Yıldıray Oğur

Bir varmış, bir yokmuş…

Meğer üzerine 100 yıl boyunca adlarını yan yana yazınca bile bir sayfayı dolduran onlarca rapor yazılıp çözüm yolları aranan mesele aslında hiç yokmuş. Bu yokluk da ilk kez keşfedilmiyor.

Sabotajcıları yakalayın!

Sergey Loznitsa’nın 127 dakikalık belgeselini izlerken ister istemez insanın aklına az önce haberlerde izlediğiniz fahiş fiyatlarla ve fırsatçılarla mücadele haberleri geliyor. Karaborsacı soğancılar, fiyatları yükselten fırsatçı yumurta lobisi, fahiş zam yapan açgöz halciler, vatandaşın belini büken marketçiler... Nasıl olsa yüksek enflasyon, artan girdi maliyetleri, döviz kuru, Merkez Bankası’nın müdahaleleri gibi karmaşık ekonomik açıklamalardan daha net cevaplar bunlar.

Belki de sadece açıp sözlüğe bakmışlardır…

Nasıl olmuş da 1966 ve 1982 yıllarında yayınlanmış iki ayrı kitapta İngilizce ve Almanca’dan “ensest” kelimesi “kızılbaş” olarak çevrilebilmiş? Çünkü Türkiye’nin en popüler sözlükleri de yıllarca böyle çevirmişler. Sorun cehaletten daha büyük.

Muhalefet “Yetmez ama evet” dedirtebilecek mi?

Bugün muhalefetin tam da ihtiyacı olan yaklaşan seçimde, bugüne kadar kendisine oy vermemiş toplumsal kesimlere 2010’da AK Parti’nin başardığını yaparak, “Yetmez ama evet” dedirtebilmek, bu rızayı üretebilmek.

Peki bundan Halide Edip’in haberi var mı?

Bir kaç ay önce İstanbul Üniversitesi resmi Twitter hesabından bir mesaj paylaştı.Tweete iliştirilmiş fotoğrafta tıklım tıklım dolu bir salona konuşan Halide Edip görünmekteydi.Fotoğrafın altına şu not düşülmüştü: “Halide Edip, üniversitedeki profesörlüğünde ilk dersi verirken." Tweet çok popüler oldu. O yıllarda üniversitenin efsane kadrosunu övenler espriler yaptılar. Ama çok az kimse fotoğrafın hangi yıl çekildiğini merak etti.

Muhalefetin erken “zafer” kutlamaları ve bir uyarı….

Bir süredir muhalefet cephesinde, özellikle de muhalefetin medya ve entelektüel kanadında anketlerde iktidarın oylarının düşüyor görünmesiyle artan bir özgüven, erken bir zafer havası görülüyor.İktidarın kötü performansının her şeye yeteceği, bütün oyların cepte olduğu zannediliyor. Bu erken zafer havası muhalefet cephesinde özeleştiri yapmak, geri basmak, ikna etmek gibi çabaları anlamsızlaştırıyor. Bu da esas olarak oylarına ihtiyaç duyduğu dindarlara ve Kürtlere, muhalefetin değişmediği, sadece takiyye yaptığı hissini geçiriyor.

Peki kabak kimin başında patladı?

İstanbul Büyükşehir Belediyesi Hal Müdürlüğü, Ticaret Bakanlığı İl Ticaret Müdürlüğü ve Anadolu Yakası Cumhuriyet Savcılığı’nın ortak soruşturmasının sonucu: Çöp kamyonuna dökülen kabaklar zaten bozuktu. Ayrıca video iki ayrı günde çekilmişti. 2 ton kabak çöpe atılınca fiyatların değişmesi de zaten mümkün değildi. Ama videoyu dolaşıma sokanlar, medyayı, bakanlığı, polisi görev çağıranlar bir an bile “acaba kabaklar bozuk olabilir mi” diye düşünmemişti. Çünkü tek ilgilendikleri; artık herkes için dayanılmaz hale gelen hayat pahalığının, gıda enflasyonun sorumluluğunu toz kondurmak istemedikleri iktidarın üzerinden alıp bilinmeyen şer odaklarına atmaktı.

Kısıklı’dan bakınca pek şahlanıyor gibi görünmüyor

Güvenlik güçlerinin artık resmi üniformalarının bir parçası haline gelmiş büyük yüzüklerin anlamını Van Havalimanı’ndaki bir hediyelik eşya dükkanında daha iyi anlıyorsunuz.Bu havalimanını kullanan Van, Bitlis, Hakkari’de MHP ve İYİ Parti’nin oy oranlarının toplamı bile yüzde 5’in altındayken, havalimanının hediyelik eşya bölümündeki bütün yüzüklerin böyle olmasının ve bunun bu kadar rutinleşmesinin devlet için pek iyiye işaret olmadığı açık.

Bir fotoğrafın izinden Afganistan…

Böyle zor bir ülkede radikal modernleşme deneyimleri Kabil ve bir kaç şehrin dışına çıkamadı, daha radikal modernleşme adımları geleneğin sert kayalarına çarptı, orduda örgütlenip darbeyle devrim yapan komünistlerin neden olduğu kaos ve işgal ülkedeki direnişin İslami rengini belirledi, ABD işgali ise bu rengin iyice koyulaşmasına neden oldu. Ve sonuç; Taliban...

Ya davul zurnayla gitmek istemezlerse?

Mülteci karşıtlığı üzerinden ortaya çıkan milliyetçi dalga, Batı karşıtlığı, anti-hümanizm, linç kültürü günün sonunda muhalefetin başına çorap örebilir, siyasi atmosferi iktidarın istediği bir yere çekebilir. Avrupa ile ilişkiler ve Suriye’nin durumu bu haldeyken, dört milyon insanı davul zurnayı bırakın, Ümmü Gülsüm’le, Feyruz’la bile Türkiye’den gönderemezsiniz.

Milliyetçiliğin gazına basmak muhalefete oy getirir mi?

İktidarla milliyetçilik yarıştırmak; beka kaygısı, ülkemiz tehdit altında endişesi, olağanüstü hal ve seferberlik duygusunun topluma hakim olmasına da neden oluyor. Günün sonunda bu, bütün seçim stratejisini bu duygular üzerine kuran Cumhur İttifakı’nın yelkenlerini de şişirebilir.Konunun aciliyeti, ekonomik sorunları bile karşısında hükümsüz kılabilir. Halbuki muhalefet, milliyetçilik yarışına girmeden, rasyonel, mutedil görünerek yerel seçimlerde ve İstanbul seçimlerinde başarılı olmuştu.

Sabotaj iddiaları hakkında elde ne var?

Şimdiye kadar sabotajcı denenlerden Ankara’da bir kişinin akli dengesinin yerinde olmadığı, Büyükada’da üç kişinin denizden atık yağ bidonu çıkardığı, Manavgat’ta az kalsın linç edilen iki kardeşin yangın söndürmeye yardıma geldiği, Aydın’da beş kişinin ise ormanda hovardalık yaptığı ortaya çıktı. Haberlere göre orman yangınlarıyla ilgili hala gözaltında olanlar var. Ama onların ormanı kundaklayarak yaktıkları ya da terör örgütleriyle ilişkileri olduğuyla ilgili elde bir bilgi yok.

Influencerlardan mandacı çıkarmak…

“Moral bozmak”, “ümitsizliğe sevk etmek”, “devleti acziyet içinde göstermek” gibi kanaatlerden TCK’da yazılı suçlara ulaşma becerisi her seferinde insanı şaşırtıyor. Şimdi bu kötü hukukun muhatabı, bugüne kadar işin bu kısmıyla çok da muhatap olmamış apolitik sanatçılar, ünlüler. Suçları, yol kesip kimlik kontrolü yapmak, sabotajcı cadı avına çıkıp insanları linç etmek, tv yayınlarına saldırmak değil, ülkelerinin ormanları yanarken öfkelenmek, seferber olmak, yurt dışından yardım uçağı için çağrı yapmak...

“Teşekkürler yabancı”

Türkiye’nin de bir parçası olduğu AB’nin acil durumlar için kurduğu ağdan bile yine “milli gurur” meselesi yapılıp altı gün sonra yardım istendi. ABD’ye maske göndermekle övünen bir iktidar, 30 ayrı yerde süren yangınlar için komşulardan yardım istemeyi içine sindirememiş görünüyor. Yurtdışından yardım isteyenler mandacılıkla, devletimizi aciz göstermeye çalışmakla suçlanıyor. Benzer çaptaki bir yangın ve deprem karşısında dünyanın her ülkesinin isteyeceği bu yardımları iktidar gurur meselesi yaparken de maalesef yanan yandı.

Siyasi kundakçılıkla çıkan yangınları amfibi uçaklar bile söndüremez!

Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanı’ndan CHP liderine, Cüppeli Ahmet Hoca’dan sürekli Atatürk’ün bilimle ilgili sözlerini paylaşan Kemalist gazetecilere kadar herkes sabotaj olduğundan çok emin. Bir ara adı MİT müsteşarlığı için geçen Türkiye’nin eski ABD Büyükelçisi, Ankara eski Belediye başkanı sahte videolarla sabotaj iddiasını desteklemeye çalışıyor. Aksini söyleyenler PKK propagandası yapmakla suçlanıyor. Bu bilgi kirliliği yüzünden Manavgat’ta yangını söndürmeye yardıma giden iki kardeş az kalsın 20 plakalı araçları yüzünden yöre halkı tarafından linç edilecekti.

‘Yabancı’ya su yok noktasına nasıl geldik?

Suyu düşmanından bile esirgemenin ayıp görüldüğü, herkesin herkese verecek bir bardak suyunun olduğu bir ülkede, suların gürül gürül aktığı bir şehrin başkanı “yabancı uyrukluları” susuzlukla terbiye etmeyi düşünebiliyor ve daha kötüsü bu sosyal medya mesajının altında binlerce kişi “adam gibi adam” olan başkanı tebrik kuyruğuna giriyor. Üstelik Bolu, “yabancı uyruklular”ın o kadar da kötü insanlar olmadığını bilmesi beklenen bir şehir. 12 Kasım 1999 Bolu-Kaynaşlı-Düzce depreminde şehrin yardımına “yabancı uyruklular” da koşmuştu.

Bütün bunlar için Teksaslı bir aileyi suçlayabilir miyiz?

Ankara’da bakanlıklar, belediyeler, kalkınma ajansları AB ve vakıfların fonlarından almak için birbirleriyle yarışıyorlar. Fon almak ve idare etmek için danışmanlık hizmeti alıyor, aldıkları fonlar bağıra çağıra basın toplantılarıyla ilan etmekten çekinmiyor, “her şeyin en iyisi” esaslı organizasyonlarda bir güzel de harcıyorlar. Sonra da akşam eve gidip fon alan basın kuruluşlarını “beşinci kol faaliyeti” ilan ediyorlar. Çünkü yurtdışından fon bulmak sadece devlete ve belediyelere layık görülen bir hak.

Afganlar tırdan neden Niğde’de indi?

Ama galiba halkımız da siyaseten mültecilere karşı ama işlerine yarayan mültecilerin ülkelerine geri dönmesine herhalde izin vermez. Hayvanlarını otlatan Afgan çobanların, lokantalarında, tekstil atölyelerinde, sanayi sitelerinde, evde bakım işyerlerinde başkasının çalışmayacağı koşullarda ve ücrete çalışan Suriyelilerin ülkelerine geri gönderilmesini kim ister?

Nasıl zorba olunur?

İnsanı çarpan bir tanımla başlıyor belgesel: “Zorbalık sonuç isteyenlerin yönetim biçimidir” Ve sonra yine hümanist ve idealist duyguları katleden bir tespitle sürüyor: “İnsanlık tarihinde özgürlük norm değildir, hükmedilmeyi seviyoruz.” “Zor zamanlarda ortaya çıkıp, bunu ben çözerim diyen insanların cazibesine kapılıyoruz.” Yani zannedildiği gibi zorbalığın merkezinde zorbalık yok, rıza var.

Belki de kilisenin üzerindekiler de Z kuşağıdır…

Yasakçılık ve komplo teorileri arasından pek az insanın aklına bu gençlerin profiline bakmak geldi. Eskiden İstanbul’un kenar semtlerinde yaşayan alt sınıfa mensup gençler için aşağılayıcı bir tonda “Varoş”, “maganda”, “apaçi” gibi kavramlar kullanılırdı. Ama bu yeni nesli o tarifler tanımlamıyor. Daha şehirli, modern bir yaşam tarzına sahip, din, geleneksel kültür ve kimliklerle bağları çok zayıflamış hedonist, bireyci bir nesil bu.

Bir ahlaki sorun olarak ekonomik kriz inkarcılığı…

Bugün yoksulluk trendi tersine dönmüş durumda, yapılan araştırmalara göre orta sınıf yüzde 15 düzeylerine geriledi. İnsanlar uzun yıllardır günlük rutinleri olan alışkanlıklarını terk ediyor, ihtiyaçlarını değiştiriyor, eskiden daha rahat yaptıklarını şimdi o kadar rahat yapamıyor ve bundan şikayetçi oluyorlar.

Meğer Baykal kripto bir Sünni’ymiş…

Baykal, bir milyon tane eleştirilecek pozisyonu varken belki de siyasi hayatındaki en doğru, en demokrat işlerden biri yüzünden eleştiriliyor. Halbuki bugün Baykal’ın yakın adamlarının Ahaber, CNNTürk ekranlarında “yerli, milli öz hakiki CHP’liler” diye bağırlara basılmasının sebebi Baykal’ın Sünniliği değil, devletçiliği, siyasi kadrolarının menfaat şebekesiyle kesişen yolları.

Fırsatçılar için fırsatlar ülkesi….

Tam olarak hangi üniversiteden mezun olduğunu, ne iş yaptığını bile bilmediğimiz, en üst düzey bir ekonomi politikaları kurulunun üyesiyken şirketlere “danışmanlık” hizmeti veren, fon yöneten, bu başarılarını medyada haber yaptıran, CV’sinde adı piyasada kara para aklamayla anılan bir şirketin yer aldığı, daha düne kadar başka bir kara para aklayan firari işadamının kendisine tahsis ettiği lüks araca binen bir profille karşı karşıyayız.

O sahneye kim sonra geldi?

24.00’den sonra müziğin yasaklanmasıyla bugün çok mutlu olacak insanlar herhalde Rumeli Hisarı’ndaki bu küçük camiyi anca doldurur. Şehirleşen muhafazakarları da artık heyecanlandırmayan hatta ne gerek vardı hissine neden olan hayat tarzı mühendislikleri bunlar. Ama o hayat tarzı mühendisliklerin sembolü o cami değil.

Ya provokasyon değilse…

Peki ya bu saldırı bir provokasyon, örgütlü, planlı bir saldırı, karanlık odakların bir tertibi değilse? Ya gerçekten Türkiye’nin iklimi artık böyle durumdan vazife çıkaran, vatan millet için intikam planları yapan, eline silah alıp düşman olarak gördüğü bir yerdeki herkesi öldürmeye giden saldırganlar yaratabiliyorsa?

Peki, Belize’de ne oldu?

Vehbi Koç’un damadı, askerlerin gözdesi İnan Kıraç’ı yargı eliyle kendine borçlandırıp, mal varlığına el koyma kararını bir ay sonra tümden değiştirtip kaldırabilecek, tarifeli uçakla elini kolunu sallayarak yurtdışına çıkabilecek bir güce ulaştı. Nasıl yapabildi bunları hala meçhul. Sedat Peker’in sorduğu soruların cevabı verilmedi. Bugün bile gazetecilerle ilişkileri, hakkındaki PR faaliyetleri devam ediyor. Dolandırıcıların parasını aklayan bir işadamı için fazla saygı görüyor.

Bu sorular hala cevaplarını bekliyor

Sonuçta iddialar öfkeli ve başka hesapları olan bir mafya liderinin söylediklerinin ötesinde başka bir zemine geçti, bir prestij kazandı. O kadar ki Peker’in söylediklerini özetlemek işi bile bir akademisyen tarafından yapılıyor. Videolar milyonlarca insanı ekran başına toplayan haftalık bir haber programına dönmüş durumda. O yüzden Sedat Peker, dokuzuncu videosunun ardından artık bir daha hiç konuşmasa da ortada hala cevabı verilemeyen onlarca soru var.

Bir şezlonga, bir şemsiyeye yenilenler…

Peker’in iddialarını soruşturmak için o beklenen savcı muhtemelen hiçbir zaman çıkmayacak. İktidar bu iddiaları ademe terk ederek, etkisinin zamanla geçmesini bekliyor. Ama milyonlar her Pazar sabahı Türkiye’nin görünenin dışındaki yüzünü görmek için Sedat Peker’i izlemeye devam ediyor. Süleyman Soylu’ya ısrarla “kendinizi yalnız hissediyor musunuz” diye soran gazetecinin reklam arasında Sedat Peker’in yakın adamıyla görüştüğünü yoksa nerden öğrenecektik ki?

Kimler kimlerle beraber….

Yair Netanyahu, İsrail’in günleri sayılı 12 yıllık Başbakanı Benjamin Netanyahu’nun 29 yaşındaki oğlu. En son geçenlerde Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Gazze tweetinin altına Kürdistan bayrağı koyunca Türkiye’de haber olmuştu. Evlat olsa sevilmeyecek cinsinden ama aslında hem fikirleri hem de tarzıyla Türkiye’de benzerleri çok olan bir karakter. Babasının muhaliflerine “Soros’un köpekleri” diyor, dünyanın bütün popülist aşırı sağcı liderlerinin destekçisi, Türkiye’de Netanyahu’nun da parçası olduğuna inanılan “küresel güçlere”, dünyayı yöneten yine bizde Yahudi oldukları düşünülen elitlere falan karşı...

Reisü’l Kurra’nın hatırlamadığı ayetler…

Eğer biri hoşunuza gitmeyen, ortalığı bulandırdığını düşündüğünüz bir şey yapıyorsa, bununla yüzleşmek de (bu örnekte olduğu gibi mesela Cumhurbaşkanı’nı suçlamak) işinize gelmiyorsa, en pratik çözüm suçu FETÖ’ye atmak. Böyle durumlarda 30’larda suçlar mürtecilere, 40’larda, 50’lerde, 60’larda komünistlere, 80’lerde 90’larda bölücülere atılırdı. 2000’lerin sonunda açıklanamaz her olayı Ergenekon’a bağlamak da modaydı. Şimdi aynı işi FETÖ görüyor. Nasıl olsa gizli karanlık işler çevirmiş, gizliliği bir yöntem olarak kullanmış bir yapı.