslendikleri olgusu ortaya çıkar.
Türk milli kimliğinin inşası-3
İslam, Türklüğün ve Türk olmanın olmazsa olmazıdır. Bu bakış açısı 1911-16 arası dönemde Türk Yurdu yazarlarının istisnasız bütününde görülen bir yaklaşımdır.
Türk milli kimliğinin inşası-2
20. yüzyılın ilk çeyreğinde bilhassa Rusya doğumlu, Batılı anlamda modern eğitim almış ve kendini “Türkçü” olarak tanımlayan “münevverlerin” teşkil ettiği en başta Türk Yurdu ve diğer süreli yayınların dil ve edebiyat alanında palazlanmaya başlayan Türk milliyetçiliği ideolojisine siyasi de bir ton katarak sistematik bir fikriyat haline getirmiştir.
Türk milli kimliğinin inşası-1
Türk milliyetçiliğinin tarihsel serüveninde somut olarak aldığı biçimlerden biri Türkçülük ideolojisidir. Türkçülük belirli bir tarihsel kesitte Türk milliyetçiliğinin ana duraklarından birisi olmuş, belirli bir entelektüel kesim tarafından bir siyasi ve kültürel programa dönüştürülmüş, bir siyasal akım olarak evrilmiştir.
Yahudi Soykırımı [Holokost] failleri üzerine görüşler-13 ve SON
Bugün Holokost ve Holokost failleri üzerine yapılan bu türden ciddi çalışmaların ve izah denemelerinin yazının başında da dikkat çektiğimiz üzere 1915 Ermeni Kırımı’nın da farklı boyutlarıyla tartışılması noktasında ufuk açıcı perspektifler sunacağı kanaatindeyim.
Yahudi Soykırımı [Holokost] failleri üzerine görüşler-12
Hiçbir ciddi Alman tarihçi Goldhagen gibi Holokost’u açıklamada antisemitizmin yeterli bir faktör olduğu iddiasında da değildir. Tam da bu nedenle, Goldhagen’in bahis konusu çalışması Holokost literatüründe mesai harcayan bilimsel çevreler tarafından fazla dikkate alınmamaktadır.