Halil Berktay
Trump bile anladı
İktidar uygulamada tekçi ve tekelci, ama düşünüşünde ve krizi algılayışında dağınık. Önce salgın, sonra ekonomi. Ekonomi zaten bütün dünyada krize girecek ve giriyor. Kaçınılmaz. Ancak olanca gücünle yüklenirsen epideminin belini kırabilir ve belki ondan sonra ekonomiyle uğraşabilirsin. İki cami arasında bî-namaz kalırsan, ikisini de yapamazsın.
Salgının tırmanışı (endişeli düşünceler)
Son iki haftada Türkiye’deki vaka sayısı hızla yükselirken dünya çapında “sonuçlanmış vakalar” içinde ölüm oranı yüzde 10’dan yüzde 19’a çıktı. Bizde 162 hasta iyileşti, 168 hasta vefat etti. Hepsi bir arada, nasıl bir tehlikeye işaret ediyor?
Bilim ve politika
Ölüm sayısının henüz 1,019 olduğu İngiltere’de, NHS Ulusal Tıp Direktörü Prof Stephen Powis dün gece BBC’ye, bu işin sonunda ölüm sayısını 20,000’in altında tutabilirsek çok başarılı sayılmalıyız dedi. Bunu gözünü kırpmadan söyledi. BBC de gözünü kırpmadan verdi. Haberini bütün dünyaya geçti. Downing Street No 10’dan kimse bir şey demedi.
Zeno’nun paradoksları
Acaba Elealı Zeno’dan çok etkilenen bir hükümetimiz mi var? Yani, olabilecek önlemleri her seferinde daha ince dilimlemek ve daha daha ince dilimlemek yoluyla, gidilmesi gereken yere, (B) noktasına, sokağa çıkma yasağına asla varılamayacağını ispatlamaya çalışıyorlar?
Yılkı insanları
Aştığımızı sandığımız bütün bu kötülüklerin hortladığı günlerden geçiyoruz. Büyük felâketler insanlığın hem en iyi, hem en sefil yanlarını birlikte gözler önüne serer.
Ne çabuk affediyorlar
Parti ve devlet lideri Şi Cinping’in, sadece dörder yıllık iki dönem görevde kalabilme kuralını kaldırtıp ömürboyu “Herşeyin Başkanı” olması ve kalmasının önünü açması üzerine, daha 2018 Temmuz’unda amansız bir eleştiri kaleme almış; bunun nasıl bir tek adam yönetimine, bürokratik dalkavukluğa, sadakatin liyakatin önüne geçmesine yol açacağını tek tek sıralamıştı. 4 Şubat tarihli denemesinde, virüs krizinden gene Şi Cinping’i ve “çevresindeki küçük entrikacı grubu” sorumlu tutuyor.
“Devlet aklı” ve iki doktorun yaşadıkları
“Hâkim soruyor: İşiniz tam olarak nedir? Brodsky: Şair. Şair-çevirmen. Hâkim: Kim söyledi, şair olduğunuzu? Sizi şairler arasına kim dahil etti? Brodsky: Kimse. (sorulmaksızın) Beni insan ırkına kim dahil etti ki?” İşte buyurun. Bu da bir başka küstah ve inatçı.
Timsahlar ve politikacılar
Oluyor, toplumların tarihinde böyle kırılmalar. İnsan kendini çok yetersiz hissediyor. David Levine’a öykünüyor. Sahip olmadığı bir sanat ve hiciv yeteneğinin özlemini çekmeye başlıyor.
Bir zamanlar din meselesi; dün ve bugün Kürt meselesi
Benim kişisel hayatım, her adımda Türkiye’nin son elli yılıyla içiçe. İsterseniz hiç okumayın. Hiç öğrenmeyin. En ufak bir karşılaştırmalı maliyet hesabı yapmayın. Hiç ders çıkarmayın tarihten.
Yapayalnız ve Rusya ile başbaşa
Malûmu ilâm da olsa, yazmak zorundayım. Bir bütün olarak Türkiye’nin dış politikası tamamen, ama tamamen, hani nasıl denir, yüzde yüz bile değil, “yüzde bin beşyüz” iflâs etmiş bulunuyor.
Masal
Bir tarihî piyes veya roman denemesinin başındayım. Aşağıdaki senaryo taslağı fiktiftir, kurgusaldır. Gerçek durum veya kişilerle bulunabilecek benzeşmeler tamamen tesadüfîdir. Benzetenin kendi hayal ürünü olmaktan öteye geçemez.
Ciğercinin kedisinden, Osman’ın kedisine
Nedir bu “dış güçler” ve “kökü dışarıda”lardan çektiğimiz? Bir zamanlar komünistler vardı. Şimdi yerlerini liberaller, demokratlar, Avrupacılar, Sorosçular aldı. Hepsi, her zaman, her şeyden sorumlu. Bu ülkenin evrensellikten, kozmopolitlikten, küreselleşmeden ödü patlıyor.
Suç aranıyor
İllâ hukuk diyorlardı. Kastettikleri, liberal komprador kapitalist emperyalist hukukuydu. Çok dar bir “suç” anlayışları vardı; güya kanunlarda tanımı olması gerekiyordu. “İltisak” ve “irtibat” kavramlarından tümüyle habersizdiler. Yetmezmiş gibi, bir de sağlam “delil” diye tutturuyorlardı.
Osman Kavala’nın Patrona Halil isyanı
Normalleşme özlemi ile kör bir inat çarpışıyor Türkiye’de. Birileri asla kabullenmeyecek. Tükürdüğünü yalamayı sindiremeyecek içine. Küçüle küçüle ayak sürüyecek. Yenilecek ve neden yenildiğini de idrak edemeyecek. Çareyi hep ters yönde, yanlış yerde arayacak.
Sınır, kurum ve kural da kalmadı
Shakespeare’in Hamlet’inin Birinci Perde, Dördüncü Sahne’sinde, saray muhafızı Marcellus: “Something is rotten in the state of Denmark” (Danimarka devletinde çürümüş bir şey var).
Âdâb, vicdan, merhamet kalmadı
Gaddar muhabirin, Shylock misali, illâ kesip alacağı yarım kilo et: “Tabii, milletim, bayrağım ve ay-yıldızlı formam adına şampiyon olduğum için çok mutluyum… Tabii, Allah devletimize zeval vermesin, şimdi, her şeyimizi kaybetmiş de olsak, çadırda yatabildiğimiz için çok mutluyum…” Bütün mesele bu çünkü. Büyük bir acıyı zerrece paylaşmak değil. Hizaya sokmak. Her seferinde yerli ve millî çizgiyi bir kere daha tekrarlattırmak.
Goebbels özentisinin geçici sonu
Bolsonaro dahi kaldıramıyor bu kadarını. Gerçi kendisinin de Nazizme ilişkin tuhaflıkları eksik değil. Geçmişte, hem de İsrail ziyareti ve Yad Vashem soykırım müzesini gezerken, Nazizmin “nasyonal”in yanısıra “sosyalist” sözcüğünü de içermesi itibariyle “tabii” aşırı sol bir akım olduğunu iddia etmişti. Gene de Goebbels’in cümlelerini tekrarlamak Bolsonaro’ya bile çok fazla geliyor.
Hamaney’in hamaseti
Auden’in o çok sevdiğim ölümsüz mısraları, Ayetullah Hamaney’in son Cuma hutbesine çok ama çok uyuyor. İlgisiz, duyarsız mezarlar önünde ihtiyar diktatörlerin ağızlarından dökülen zırvalar, yorgun süprüntüler.
Üçüncü Ahmet Davutoğlu darbesi
Türkiye dünya çapında bir inovasyon lideri. Görüyorsunuz, herkes bizi örnek alıyor. Önce Şi Cinping ömür boyu (ya da istediği kadar) görevde kalmasını sağlayacak bir anayasa değişikliği yaptı. Böylece bir komünist tek parti rejiminde geçerli denge ve denetleme mekanizmalarından dahi kurtulmuş oldu. Şimdi ise “Çin tipi” başkanlık sistemini bir de “Rus tipi” başkanlık sistemi izlemekte. Pelikancılara dahi ihtiyaç duymaksızın, Medvedev ansızın şutlanıyor; dört yıl sonra iktidarı terketmemenin planlarını şimdiden yapan Putin, kendisine yeni Binali Yıldırımlar arıyor.
Çin, Nobel, NBA, TikTok, Mesut Özil (ve yer yer Türkiye)
Özil’in Weibo sosyal medya web sitesindeki hesabı, her nasılsa 11 Aralık itibariyle 4 milyon takipçide dondu kaldı. Çin’in bir diğer yerli ve millî ürünü olan Baidu arama motorundaki Özil’in hayranları kulübü ise feshedildi. Kulübün kurucusu, “Millî çıkarlar karşısında, kişisel hobilerin hiçbir önemi yoktur” açıklamasında bulundu. Böylece Atatürk’e yakıştırılan “Mevzubahis vatansa gerisi teferruattır” fikriyatına yeni ve evrensel boyutlar kazandırdı.
Çin ve haberleşme özgürlüğü (ve yer yer Türkiye)
Bir zamanların imparatorluğu bozkırın atlı göçebelerinden korumayı amaçlayan (sağda gördüğünüz) Büyük Çin Seddi’nin yerini, bugün Çin’in iç mekânını dış dünyadan koparmayı ve halkı devletin haber tekeli dışındaki bilgi kaynaklarına erişimsiz kılmayı amaçlayan, (soldaki kişinin kurulmasında önemli rol oynadığı) bir Büyük Güvenlik Duvarı, muazzam bir sanal sansür sistemi almış bulunuyor.
Çin ve Uygurlar (ve yer yer Türkiye)
Bu nasıl bir paradigmatik körlük ki, insanlığın bütün o korkunç 20. yüzyıl tecrübeleri ışığında, hep aynı klişe sözler ve klişe pozların nâdanca, vurdumduymazca tekrarı üzerinden kendisine kolayca teşhis konulabileceğini zerrece algılamıyor?
Uygurlar ve Ermeniler
Devamında, Komünist Partisi hiç vazgeçmedi, her ne kadar hepsinin toplamı yüzde 9’u bulmasa da, yani yüzde 91 küsurluk Han Çinlileri karşısında çok ufak kalsalar da, o minicik azınlıkları dahi adım adım asimile etmekten. Özellikle Sinciyang, İslâmiyetin varlığı nedeniyle hep tehlikeli gözüktü. Zeminini, tipik bir modernist-komünist din korkusu oluşturdu.
Ara bilgi: Çin’in sırrı
İmparatorluklar kendi mezar kazıcılarını yaratır. Dolayısıyla hepsi ölümlüdür; görkemli günleri er geç akşama erer. Bunun belki bir istisnası vardır, kendi eliyle kalkındırdığı çeperi tarafından, dıştan içe devrilmeye veya fethedilmeye direnç gösteren. O da Çin’dir. Bunun nedeni, doğudan batıya, kıtanın içerilerine doğru genişleme sürecinde, “imparatorluğun sınırları”nı “devletin sınırları”nın pek az geriden izlemiş olmasıdır.
İran’da insan hakları (ve yer yer Türkiye)
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın siz asıl kendi geçmişinize bakın diye özetleyebileceğim çıkışıyla aşağı yukarı aynı günlerde, meğer Birleşmiş Milletler Genel Kurulu Üçüncü Komite’sindeki İran sözcüsü, ülkesindeki insan hakları ihlâllerini eleştiren bir karar tasarısına aşağı yukarı aynı karşılığı verip Kanada’yı soykırımla suçluyormuş.
Myanmar’ın Rohingyaları (ve yer yer Türkiye)
Myanmar’ın etnik-dinî karmaşıklığı ile askerin fütursuzluğunun bileşimi, milliyetçilik karşısında Aung San Suu Kyi’nin köşeye sıkışmasına yol açtı. Bu tür “millî mesele” krizleri çoğu zaman “memleketin asıl sahipleri”nin lehine, iktidara daha zayıfça tutunan sivillerin aleyhine olur. Çünkü popülist dalgayı göğüsleyemez, ses çıkaramazlar. Myanmar’da da aynen bu yaşandı. Ve geriye malûm anti-emperyalizm klişeleri kaldı.
Aşırı uçlar, aldatılanlar, dış güçler, çifte standartlar, yalan haberler
Mutlak “nativist” (yerlici) bir anti-emperyalizm de emperyalizm kadar eski. Çin’den Rusya’ya, Putin’den Trump’a, Hong Kong’dan Myanmar’a uzanan fay hatlarında, globalleşen neo-con’luğun iktidar söylemi kendi tanımınca “iç” olan herşeyi kutsarken “dış” olan her şeyi karalayıp “bize yabancı” komplolara indirgemekte.
Yap-işlet-devret anti-emperyalizmi
Türkiye tehdit altında. Aleyhimize binbir çeşit komplo tezgâhlanıyor. Dolayısıyla bekamız, medyasıyla, hukukuyla, mahkemeleriyle, polisiyle ve trolleriyle güçlü, merkeziyetçi bir başkanlık sistemi etrafında yekvücut olmaya bağlı. Solun eski anti-emperyalizmi gayet teorik ve teorisistti. Bu öyle değil. Son derece anlık ve pragmatik. Her can sıkıcı meseleye saniyesinde uyarlanabiliyor.
Demokrasiyle terbiye edilmemiş bir milliyetçilik
Demokrasinin olmazsa olmazı olan muhalefet özgürlüğünün, milletin topyekûn birliğine zarar verdiğini düşünen teorisyenler ve politikacılar, milliyetçi “tek doğru”larıyla daima ülkelerinin nihaî felâketinin asıl müsebbibi oldular.
Gerçeklik testinden, korku filmine
2020’ye girerken hiçbir sihirli “maymun pençesi” istemiyorum elimde. Mehdi’siz. Kanalsız. Libya’sız. İlki gelmesin. İkincisi yapılmasın. Üçüncüsüne asker yollanmasın.