Vahap Coşkun
Sarraf vakasıyla yüzleşmek (*)
Hükümet, Sarraf vakasını“Türkiye’ye yönelik bir kumpas” diye milli bir mesele haline getirip tartışılmasının önüne geçmek ve eleştirileri asgariye düzeye çekmek istiyor. Ancak bunun çok ikna edici bir siyaset olduğu söylenemez.
Resmî ideolojinin gücü (1)
İsmail Beşikçi’nin yaşam serüveni gibi, AK Parti’de Atatürk ve Kemalizm konusunda yaşanmakta olan “aydınlanma” da, resmî ideolojinin önemi ve dayanıklılığına işaret ediyor.
Korku siyaseti kime yarar?
İnsanların bütününün önüne; sadece referandumda hayır diyenlerin önüne değil, toplumun bütünün önüne, “devleti yeniden inşa edeceğim” diyen, “hukuku, yargıyı yeniden yapılandıracağım” diyen, “eğitim sisteminde şu reformları yapacağım” diyen yeni bir ortak yaşam projesine ihtiyaç var.
AKP’NİN Atatürkçülük hamlesi
Bana göre AKP’de, kısa veya uzun vadede laik kesimleri ikna edebileceğine dair bir inanç yok. AKP kurmayları, taraftarlarının bir kısmının bile burun kıvırdığı bir dalganın aleyhtarlarına hiç tesir etmeyeceğini bilir. Bununla birlikte, laik bürokratların vereceği aleni veya zımni bir kabule, onlardan alınacak olan desteğe hayati bir önem atfediyor.
Kişi kültü ve demokratik normalleşme
_x000D_
Mustafa Armağan bir mağduriyet zincirinin son halkası; onu cezalandıran karar ise herşeyden önce hukuken kabul edilemez. Çünkü Armağan bir tarihçi; bir tarih dergisinin de yayın yönetmenliğini yapıyor. Bir tarihçinin, bir tarih dergisinin eline geçen tarihi bir vesikayı yayınlamasından daha tabii bir iş olamaz._x000D_
_x000D_
“Halkın itimadına küfranı nimet etmem”
Bugün daha büyük bir sorun var: O da yorulmadıklarını ve gayri hukuki bir işleri ya da bağlantılarının olmadığını söyleyen belediye başkanlarının, kendilerini o makamlara getiren halkın iradesini savunamamalarıdır._x000D_
_x000D_
_x000D_
Kürdistn referandumu (7) Kürtlerin kaybı, Türkiye’nin kazancı mı?
Hangi açıdan bakılırsa bakılsın, Kürtlerin kaybından dolayı Türkiye’nin hanesine yazılan bir artı göremiyorum. Aksine, Türkiye’nin elinin zayıfladığını gösteren birçok veri var ortada._x000D_
_x000D_
Kürdistan referandumu (6) açlık-yokluk tehdidi
Hayal kırıklığı sadece KBY ile sınırlı kalmadı. Başta Cumhurbaşkanı Erdoğan olmak üzere çeşitli siyasi aktörler ve iktidara yakın medya, KBY’ye karşı ezici ve yıkıcı bir lisana müracaat ettiler. Bu yüzden Türkiye’de AKP’ye oy veren Kürtlerin büyük bir kısmı da allak bullak oldu.
Kürdistan referandumu (5) beş bin Ülkücü
MHP’yi ayrıcalıklı kılan nedir? Partinin genel başkanı, sarih bir biçimde, beş bin silâhlı milisinin olduğunu söyledi. Gelen cılız tepkileri elinin tersiyle itti, silâhlı bağlarının olduğunu tekrar etti ve herkese meydan okudu.
Kürdistan referandumu (4) beka meselesi
Türkiye’de devlet her kriz anında hemen Kürtlere dönüyor ve onları bir sadakat testinden geçiriyor. Hem de Kürtlerle nasıl bir ilişki kurduğuna ve onlara karşı ne tür bir dil kullandığına zerre kadar dikkat etmeksizin yapıyor bunu. Her halükârda kendisinin haklı olduğundan en küçük bir şüphe duymuyor._x000D_
_x000D_
Kürdistan referandumu (3) İkinci İsrail
Sanırsın ki Kürtler, Müslüman değil. Hiç ateşle sınanmamış. Bölgedeki diğer bütün Müslüman devletler ise birbirine muhabbetle bağlı. Ortadoğu devletlerinin hepsi emperyalizme bayrak açmış da cengâverce mücadele ediyor… Ve sanırsın ki bir tek Kürtler nankörlük yapıyor. Müslümanların ortaklaşa kurduğu oyun salt Kürtler tarafından bozuluyor.
Kürdistan referandumu (2) zamanı değil
Türkiye’de bu kez “Referandum iptal edilsin” ve “Referandum yok hükmündedir” yollu sesler yükseliyor. Bunların da Türkiye lehine bir netice üreteceğini sanmıyorum. Referandum yapıldı ve bitti; KBY’nin bunu iptal etmesi düşünülemez.
Kürdistan referandumu (1) Barzani’nin çocukluk hayali
İhtilaflı bölgelerin statüsünün 2007 sonuna kadar tayin edilmesi gerekirken birtürlü yapılmadı. KYB’nin petrol gelirinden yüzde 17’lik payı 2014’ten beri ödenmedi. Merkezi hükümet tarafından karşılanması gereken peşmerge giderleri, on yıldan bu yana karşılanmadı (buna mukabil Bağdat, son derece tartışmalı bir yapılanma olan Haşdi Şabi’yi merkezi hükümete bağladı ve giderlerini de merkezi bütçeden karşıladı).
“Bildiğin gibi değil”
Bürokrasiye ya da siyasete intisap edip üstüne bir de etkili bir pozisyonu işgal şansına eren devletlû dostlar “devlet aklı” kavramını da çok severler. İşin doğrusu cazip bir kavramdır bu; öyle ki bazen sizin de aklınızı çeler. Normalde hiç hazzetmeseniz de bazen kendinizi de bu kavramı kullanırken bulursunuz. Devletlûlar için ise vazgeçilmezdir. Her kapıyı açar, her sıkıntıyı çözer, her derde deva bulur, her eleştiriyi savuşturur.
Hukuk ötesi SİHA
CHP İstanbul milletvekili Sezgin Tanrıkulu, bir milletvekilinin yapması gereken en tabiî işi yapıp bu soruların peşine düştü ve çok mühim bir iddiayı gündeme taşıdı. Genel suçlamalar içeren, zaman ve mekân belirtmeyen, mağdurları ve failleri belirsiz kılan, kısaca sırf adından söz edilsin ve lâf olsun diye kamuoyunun önüne atılan bir iddia değildi bu. Aksine, son derece somut bilgilere yaslanıyordu. _x000D_
_x000D_
Kürt anasını gömmesin
Türkiye’de devlet eliyle köpürtülen bir millilik daima iki kanal üzerinden gelişir. Biri anti-Kürtlük ve diğeri gayri-müslim karşıtlığıdır. Milliyetçilik, tehlikeli bir vasıtadır. Kitleleri hamasi bir millilikle doldurur ve sokağa salarsanız, kendilerini milli menfaatlerin sahibi ve temsilcisi olarak görenlerin sağa sola saldırmasına ve büyük suçlar işlemesine kapı açarsınız.
“Ulus-devletçik”
PKK bağımsızlık referandumuna karşı olduğunu pat diye deklare etmedi. Lâfı ağzında dolandırdı. Mevcut şartlar altında referandumun herhangi bir derde deva olmayacağını söyledi. Bununla birlikte referanduma gitmenin bir hak olduğunu da teslim etti. Ancak bu çok uzun sürmedi. PKK, her halinden gönülsüz olduğu belli bu tavrını bir kenara bıraktı. Dilini çatallaştırdı ve bağımsızlık referanduma tam cepheden vurmaya başladı. Buna karşılık HDP referandumun yanında yer aldı ve alıyor.
Masum olsan ne fayda?
KHK’ya göre, hakkında iade kararı verilen akademisyen, ihraçtan önce çalıştığı üniversitesine dönemeyecek. Neden? Madem akademisyenin ihracı gerektirecek bir hatası, kusuru ve suçu yok; o halde niye, normalde olması gerektiği gibi, eski görev yerinde çalışamıyor? Buna hukuk mantığı içinde verilebilecek sağlam bir cevap mevcut değil.
Milletvekillerine kayyum
694 Sayılı KHK ile milletvekillerinin soruşturma ve kovuşturmalarını Ankara’ya taşımak, tabiî hakim ilkesinin dışına çıkmaktır. Bütün vekillerin dosyalarını Ankara adliyesine bağlamanın ikinci sakıncası, bu düzenlemenin seçilmişleri yargı tahakkümü altına sokma tehlikesini içermesidir. Üçüncü sakınca ise, vekillerin iktidarın tacizleri ve müdahalelerine açık hale getirilmesidir.
Suspus Meclis
İdari yapının bir kutsallığı yok. İhtiyaçlara cevap vermediğinde idari yapı da, tanımı da değişir, değişmelidir. Nitekim Cumhurbaşkanı Erdoğan, başbakan olduğu dönemde, güçlü devletlerin eyalet sisteminden korkmalarının bir anlamı olmadığını, Türkiye’nin geçmişinde eyaletlerin bulunduğunu, şimdi de eyalet sistemine geçip eyaletleri güncel şartlara uygun olarak isimlendirebileceğini söylüyordu.
Meclisin ruhuna fatiha
Ezcümle bir suç ve ceza konulacaksa, bu ancak kanunla mümkün olabilir. Kanunu ise çıkarmaya tek yetkili merci Meclistir. Burada Meclisin yetkisi KHK vasıtasıyla elinden alınmış ve Meclis devre dışı bırakılmıştır. Böyle giderse Meclisin ruhuna fatiha okunması fazla zaman almayacaktır. Milletvekillerinin olan bitene bir de bu gözle bakmaları gerekiyor; yoksa varlıkları ile yoklukları arasında bir fark kalmayacak.
Rasyonel seçmen
Erdoğan’ın zikrettiği üç partinin dışında kalan ve seçimleri belirleme potansiyeli olana diğer partilere bakıldığında, onlardaki karşıtlık dozunun daha yüksek olduğu görülür. Yani, Erdoğan’ın üzerini çizdiği üç parti dışarıda bırakıldığında, ortada Türkiye kökenli seçmenlerin yoğun olarak oy verebileceği bir parti kalmıyor. Ayrıca, Türkiye kökenli seçmenlerin öteden beri SPD’ye yakın durmalarının çok haklı bir nedeni var. Çünkü bu parti, Türkiyelilerin taleplerine diğer partilere oranla daha fazla duyarlılık gösterir.
Uzun vâdeli mücadele
IŞİD terörü, Batı siyasetini de biçimlendiriyor. IŞİD’in yaptığı her saldırı, Batı’da mültecilerin, göçmenlerin ve sığınmacıların hayatlarını daha da zorlaştırıyor ve İslam karşıtlığını körüklüyor. Terörizm, Avrupa’da aşırı sağ siyaseti de kabartıyor. Irkçı ve yasakçı hareketler güç kazanıyor, özgürlüğü ve çok-kültürlülüğü savunan siyasetler ise geri çekilmek zorunda kalıyor.
“Dâvâ” bizden uzak olsun!
Siyaset insani varoluşumuzun zorunlu bir parçası. Birlikte yaşayacağız, sorunlarla cebelleşeceğiz ve farklı düşünceleri savunacağız. Her zaman böyle olacak, dolayısıyla siyaset de varlığını daima koruyacak. Ne ki, Türkiye’de siyasete olması gerekenden daha büyük bir anlam atfediliyor. Siyasetin toplumsal ve gündelik dertlerimize alternatif çareler bulmak için yapılan bir faaliyet olarak nitelenmesi siyasetçilerimize yetmiyor. Onlar bir “dâvâ” ile ilişkilendirip siyasete mistik bir boyut katıyor.
İşkenceye sıfır toleranstan, sıra dayağına
Eğer mevzu teröre malzeme sağlamak ve destek olmak ise, hemen belirtelim ki hiçbir şey bu nevi açıklamaların eline su dökemez. Buldozer gibi insanların hanelerine girecek, evlerini başlarına geçirecek, yaşlı-genç, kadın-erkek demeden dayaktan geçirecek, sonra da bundan şikâyet edilmesini “terör örgütünün propagandası” sayacaksınız. Bundan âlâ propaganda mı olur?
Her zaman aç
Real maçın her bölümünde ManU’ya baskın çıktı. Hele bir 15-40. dakika arasında öyle bir ablukaya aldı ki Manchester kalesini, Mou birinci bölgesine değil otobüs, sıra sıra tır dizse yine fayda etmez, Madrid’i durdurmazdı. Zizou eze eze bir kupayı daha müzesine götürürken, Mou bir Süper Kupa finalinden daha boynu bükük ayrıldı.
15 Temmuz’un ardından (5)
15 Temmuz ertesinin pek de olumlu bir manzara çizmediği açık. Bir kere, kısa bir sürede sona erdirileceği söylenen OHAL hem sürekli uzatıldı, hem de ilan edildiği gayenin haricinde kullanıldı. Hak ve özgürlükler kısıtlandı, zaman içinde telafi edici adımlar da atılmadı. Merkeziyetçilik her alanda galebe çaldı, adem-i merkeziyetçiliğin sözü edilmez oldu.
15 Temmuz’un ardından (4)
Evet, Türkiye’de iktidar karşıtlığını demokrasi karşıtlığına dönüştürenler var. Bunların içinde dört gözle darbe bekleyen ve darbenin püskürtülmesinden ötürü düşleri yıkılanlar da var. Ancak bundan daha fazla önem taşıyan husus, darbe karşıtı dalganın da yükselmesidir. Öyle ki, darbe beklentisi ancak özel sohbetlerde dillendirilebiliyor, kimse halkın gözünün içine bakıp darbeciliğin meziyetlerinden dem vurma cüreti gösteremiyor.
15 Temmuz’un ardından (3)
İktidar, darbeyi püskürtmek adına iyi bir yönetim gösterdi. Lâkin aynı becerinin darbe sonrasında sergilendiğini söylemek mümkün değil. Türkiye bir darbeler ülkesiydi. Böyle bir yerde bir darbe girişimini halkın muazzam direnişi ile yenilgiye uğratmanın anlamı çok büyüktü. 16 Temmuz yeni bir başlangıcın tarihi olabilirdi. Ne yazık ki bu fırsat harcandı. İktidarın bu süreçte üç önemli hatası oldu.
Onlar hem vatandaş, hem rehin/e
Alperen Ocakları bu denli hukuksuz ve kışkırtıcı fiillere imza atarken neye güveniyor? Neden bu kadar rahatlar? Hatırlanacaktır, bir süre önce yine aynı örgüt, kendilerinin olduğu yerde LBGT “Onur Yürüyüşü”nün yapılamayacağına dair tehditler savurmuştu. Böylesine pervasız davranmalarının arkasındaki kaynak ne olabilir? Bu cesareti nereden alıyorlar?