Halil Berktay

Uygurlar ve Ermeniler

Devamında, Komünist Partisi hiç vazgeçmedi, her ne kadar hepsinin toplamı yüzde 9’u bulmasa da, yani yüzde 91 küsurluk Han Çinlileri karşısında çok ufak kalsalar da, o minicik azınlıkları dahi adım adım asimile etmekten. Özellikle Sinciyang, İslâmiyetin varlığı nedeniyle hep tehlikeli gözüktü. Zeminini, tipik bir modernist-komünist din korkusu oluşturdu.

Ara bilgi: Çin’in sırrı

İmparatorluklar kendi mezar kazıcılarını yaratır. Dolayısıyla hepsi ölümlüdür; görkemli günleri er geç akşama erer. Bunun belki bir istisnası vardır, kendi eliyle kalkındırdığı çeperi tarafından, dıştan içe devrilmeye veya fethedilmeye direnç gösteren. O da Çin’dir. Bunun nedeni, doğudan batıya, kıtanın içerilerine doğru genişleme sürecinde, “imparatorluğun sınırları”nı “devletin sınırları”nın pek az geriden izlemiş olmasıdır.

İran’da insan hakları (ve yer yer Türkiye)

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın siz asıl kendi geçmişinize bakın diye özetleyebileceğim çıkışıyla aşağı yukarı aynı günlerde, meğer Birleşmiş Milletler Genel Kurulu Üçüncü Komite’sindeki İran sözcüsü, ülkesindeki insan hakları ihlâllerini eleştiren bir karar tasarısına aşağı yukarı aynı karşılığı verip Kanada’yı soykırımla suçluyormuş.

Myanmar’ın Rohingyaları (ve yer yer Türkiye)

Myanmar’ın etnik-dinî karmaşıklığı ile askerin fütursuzluğunun bileşimi, milliyetçilik karşısında Aung San Suu Kyi’nin köşeye sıkışmasına yol açtı. Bu tür “millî mesele” krizleri çoğu zaman “memleketin asıl sahipleri”nin lehine, iktidara daha zayıfça tutunan sivillerin aleyhine olur. Çünkü popülist dalgayı göğüsleyemez, ses çıkaramazlar. Myanmar’da da aynen bu yaşandı. Ve geriye malûm anti-emperyalizm klişeleri kaldı.

Aşırı uçlar, aldatılanlar, dış güçler, çifte standartlar, yalan haberler

Mutlak “nativist” (yerlici) bir anti-emperyalizm de emperyalizm kadar eski. Çin’den Rusya’ya, Putin’den Trump’a, Hong Kong’dan Myanmar’a uzanan fay hatlarında, globalleşen neo-con’luğun iktidar söylemi kendi tanımınca “iç” olan herşeyi kutsarken “dış” olan her şeyi karalayıp “bize yabancı” komplolara indirgemekte.

Yap-işlet-devret anti-emperyalizmi

Türkiye tehdit altında. Aleyhimize binbir çeşit komplo tezgâhlanıyor. Dolayısıyla bekamız, medyasıyla, hukukuyla, mahkemeleriyle, polisiyle ve trolleriyle güçlü, merkeziyetçi bir başkanlık sistemi etrafında yekvücut olmaya bağlı. Solun eski anti-emperyalizmi gayet teorik ve teorisistti. Bu öyle değil. Son derece anlık ve pragmatik. Her can sıkıcı meseleye saniyesinde uyarlanabiliyor.

Demokrasiyle terbiye edilmemiş bir milliyetçilik

Demokrasinin olmazsa olmazı olan muhalefet özgürlüğünün, milletin topyekûn birliğine zarar verdiğini düşünen teorisyenler ve politikacılar, milliyetçi “tek doğru”larıyla daima ülkelerinin nihaî felâketinin asıl müsebbibi oldular.

Gerçeklik testinden, korku filmine

2020’ye girerken hiçbir sihirli “maymun pençesi” istemiyorum elimde. Mehdi’siz. Kanalsız. Libya’sız. İlki gelmesin. İkincisi yapılmasın. Üçüncüsüne asker yollanmasın.

Yavuz Örnek’leri unutmamak ve unutturmamak

Tam bir deli saçması, sınırsız zırvalamalar zinciri gerçekten. Popüler şarkıdaki gibi: “O yana da döner sar beni / Bu yana da dönder sar beni.” Daha âmiyânesi: “Çevir kazı yanmasın.” Limitte de, o biraz müstehcen “uysa da… uymasa da…” fıkrasını hatırlatıyor. Ama lütfen, kimden ne bekliyoruz acaba?

Allow me to try and explain the difference

This is a somewhat free English translation of the Turkish original that appeared in yesterday’s Serbestiyet, i.e. on 17th December 2019.

İzninizle, farkı açıklamaya çalışayım

“Liberalizm sonrası”nın ardından, bir de “dış güçlerin kışkırtması” klişesini yazacaktım. Fakat Çin, Rusya, Venezuela, Brezilya, Türkiye… hepimiz sürekli kışkırtılıyoruz zaten. Derece derece “yalan haber”lerin hedefi oluyoruz. Dolayısıyla kaçmıyor. Dursun biraz. Önce hafif yakın tarih, meselâ 1915 konuşalım.

“Liberalizm sonrası”

Muazzam bir demokrasi düşmanlığıyla; bir yığın ülkede âdetâ demokrasiden zaptedilmez bir hınç ve öfkeyle intikam alma, demokrasinin üzerinde tepinme ve lime lime etme hırçınlığıyla yüzyüze olduğumuz apaçık ortada. Peki, bizim memleket bu furyanın neresinde yer alıyor?

1920’lere ilişkin gecikmiş bir tartışma (Alper Görmüş ve Şükrü Hanioğlu)

Hayır, Türkiye de zerrece dışında değildi bu otoriterleşme ve diktatörleşme eğiliminin. Nitekim Cumhuriyet rejiminin kuruluşu için ister 1923’ü, ister 1925-27’yi seçin, Horthy - Mussolini - Rivera - Pilsudski - Carmona - Kral I. Aleksandr zincirinin içinde ve tam ortasında demekti.

Yale-Harvard (veya: bu da mümkün)

Harvard takım kaptanı, her iki üniversitenin vakıf fonlarından “geleceğimizi yoketmekte olan” bazı sanayilere yatırım yapılıyor olmasını kınamış. “Harvard ve Yale, bir yandan kamuoyunu yanıltmakta, akademiklere kara çalmakta ve gerçekleri inkâr etmekte olan şirketleri desteklerken, bir yandan da aslen bilgiyi yüceltmekte olduklarını iddia edemezler” demiş.

Kimimiz öldük, kimimiz biraz daha az kâr ettik

1968’de askere alınmamayı başaran Trump, 1993’te bir talk-show’da, 60’lar ve 70’lerin New York gece hayatından “bayağı tehlikeliydi” diye söz etmiş. Herhangi bir cinsel hastalık kapmama çabalarını “benim kendi Vietnamım” diye nitelemiş. Şimdi de oğlu, başkanlık makamı uğruna her yıl birkaç milyon dolar kârı gözden çıkarmalarından, savaşta can vermeyle karşılaştırılabilir bir fedakârlık diye söz ediyor.

El zindanıyla Stalin kesilmek

Ahmet Altan’ın tahliyesine böyle bir reaksiyon gösterenlerin ez kaza iktidar olduğunu düşünebiliyor musunuz? Totalitarizm bir tür solcu ve ulusalcının âdetâ ruhunda var. Kökeninde ister Kemalist, ister Marksist otoriter modernizm varyantının toplumu zorla değiştirme azmi ve inancı yatıyor. Bu epistemolojik özgüven, demokrasi adına demokrasi tanımazlığa dönüşüyor.

Ataerkilliğin en Marksist varyantı

Gene bir Pazar sabahı, ne yazacağımı düşünürken. Daha doğrusu, kafamda çok yazmak istediğim, ama yazması hayli zor ve uzun sürecek birkaç konu varken. Buna karşılık önümde başka işler yığılmış dururken.

Röportaj nasıl yapılır? PKK’yla röportaj nasıl yapılır?

“Ama YPG’nin eğitim kamplarına gittiğinizde, Türkçe konuşulduğunu duyuyorsunuz. YPG saflarında savaşan Türkiyeli Kürtler var. PKK ile YPG arasında çok yakın ilişkiler olduğunu biliyoruz.” Bu cümleleri bir BBC muhabiri kuruyor; Kandil’in sözcüsü doğru dürüst cevaplayamıyor.

Ben de bu kafada imam, müftü, vaiz ve Diyanet Başkanı istiyorum

Başpiskopos Welby, siyaset yelpazesinin her köşesinden politikacı ve seçmenlerin kullandığı “tahrik edici söz”lerin sosyal medyada büsbütün “abartıldığı”na da dikkat çekmiş. “Siyasî kararlar konusunda hakaretâmiz ve sadece iki seçenekten ibaret bir yaklaşıma müptelâ olduğumuz kanısındayım: ‘Ya bunu kabul edersin, ya da tamamen düşmanımsın demek.’”

Uhuru, Uluru (2) İnsanlığın çabaları ve bocalamaları

Masifin çevresi, pınarlarla, koyaklarla, mağaralarla ve kayalara yapılmış çok eski resimlerle dolu. Uluru, Pitjantjatjara halkı için kendi inanışları, ruh âlemleri bağlamında kutsal bir alan. Onların Kâbe’si, Olympia’sı, Panteon’u. Lâkin Beyaz Avustralyalılar uzun süre hiç farkında değildi bunun. Ya da farkındaydılar ama umursamıyorlardı. Tâ ki hükümet tırmanma yasağı getirene kadar.

Uhuru, Uluru (1) Avustralya’nın iskân tarihi

Ayers Kayası aynı zamanda Avustralya’nın yerli halklarından -- ya da beyazlar tarafından kolonize edilmeden önceki en eski halklarından -- birinin ananevî yurdu. Kutsal alanı.

Franco dünyaya hükümdar olmaz

“Çağdaş İspanya bağışlamanın ürünü, ama unutmanın ürünü olamaz” (Başbakan Pedro Sanchez).

“Kurtarıcı”ların anlamadığı

Gene Brecht’ten bir alıntı. Galileo’nun Hayatı piyesinden (12. sahne). Engizisyon’un işkencehanesinde gezdirmiş ve kendisine uygulanabilecek âletleri göstermişlerdir. Güneş merkezli evren görüşünü geri alır (ama ev hapsinde gizli gizli yazmaya devam eder). Öğrencisi Andrea çok kızar hocasına: “Mutsuzdur, kahramanları olmayan ülke.” Cevap verir: Hayır Andrea: Mutsuzdur, kahramanlara muhtaç olan ülke.”

Patika bağımlılığı

Fukuyama’dan Huntington’a çeşitli siyaset bilimciler (hepsi değilse de bazıları) her zaman her şeyi çok daha iyi bilir; sürekli yanlışlansalar da en yeni teorileri hakkında hep çok kesin ve nettirler ya. Aşağıdakiler işte o çerçevede, kuşkucu bir tarihçinin “liberal yanılgıları” olarak değerlendirilmeye açıktır.

Bertolt Brecht’ten iki şiir

Güzin Sarıoğlu’nu okudum (“Operasyon isimleri…”). Evet. Barış Pınarı harekâtı beni de 1960’lardan kalma iki eski çevirime götürdü.

Başkalarının aynasında (2) Araujo, Velez, Bolsonaro

Dayanamıyorum, özellikle “zora dayalı bir demokratik rejim” ve “anayasal kayma” ibarelerinin karşı durulmaz Orwellci “yenikonuş” estetiğine. Her ikisini, ülkemizde en iyi, üst düzey hukuk danışmanları değerlendirebilir. Ricardo Velez de mükemmel genel yayın yönetmenliği ve köşe yazarlığı yapar bu arada. “Liberal yanılgıları” düzeltir durur. Peki ya Bolsonaro’nun kendisine ne demeli? İstanbul’u da İmamoğlu’dan alıp kayyıma vermeyi, yapsa yapsa o yapar.

Başkalarının aynasında Türkiye (1) İnter taraftarları

“Size bunun ırkçılık gibi gelmiş olabileceğini anlıyoruz ama öyle değil aslında. İtalya’da bizler bazı ‘yollara’ sırf rakiplerimizi sinirlendirsin ve ‘kendi takımlarımıza yardım’ olsun diye başvururuz; ırkçılık amacıyla değil, onların oyununu bozmak için. İtalyan taraftarlarının sizden nefret etmeleri veya ırkçı olmalarından değil, takımlarına atabileceğiniz gollerden korkmalarından kaynaklanan bu tavrını, lütfen bir saygı biçimi olarak kabul edin.”

Bugün gene babamın yaşgünü

Basmane tarafındaki sinemalara giderdik sık sık. Baş başa. Film ne olursa olsun, konuşur ve tartışırdık, dönüşte eve yürürken. Hiç öyle kaba bir didaktizmle değil; çok ustaca sorgulardı izlenimlerimi. Bir Western görmüşsek (1950’lerden söz ediyorum), neden hep beyazların iyi ve Kızılderililerin kötü gösterildiğinden söz açardı örneğin. “İyi ama o topraklar onların değil miydi aslında?” diye sorardı, lâf arasında.

Neyin neresindeyim?

Çok dağıldım galiba; kafamı tekrar toparlamam lâzım. Kötümser bir dünya tahlilleri dizisi yazmaya başlamıştım. Temel fikir şuydu: Demokrasi sadece Türkiye’de değil, bütün dünyada hayli kötü durumda. Dolayısıyla bir bakıma “dünyanın hali gibi halimiz.”

AK Parti, yeni iktidar bloku, Recep Peker ve “çoklu kişilik bozukluğu”

Bir buçuk yıl önceydi. Mahir Ünal AK Parti Genel Başkan Yardımcısı ve Parti Sözcüsüydü o sırada. Afrin harekâtı etrafında patlak veren tartışmaların bir noktasında, ana muhalefeti “çoklu kişilik bozukluğu”yla suçlamış ve şu çok kritik cümleyi kullanmıştı: “CHP’nin Mustafa Kemal Atatürk ile hiçbir ilgisi kalmamıştır, hattâ CHP’nin Recep Peker ve İsmet İnönü ile bir ilgisi kalmamıştır” (www.sabah.com.tr 30.01.2018).