Ana SayfaYazarlarAşırı uçlar, aldatılanlar, dış güçler, çifte standartlar, yalan haberler

Aşırı uçlar, aldatılanlar, dış güçler, çifte standartlar, yalan haberler

 

[3 Ocak 2020] Yeryüzünde,  gerçek hak mücadelesi diye bir şey kalmadı. Siz orada burada patlak veren gösterilere, yürüyüşlere, protestolara bakmayın. Hepsi manipülasyon. Aslında birçok ülke “organik lider”lerinin yönetiminde huzur, barış ve istikrar içinde. Gelgelelim, ortalıkta bazı esrarengiz üst akıllar dolaşıyor. Demokrasi ve insan hakları diye, yerli ve millî olmayan bir takım ölçütler icat etmişler. Onların kışkırtmasıyla aşırı uçlar harekete geçiyor. Hem ortalığı karıştırıyor, hem de yalan haber yayıyorlar. Haklı ile haksız birbirine karışıyor. Ve tabii dünya kamuoyu da sahte bir kavram. Yok öyle bir şey. Batı toptan emperyalist. Ortak insanlık vicdanı bir aldatmaca. Uluslararası medya tek yanlı. Çifte standartlar uyguluyor; akı kara, karayı ak gösteriyor. “Medeniyetimiz” (bu Çin medeniyeti de olabilir, Hint medeniyeti de, Myanmar medeniyeti de, İran medeniyeti de, İslâm veya Osmanlı medeniyeti de) okkanın altına gidiyor.

 

Yukarıdaki paragraf, günümüzde giderek yaygınlaşan bir söylemin özeti. Bir klişeler manzumesi. İçinde hiç gerçek payı yok mu? Var kuşkusuz. İnsanlık 1500 dolaylarından bu yana bir Batı egemenliği döneminden geçmekte. 1875-1914 arasında bu üstünlük,  o zamanlar Yeni Emperyalizm diye anılan dalgaya dönüştü. 1945-1990’da Soğuk Savaş, süper devletlerin rekabetine yeni bir çehre kazandırdı. Belki 2000’den bu yana, bir yanda Rusya’nın toparlanması ve Çin’in yükselişi, diğer yanda ABD’nin dağınıklığı ve ne yaptığını bilmezliği,  yeni mevzilenmeleri beraberinde getiriyor.

 

Bir bakıma, bunların hepsi emperyalizm. Madalyonun diğer yüzünde, hepsi aynı emperyalizm değil. Efesli Heraklit’in dediği gibi, “Aynı nehre girenlerin üzerine hep farklı sular akar” (aynı nehirde iki kere yıkanmak mümkün değildir diye basitleştirilen fragmanın doğrusu bu, yanılmıyorsam). Lenin’in  “kapitalizmin en yüksek aşaması, emperyalizm” ya da “emperyalizm = tekelci kapitalizm” tahlilleri, açıklarsa sırf 19. yüzyıl sonu ve 20. yüzyıl başlarını (o da kısmen) açıklıyor. O dönemde kolonyalizm esastı. Yeryüzü yedi sekiz Büyük Devlet (Düvel-i Muazzama) arasında resmen paylaşılmıştı.  Oysa günümüz emperyalizminin esas çehresi sömürgecilik değil. Esas dinamiği de (Ortadoğu ve petrol hariç) ekonomik değil. Solun zihnen ölmüşlüğü pek elvermese de, bu farkları teorisist apriorizmle değil, ampirik bazlı bir komparatif tarih perspektifi içinde uzun uzun tartışmak gerekli.  

 

Fakat şu da doğru ki, (1) sadece son 500 yıl boyunca değil, tarih boyunca bütün imparatorluklar, sınırları ötesinde kendilerine hep müttefik ve işbirlikçiler aramaktan geri durmadı. Bunlar kâh dost kabile şefleri oldu, kâh yerel prens, bey  ve emirler, kâh taşradaki zorba ve eşkıya reisleri. Yerel halktan kendine aracılar bulmayan imparatorluk ayakta kalamaz. Persler de bu kuralın dışında değildi, Roma ve Bizans da, Emevî ve Abbasî halifelikleri de, Osmanlılar da. (2) Aynı örüntü, İspanyolların Orta ve Güney Amerika, Portekizlilerin  Kızıldeniz, Körfez ve Hint Okyanusu, İngiliz ve Fransızların Afrika, Hindistan ve Kuzey Amerika yayılmaları boyunca hep tekrarlandı. (3) Yeni Emperyalizm çağı, provokatif fetih bahanelerinin çoğalmasına tanık oldu: 1898 Fashoda Vakası (İngiltere’nin Sudan üzerindeki hâkimiyetini pekiştirmesi), gene 1898’de Amerika’nın Maine zırhlısının Havana limanında demirliyken patlayıp batması (ABD’nin İspanya’ya saldırması), 1931 Mukden Vakası (Japonya’nın Çin’e saldırması), 1934 Wal Wal Vakası (İtalya’nın Etyopya’ya saldırması). (4) 20. yüzyıl sonlarında Sovyetlerin ve diğer Sovyet tipi diktatörlüklerin çöküşü, eski ideolojik ve siyasî tekelin yerini parçalanmanın  alması, Arap rejimlerinin de dağılması ve kısmen “yeniden aşiretleşme”si, aynı zamanda iletişimde küreselleşme ve  uluslararası örgütlerin çoğalması, “iç” ile “dış”ın etkileşmesi, hattâ içiçe geçmesi açısından çok daha karmaşık bir durum yarattı. Hem yerel güçlerin demokrasi, hem global güçlerin nüfuz arayışına daha geniş olanaklar sağladı. (Bu karmaşıklığın en açık tezahürlerinden birini, burnumuzun dibinde, Kürt milliyetçiliğinin PKK varyantının bir Amerika’nın, bir Rusya’nın oyuncağı haline gelmesi oluşturuyor.)

 

Dolayısıyla evet, günümüz dünyasında (demokrasi mücadelesini nasıl vereceğini bilmeyen, zira belki kendisi demokrat olmayan) aşırı uçlar da var, terör örgütleri de, dezenformasyon da, çifte standartlılık da, dış komplo ve tehditler de. Yani var derken, hepsinden bir miktar var çevremizde. Ama tersi söylenemez; içinde bulunduğumuz ortam bunlardan ibaret değil; şimdimiz ve geleceğimize son tahlilde bunlar yön vermiyor. Hürriyet, demokrasi, şeffaflık, hukuk devleti, yargı bağımsızlığı, basın özgürlüğü, insan hakları, dinî-etnik ve cinsel-kültürel kimliklere saygı… Bunlar da birer gerçek. Uydurma değil. Bütün insanlığın süregelen özlemleri.

 

Ve özerklikleri, kendilerine özgü dinamikleri, hayatiyetleri, bastırıldıkça tekrar fışkırmaları, durdurulmazlık ve üstü örtülmezlikleri söz konusu. Oysa Çin’den Rusya’ya, Putin’den Trump’a, Hong Kong’dan Myanmar’a uzanan fay hatlarında, globalleşen neo-con’luğun en başta özetlediğim iktidar söylemi kendi tanımınca “iç” olan herşeyi kutsarken “dış” olan her şeyi karalayıp “bize yabancı” komplolara indirgemekte.

 

İşin acı yanı şu ki, bu “nativist” anti-emperyalizm de emperyalizm kadar eski. Kaderimiz ikisi arasında sıkışıp kalmaktan ibaret mi?

 

- Advertisment -