Halil Berktay
Test ve vaka sayıları arasındaki ilişki
Günlük vaka ve ölüm sayıları düşüyor. Bugün ilk defa, 65 yaş üstündekilerin sokağa çıkıp yürümesi için dört saatlik bir pencere açıldı (ben de...
Farklı bir kültür, kuşkusuz
Ben bu İskoç ve İngiliz demokrasisini, illâ parlamentoda ısrarı, hukuk devletini, basın özgürlüğünü, polisin kanun ve kurallara riayetini, eşitlik ve hakkaniyet vurgusunu, kamu görevlilerinin sorumluluk hissini, kavga ve kutuplaşma yoksunluğunu, müzakereciliği, uzlaşmacılığı… hiç ama hiç anlamıyorum.
Sömestir sonu
Zor bir Bahar Dönemi oldu. Koronavirüs geldi çattı. Neyse ki bizim üniversite atik davrandı. Daha Türkiye’de ilk vakalar tek tük belirirken, “online” öğretime...
Gene salgın (2) Türkiye hakkında bazı ek gözlem ve düşünceler
İki gece önce bir televizyon kanalında akıllı bir genç hekim şöyle bir şey söyledi (mealen aktarıyorum): “Gölde balık tutmaya benziyor. Siz tek bir kayıkla çıkar, diyelim bir balık tutarsınız. Beş kayık çıkar, beş balık tutar. Ama gölde kaç balık yaşadığını bu yolla saptayamayız.” Yani şu ana kadar 124,375 “balık yakaladık” (= vaka saptadık) diyoruz ama “Türkiye gölü”nde daha kaç balık-vaka var, bu test sayılarıyla bunu bilebilmekten (ve dolayısıyla ona göre önlem alabilmekten) hayli uzağız.
Gene salgın (1) dünya hakkında bazı ek gözlem ve düşünceler
Yukarıda solda biraz gençlik halini ve sağda, Aralık 2018’de Nobel Ödülü basın toppnatısında konuşurkenki resmini gördüğünüz, iktisatçı Prof. Paul Romer, geçen gece BBC’de, (1) ekonominin canlanması için temel meselenin “korku”yu yenmek olduğunu; (2) bunun için önce pandemiyi altetmek gerektiğini; bunun da ABD’nin günde 100,000 değil 22 milyon, evet, günde 22 milyon test yapması anlamına geldiğini söyledi. Bu, Türkiye için günde 5 milyon test demek.
Bazı tuhaf sorular
Her akşam 19:00 - 20:00 arasında ilginç şeyler cereyan ediyor haber kanalları ve programlarında. Önce, Türkiye’nin hayli üzerindeki (yani daha kötü durumdaki) ülkelerin vaka ve ölüm sayıları açıklanıyor. Ardından, ya doğrudan “iyi” haberler geliyor. İstatistikî bakımdan zerrece anlamlı olmayan oynamalar ballandırılıyor.
İstifa (2) medya ve siyasî kültür faktörü
Sakın, sakın bu nasıl bir siyasî kültür demeyelim. Laik kesimde, Kemalistlerin Atatürk kültü hâlâ yaşıyor. Solun kendi Lenin, Stalin, Mao, Enver Hoca kültlerinin anıları da henüz çok ama çok taze.
İstifa (1) özgür irade sorunu
Dar anlamda “politik” ve taktiksel değil, daha ahlâkî ve mutlakçı bir bakışla -- evet, Süleyman Soylu’nun gitmesi ve dönmemesi gerekirdi kanısındayım. Biliyorum ki yapayalnız olabilirim bu açıdan. Fakat yukarıdan emir ve talimat tek belirleyici değil. Bireysel vicdan diye bir şey var. Medenî cesaret diye bir şey var. Herhangi bir politikacı, diyelim İçişleri Bakanı, durduğu yerde son tahlilde kendi kararıyla duruyor.
Yolcular anlatıyor
Birçok ülke gibi Türkiye de, yurtdışındaki vatandaşlarını özel uçak göndermek suretiyle toplayıp geri getirmeye çalışıyor. Nasıl bir serüven yaşıyorlar acaba? İyisi de olabilir, kötüsü ve çok kötüsü de. Aşağıdaki tweet’ler dizisini, İngiltere çıkışlı bir yolcudan naklen, gene Amerika’daki bir arkadaşım iletti. Ona da yazan kişi, belki düşünürsünüz, aman düşünmeyin diye yollamış. Kime yazıldığı bende mahfuz. Aşağıdaki metnin tamamı alıntıdır. Sadece sosyal medya üslubunun kendine has imlâsını değiştirerek aktarıyorum.
Bize nasıl yalan söyleniyor?
Tek kanallı medya örgütlenmesinin yarattığı bir “gerçek-sonrası” âlemdeyiz. Özellikle dış dünya ile aramıza bir filtre giriyor. İster veriler, ister yorumlar yerli ve millî bir elekten süzülüyor; değiştiriliyor; olması istenene göre yontulup çarpıtılarak iç tüketime sunuluyor.
Nasıl olabilir? Neden olamaz?
Tesadüf olabilir mi? Matrix’te mi yaşıyoruz? Yoksa ve ilâhî bir düzen de değilse, insanî bir düzen mi söz konusu?
Sosyal medyadan “münferit” alıntılar
Orijinal montajını üst ve alt taraflarını kesip çıkardığım yukarıdaki iki resim ve yazısı, önceki gece sırf laik-muhalif değil, dindar-muhafazakâr çevre ve gruplarda da epey dolaştı. Popüler oldu.
Cuma gecesinin “yasak” felâketi
İnanılmaz bir beceriksizlik ve basiretsizlik gösterisiydi. Faturası gene salgınla mücadeleye çıkacak. 48 saatlik sokağa çıkma yasağından umulan fayda baştan yokoldu.
Hayır, biz bize yetemeyiz
Ne ki, bu evrenselci dayanışma ve kucaklaşma ruhunun tamamen dışında kalan ülkeler de var tek tük. Biri Bolsonaro’nun Brezilya’sı. Biri de “Biz Bize Yeteriz” kampanyasıyla Türkiye. Zamanın ruhuna bu kadar aykırı bir slogan olabilir.
Korona mevsiminde İstanbul’un kedileri
Köpeklerin daha çok insan (birey, efendi) bağımlısı, kedilerin ise daha çok yer (ev, mekân) bağımlısı olduğu, yaygın bir gözlem. Acaba bu, ne zaman ve nasıl evcilleştikleriyle ilgili olabilir mi? Köpekler kendilerini klanın gezginci av kampına entegre ediyor ve dolayısıyla klan yer değiştirince onlar da yer değiştiriyor. Kediler ise Neolitik tarım koşullarında yerleşik köylere ve tahıl ambarlarına kapılanıyor. Belki de bu yüzden, kedilerin kayıtsız bağımsızlığı diye nitelediğimiz o “teşekkür ederim ama ben burada kalayım” davranışı öne çıkıyor.
Trump bile anladı
İktidar uygulamada tekçi ve tekelci, ama düşünüşünde ve krizi algılayışında dağınık. Önce salgın, sonra ekonomi. Ekonomi zaten bütün dünyada krize girecek ve giriyor. Kaçınılmaz. Ancak olanca gücünle yüklenirsen epideminin belini kırabilir ve belki ondan sonra ekonomiyle uğraşabilirsin. İki cami arasında bî-namaz kalırsan, ikisini de yapamazsın.
Salgının tırmanışı (endişeli düşünceler)
Son iki haftada Türkiye’deki vaka sayısı hızla yükselirken dünya çapında “sonuçlanmış vakalar” içinde ölüm oranı yüzde 10’dan yüzde 19’a çıktı. Bizde 162 hasta iyileşti, 168 hasta vefat etti. Hepsi bir arada, nasıl bir tehlikeye işaret ediyor?
Bilim ve politika
Ölüm sayısının henüz 1,019 olduğu İngiltere’de, NHS Ulusal Tıp Direktörü Prof Stephen Powis dün gece BBC’ye, bu işin sonunda ölüm sayısını 20,000’in altında tutabilirsek çok başarılı sayılmalıyız dedi. Bunu gözünü kırpmadan söyledi. BBC de gözünü kırpmadan verdi. Haberini bütün dünyaya geçti. Downing Street No 10’dan kimse bir şey demedi.
Zeno’nun paradoksları
Acaba Elealı Zeno’dan çok etkilenen bir hükümetimiz mi var? Yani, olabilecek önlemleri her seferinde daha ince dilimlemek ve daha daha ince dilimlemek yoluyla, gidilmesi gereken yere, (B) noktasına, sokağa çıkma yasağına asla varılamayacağını ispatlamaya çalışıyorlar?
Yılkı insanları
Aştığımızı sandığımız bütün bu kötülüklerin hortladığı günlerden geçiyoruz. Büyük felâketler insanlığın hem en iyi, hem en sefil yanlarını birlikte gözler önüne serer.
Ne çabuk affediyorlar
Parti ve devlet lideri Şi Cinping’in, sadece dörder yıllık iki dönem görevde kalabilme kuralını kaldırtıp ömürboyu “Herşeyin Başkanı” olması ve kalmasının önünü açması üzerine, daha 2018 Temmuz’unda amansız bir eleştiri kaleme almış; bunun nasıl bir tek adam yönetimine, bürokratik dalkavukluğa, sadakatin liyakatin önüne geçmesine yol açacağını tek tek sıralamıştı. 4 Şubat tarihli denemesinde, virüs krizinden gene Şi Cinping’i ve “çevresindeki küçük entrikacı grubu” sorumlu tutuyor.
“Devlet aklı” ve iki doktorun yaşadıkları
“Hâkim soruyor: İşiniz tam olarak nedir? Brodsky: Şair. Şair-çevirmen. Hâkim: Kim söyledi, şair olduğunuzu? Sizi şairler arasına kim dahil etti? Brodsky: Kimse. (sorulmaksızın) Beni insan ırkına kim dahil etti ki?” İşte buyurun. Bu da bir başka küstah ve inatçı.
Timsahlar ve politikacılar
Oluyor, toplumların tarihinde böyle kırılmalar. İnsan kendini çok yetersiz hissediyor. David Levine’a öykünüyor. Sahip olmadığı bir sanat ve hiciv yeteneğinin özlemini çekmeye başlıyor.
Bir zamanlar din meselesi; dün ve bugün Kürt meselesi
Benim kişisel hayatım, her adımda Türkiye’nin son elli yılıyla içiçe. İsterseniz hiç okumayın. Hiç öğrenmeyin. En ufak bir karşılaştırmalı maliyet hesabı yapmayın. Hiç ders çıkarmayın tarihten.
Yapayalnız ve Rusya ile başbaşa
Malûmu ilâm da olsa, yazmak zorundayım. Bir bütün olarak Türkiye’nin dış politikası tamamen, ama tamamen, hani nasıl denir, yüzde yüz bile değil, “yüzde bin beşyüz” iflâs etmiş bulunuyor.
Masal
Bir tarihî piyes veya roman denemesinin başındayım. Aşağıdaki senaryo taslağı fiktiftir, kurgusaldır. Gerçek durum veya kişilerle bulunabilecek benzeşmeler tamamen tesadüfîdir. Benzetenin kendi hayal ürünü olmaktan öteye geçemez.
Ciğercinin kedisinden, Osman’ın kedisine
Nedir bu “dış güçler” ve “kökü dışarıda”lardan çektiğimiz? Bir zamanlar komünistler vardı. Şimdi yerlerini liberaller, demokratlar, Avrupacılar, Sorosçular aldı. Hepsi, her zaman, her şeyden sorumlu. Bu ülkenin evrensellikten, kozmopolitlikten, küreselleşmeden ödü patlıyor.
Suç aranıyor
İllâ hukuk diyorlardı. Kastettikleri, liberal komprador kapitalist emperyalist hukukuydu. Çok dar bir “suç” anlayışları vardı; güya kanunlarda tanımı olması gerekiyordu. “İltisak” ve “irtibat” kavramlarından tümüyle habersizdiler. Yetmezmiş gibi, bir de sağlam “delil” diye tutturuyorlardı.
Osman Kavala’nın Patrona Halil isyanı
Normalleşme özlemi ile kör bir inat çarpışıyor Türkiye’de. Birileri asla kabullenmeyecek. Tükürdüğünü yalamayı sindiremeyecek içine. Küçüle küçüle ayak sürüyecek. Yenilecek ve neden yenildiğini de idrak edemeyecek. Çareyi hep ters yönde, yanlış yerde arayacak.
Sınır, kurum ve kural da kalmadı
Shakespeare’in Hamlet’inin Birinci Perde, Dördüncü Sahne’sinde, saray muhafızı Marcellus: “Something is rotten in the state of Denmark” (Danimarka devletinde çürümüş bir şey var).